Sezen Aksu, babası ve çirkin bir dedikodu

ŞİMDİ anlatacağım olayı aslında duymamış, bilmemiş olmayı tercih ederdim,

Çünkü bunları duymak, Ankara siyasetinin Türkiye sorunlarını çözebilme yeteneği konusunda kafamdaki kuşkuları artırmaktan öte bir işe yaramıyor,

Biliyorsunuz, Sezen Aksu Kürt sorununu çözmeye yönelik “demokratik açılım”a kendi çapında bir destek verdi,

Destek kıymetli bulunmuş olmalı ki, Başbakan da dönüp Sezen Aksu’yu aradı,

Muhalefet ise Aksu’ya kızgın,

Hep bir ağızdan yükleniyorlar,

Açık açık yüklenmekle kalmayıp, el altından dedikodu da yayıyorlar,

Şimdi anlatacağım olay da bu dedikodunun “Nirvana” yaptığı yer,

İkinci elden duyduğu için bu dedikoduyu yayan siyasetçinin adını vermeyeceğim,

Canı isterse çıkar, “Evet o bendim” der,

İstemezse kendi bilir, Şunu söyleyebilirim ki, bu dedikodu öyle sıradan birinin ağzından değil, Türk siyasetinin önemli figürlerinden birinden yayılıyor,

Siyasetçimiz, bir sohbet sırasında aynen şöyle diyor:“Sezen Aksu’nun açılıma kayıtsız şartsız destek vermesi beni hiç şaşırtmadı,”

“Niye?” diye soranlara şu yanıtı veriyor:“Şeceresini bir araştırın bakalım ne çıkacak? Babasına bir bakın bakalım kimmiş? Hangi cemaatle, hangi cemaatin okullarıyla ilişkisi varmış,”

Bu önemli siyasetçimizin kastettiği kişi, Sezen Aksu’nun babası Sami Yıldırım,

Sami Yıldırım, 81 yaşında emekli bir eğitimci,

Gülen cemaatine yakın İzmir Yamanlar Koleji’nin kurucusu,

Emekli ama bildiğim kadarıyla halen okulun danışma kurulunda,

Siyasetçimizin kastettiği bu,

Ama siyasetçimizin bilmediği bir şey var, Babası, yıllardır Sezen Aksu ile konuşmuyor, adını anmıyordu, Baba-kızın birbirlerinden nefret ettikleri bile söyleniyordu,

Yıllar önce yapılan bir röportajda, Sami Yıldırım’a kızı Sezen Aksu sorulduğu zaman, “Ben onunla ilgili konuşmak istemiyorum, Hayatımda öyle biri yok” diyecek kadar uzaklar birbirlerine,

Gerçi anladığım kadarıyla baba kız artık barışmış ama 50 küsur yaşında bir sanatçının, siyasi fikrini babası üzerinden eleştirmek ve anlam yüklemek, en basit tabirle ayıp,

Aynen bir ara Canan Arıtman’ın Abdullah Gül’ü eleştirmesi gibi,

 

 


Maksat açılım mı, açılımsızlık mı?

HAFTALARDIR içi boş açılımlar üzerinden tartışıyoruz,

İyi niyet var ama başka bir şey yok,

İyi niyet, insanı her zaman doğru sonuçlara götürmez, Eğer içinde bilgi, beceri, akıl yoksa,

Gördüğüm kadarıyla gazetecilerle toplantılar yapılıyor, adına da açılım deniyor,

Bu iş öyle olmaz,

Eğer gerçekten bir demokratik açılım yaparak Kürt meselesini çözecekseniz, muhatap almanız gereken kişiler, fikir üretmesini istediğiniz kişiler gazeteciler olamaz,

Alırsın Diyarbakır Belediye Başkanı’nı, Van Belediye Başkanı’nı, Hakkâri Belediye Başkanı’nı,

Alırsın bölgedeki sivil toplum örgütlerinin, odaların başkanlarını; alırsın TÜSİAD’ı, MÜSİAD’ı, TOBB’u,

Alırsın bölgenin baro başkanlarını, Barolar Birliği Başkanı’nı,

Alırsın Genelkurmay’dan bir veya birkaç temsilci; alırsın bakanlıklardan müsteşarlar,

