Sevinmek lazım ama sevinemiyoruz

Herhalde, Susurluk’tan bu yana Veli Küçük hakkında en fazla yazı yazan, Veli Küçük’ten hesap sorulması gerektiğini en fazla dile getiren gazetecilerin başında gelirim,

Ama inanır mısınız, günlerden beri bu konuda kalem oynatmak istemiyorum,

Çünkü ortada bir tezgah olduğunu hissediyorum,

Ne Veli Küçük, ne de çetenin diğer üyeleri umurumda,

Hepsi en ağır cezaları haketmiş kişiler,

Pek çoğunun adı her türlü pisliğe bulaşmış,

Fakat bu adamların içinde bulunduğu olayın bugün getirilmek istendiği noktayı ve bunun zamanlamasını oldukça manidar buluyorum,

Basına sızdırılan ve basındaki bazı salaklar tarafından kaleme alınanlara bakınca tezgah iyice anlaşılır oluyor,

Veli Küçük’ten başlayalım,

Fehmi Koru’nun müthiş hafızasıyla yazdığına göre Karanlıklar Paşası Türkiye’nin en zengin adamı Hüsnü Özyeğin’le ortak,

Türkiye’nin en zengin adamıyla ortak ama 2 milyon YTL bulup da tetikçi kiralayamıyor, El bombası ve darbe yapacak silahları buluyor ama suikast için bir tabanca elde etmekten aciz,

Belli ki, birileri böyle yazılsın istiyor, Bu yönde haberler sızdırıyor “Liberalliği” “Salaklık” olarak algılayıp kendini liberal olarak tanımlayanlar üzerine atlıyor,

Ya telefon konuşmalarına ne demeli,

Darbe yapacak bu büyük organizasyon sözde bir tetikçi bulmuş,

Tetikçi telefonda arkadaşıyla konuşuyor, Ve şöyle diyor, “Oğlum düşünsene bir el ateş edeceğiz, 2 milyon lira alacağız, Bu parayla Beykoz’da villa alırız”

Bu telefon konuşmasının “Organize” olduğu o kadar belli ki!

Ve bakın bu “Ergenekon Çetesinin” ortaya çıkmasıyla bazıları nasıl da temize çıkıyor,

Rahip Santoro cinayeti, Malatya Katliamı ve Danıştay saldırısında ihmali olduğu öne sürülen ve projektörlerin üzerine çevrildiği bazı istihbarat birimleri birden bire tertemiz oluyor,

Ben bütün bu olaylarda Türkiye’nin çok bilinen bir cemaatinin izlerini görüyorum,

Bir de hatırlatma yapayım,

1970’lerin başında yine orduyu yıpratmaya yönelik benzer bir operasyon yapılmıştı,

Orada da hem sivillerin orduyla hesaplaşması, hem de ordu içinde bir hesaplaşma söz konusuydu,

Sanki tarih tekerrür ediyor,

En azından bir yönüyle,

 

 


Gecikmenin nedeni RTÜK değil

Sabah/ATV satışında gözler RTÜK’te,

Komplo teorilerinin bini yine bir para,

Çalık parayı bulamamış, RTÜK bu yüzden bekliyormuş, Normalde RTÜK bu izni çok daha kısa sürede verirmiş ama şimdi Çalık zaman kazansın diye bekliyormuş,

Çünkü Çalık parayı bulamazsa teminatı yanacakmış,

Teminat yanmasın diye Çalık parayı bulamazsa RTÜK onay vermeyecek ve Çalık zarar görmeyecekmiş,

Bunu yazanların dünyadan haberi yok,

Birinci Çalık parayı bulup ödeyemezse sadece teminatı yanmıyor, İkinci ihalede satın alma bedeli 1,1 milyar doların altında kalırsa aradaki fark Çalık’tan tahsil ediliyor,

Yani diyelim ki, Çalık 1,1 bulamadı ve satış yapılmadı,

TMSF grubu bir daha ihaleye çıkarıyor, Diyelim ki, 700 milyon dolara satıyor, O zaman aradaki 400 milyon dolar fark Çalık’tan alınıyor, Yani Çalık almadığı bir mal için 510 milyon dolar ödemek zorunda kalıyor,

Tabii RTÜK onayı olursa ve satış süreci Çalık yüzünden tamamlanamazsa,

Fakat RTÜK’ün kararının gecikmesinin nedeni RTÜK değil,

RTÜK karar verebilmek için Çalık’tan bazı belgeler istiyor, Bunlarla bir dosya oluşturacak ve bunu görüşüp karara bağlayacak,

Fakat Çalık bu belgeleri tamamlamıyor, Dosya tamamlanmadığı için de RTÜK satışı tamamlayacak onayı veremiyor,

Buradaki gecikmenin nedeni RTÜK değil, Çalık,

Bu arada Çalık grup dışından  pek çok gazeteciyle görüşüyor,

Hem Sabah’ın, hem ATV’nin, hem de ATV haberin başına geçecek adam arıyor,

Tabii arayan sadece Çalık değil, Çalık’ı arayanlar da var,

Hem epey uzun, kalabalık bir liste Ahmet Çalık’tan randevu istiyor, iş istiyor,

Ben bunların hemen hepsinin kimler olduğunu biliyorum,

Ama merak etmesinler isimlerini açıklamayacağım,

İş aramak ayıp değil ya!  

 

 


Anayasa Mahkemesi nasıl iptal eder?

Dün Kanal 1 Haber’e  konuk olan eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş “Anayasa’nın değiştirilemez ilk maddeleri değiştirilmeden de Türkiye laiklikten uzaklaştırılabilir, O üç madde durduğu yerde dururken alttaki maddelerle laiklik sulandırılabilir, Türkiye laiktir denilirken, tatil günleri cumaya çekilebilir, örtünmek zorunlu hale getirilebilir, alkollü içki yasaklanabilir ve buna karşı hiç bir şey yapılamaz” dedi,

Vural Savaş’ı hiç bu kadar gergin görmemiştim, Konuşurken elleri titriyordu, Ayrılırken gözleri doldu,

Bir benzetme yapmak gerekirse, evladını kaybetmek üzere olan bir baba gibiydi,

Dün Vural Savaş dışında hukukçularla da görüştüm,

Hepsi kaygılıydı,

Kaygıları üniversiteye türbanın girmesiyle ilgili değil,

Biri şöyle dedi: “Yarın bir üniversiteye poşuyla ya da sarı kırmızı yeşil başörtüleriyle, fularlarla girilirse kimse engelleyemez, Onlar da siyasi simge ve siyasi simgeler dahi serbest”

Çok önemli bir Anayasa profesörü ise “Sabih Kanadoğlu’nun ne demek istediğini kimse anlayamadı, Bu Türkiye’de kamplaşma, sınıflaşma, ayrışma sürecinin başlangıcı olabilir”  dedi,

Bu arada önemli bir hukukçu şöyle söyledi: “Üniversitelerde kılık kıyafetin serbestliğini YÖK Kanunu’nun bir maddesinde değişiklik yaparak sağlayacaklar, Anayasa Mahkemesi’ne buradan bir başvuru yapılırsa ve bunun Anayasa’nın değişmez maddelerinden laikliğe aykırı olduğu belirtilirse alt maddelerde yapılan değişikliklere bakılmaksızın düzenlemenin iptali yoluna gidilir, Anayasa kendi içinde çelişkili olursa, üstteki kapsayıcı maddeye göre karar verilir”

Anayasa Mahkemesi ne karar verir bilemem,

Ama bildiğim bir şey var,

Türkiye’de ciddi bir kamplaşma, bir itişmenin altyapısı hazırlanıyor,

AK Parti bu konuda hiç bir söz vermediği, toplumsal uzlaşma olmadan yapmayız dediği bir şeyi yaparak bunun önünü açıyor,

 

 


Hangisi haklı?

Dün peşpeşe okuduğum iki haber, durumun garabetini veya tutarsızlığını gösterince güldüm,

Türban eylemcisi, radikal İslamcı Emine Şenlikoğlu diyor ki, “Lakilik fahişeliktir”

Bir sonraki haberde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan diyor ki, “Laikliğin teminatı AK Partidir”

Aynı kökenden gelen, bir dönem çok paralel düşünen iki isim bugün aynı  kavrama birbirinden bu kadar iki tanım getiriyorsa ortada bir sorun var demektir, 

 

 


Bu neyin davası?

Aydın Doğan, Emin Çölaşan’a dava açmış,

Emin Abi’ye “Kulübe hoş geldin” diyorum,

Aydın Bey bana da pek çok dava açtı,

Bana açılan davada Aydın Doğan’ı temsil eden avukat daha önce Aydın Doğan’la hiç çalışmamış bir isim,

Aynı avukat daha önce çoğu banka hortumcusu pek çok kişiyi savunmuş birisi,

Bir de Murat Demirel’i ziyarete gittiğinde cezaevine telefonla girerken yakalanmış, hakkında soruşturma açılmıştı,

Aynı avukat Çölaşan’a açılan davada da Aydın Doğan’ı temsil ediyor,

Anlamadığım Aydın Doğan, Emin Çölaşan’a Üsküdar’da dava açmış,

Şaşırdım,

Emin Çölaşan’ın ve kitabının yayıncısının bulunduğu Ankara’da değil,

Bana dava açtığı İstanbul Adliyesi’nde değil,

Doğan Yayın Holding’in bulunduğu Bağcılar da değil, Üsküdar’da,

Nedense?

Aydın Bey, Emin Çölaşan’ı “Sırlarını açığa vurmakla suçluyor”

Anlamadım,

Bir gazetecinin başına gelenleri anlatmasının neresi sır?

Doğan Grubu’nun ticari bilgilerini açıklamıyor, Yatırım planlarını açıklamıyor, Üstelik bunları borsaya kote olan Doğan Grubu zaten kendi açıklamak zorunda,

Emin Çölaşan’a açılan davanın tek nedeni olabilir,

Yıldırmak ve korkutmak,

Çölaşan’ın bu davayla yılacağını ve korkacağını hiç zannetmiyorum,

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İyi kullandığımızı düşündüğümüz otomobilin lastiğine ateş etmediğimiz zaman

Erişilebilirlik Araçları