Alırsın siyasi partilerden temsilciler,

Toplarsın bunları bir yere, Çalışma grupları oluşturursun,

Raporlar hazırlarsın,

Sonra bunları birlikte ele alırsın,

Bir harita çıkarırsın,

Sonra bunun üzerinden bir yol haritası planlarsın,

Sonra oturur bunları gazetecilerle paylaşırsın,

Eğer niyet gerçekten açılım yapmaksa böyle yapılır,

Yok eğer maksat, çözemeyeceğini bildiğin bir sorunu çözüyormuş gibi yapıp muhalefet engelledi süsü vermekse bugün yaptığın gibi yaparsın,

Ortaya hiçbir sonuç çıkmaz,

Tam aksine iş kilitlenir,

Saflar sıklaşır, karşıtlıklar keskinleşir,

Sonrası çok ama burada dile getirmek istemeyeceğim kadar çok kötü olabilir,

 

 


GSM’de Fransa’dan iyiyiz

GEÇEN haftanın büyük bölümünde Fransa’daydım, Fransa’nın özellikle bu mevsimde sevmediğim güney sahillerinde,

Yine keyifli bir tatil yaptım,

Tatilim sırasında şunu gördüm ki, Türkiye’de GSM hizmeti Fransa’nın kat be kat önünde,

Büyük bir hevesle bilgisayarıma taktığım 3G üzerinden veri aktarımı yapan modem hiçbir yerde çalışmadı,

Çünkü Güney Fransa sahili boyunca hiçbir yerde 3G hizmetine rastlamadım,

Hatta çoğu yerde GSM şebekesi hiç çalışmıyordu,

Bu yüzden de yazılarımı geçemedim, Türkiye’de olan biteni güçlükle öğrendim,

9 yaşındaki Zeynep bile, "Baba, Türkiye teknolojide Fransa’dan daha iyi bir ülke galiba" dedi; çünkü onun da arkadaşlarıyla bağlantısı kopmuştu,

Türkiye’nin 3 GSM operatörünü orada minnetle andım,

 

 


Dedikodular

DAHA önce de dediğim gibi Fransa’nın güney sahillerini hiç sevmem,

Hatta bol Amerikalı ve Arap bulundurduğu için de biraz hanzo bulurum,

Bunu son yazdığımda Sevgili Umur Talu ve Şule Talu, Nice’te tatildeydi, Şule aramış, "Bizi de hanzo mu yaptın" diye takılmıştı,

Benim için Fransa Paris’tir, Normandiya’dır, biraz Loire’dır, Biraz da Biarritz’dir,

Asılnda niyetim Biarritz’e gidip Corrida sezonunu kaçırmamaktı ama bir hafta gecikince güney sahillerine gittim,

Yıllar öncesinden bildiğim birkaç yere gitmek isteyince bulunduğum teknenin kaptanı, "Aman oralara gitmeyelim, Ruslarla dolu, hiç rahat edemezsiniz" deyince vazgeçtik,

Kaptanımız bir dönem, yanda fotoğraflarını gördüğünüz teknelerde kaptanlık yapmış,

Her birinin değeri yüz milyonlarca dolar olan, haftalık kiraları 300 bin Euro’yu aşan bu teknelerde gördüğü rezaletleri anlattı,

Bu teknelerin pek çoğunun sahipleri veya kiracıları yeni zengin Ruslarmış,

Çoğunlukla 4-5 erkek yalnız olarak geliyorlarmış,

Sonra da özel uçaklarla teknelere fahişe servisi yapılıyormuş,

Sabah saatinde özel uçakla gelen fahişeler tekneye sokulmuyor, teknenin girişinde bekletiliyormuş,

Rus müşteriler uyanınca kızların yanına gidiyor, kızları anadan doğma soyup inceliyorlarmış,

Üç beş tanesini beğenip tutuyor, gerisini yolluyorlarmış,

Birkaç gün sonra o kızlardan da sıkılıp yolluyor, yerine aynı sistemle yenilerini getiriyorlarmış,

Tabii arada bol kokain, Bol rezillik,

Anlayacağınız, yandaki yatların dili olup konuşsa, göründükleri kadar güzellik barındırmadıkları ortaya çıkacak,

 

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sorunları çözmemek için değil çözmek için ele aldığımız zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları