50 artı 50= 100

YÜZDE 50 büyük oydur,

Üçüncü seçimde oylarını üç puan daha artırıp buna ulaşmak büyük başarıdır,

Ancak "bilinçsiz" Türk medyası bunu abartmamalıdır,

İfratla tefrit arasındaki "makul"e yerleşemeyen Türk medyası, seçimden bunu yana "sapık" bir yüzde 50 "histerisi" içinde,

Başta da dediğim gibi, yüzde 50’lik oy oranı bunu yakalayan parti için önemlidir, Başarıdır,

Fakat medyanın bunu bir "histeri" şeklinde ele alması ve sürekli bunun üzerinden yayın yapması Türkiye’nin hayrına değildir,

Çünkü böyle bir yaklaşım "demokratik" değildir,

Evet , yüzde 50 çok çok önemlidir ama bu çok çok önemli yüzde 50, geri kalan yüzde 50’ye -ki o da aslında önemlidir- kendini "mağlup" hissettirme noktasına gitmemelidir,

Böyle bir hissiyat zararlıdır, tehlikelidir,

Bir tür "bölünmedir",

Sonuç olarak, yüzde 50’yi alan parti, yüzde yüzün iki yarısını da yönetecektir, İki yüzde 50’nin de iktidarı olacaktır,

Kendine oy veren yüzde 50 kadar, kendine oy vermeyen yüzde 50’nin geleceği de ondan sorulacaktır,

Yüzde 50 meselesini abartmak, diğer yüzde 50’nin kendisini kötü hissetmesine neden olacak boyuta taşınmamalı, yüzde 50’nin dışında kalan yüzde 50 "ağır bir mağlubiyet hissi"ne gark edilmemelidir,

Meselenin bir diğer yönü de kazanan yüzde 50’nin durumudur,

Bu yüzde 50’nin içinde de toplumun farklı kesimlerinden büyük bir kalabalık vardır,

Bu kalabalık içindeki hiçbir kesim kendini yüzde 50’nin sahibi gibi görmemeli, kendini gereksiz bir havaya sokmamalıdır,

Burada başarı, farklı toplum kesimlerini yüzde 50’lik bir şemsiye altında toplayan Başbakan’ındır, Başarılı bakanlarınındır, Çalışkan teşkilatınındır,

Medyanın yüzde 50 histerisi, kazanan yüzde 50 içindeki farklı kesimlerin her birinin kendini gereğinden fazla mağrur hissetmesine neden olacak, toplumsal çatışmayı körükleyecektir,

İktidarın sahibi olanlar elbette daha şuurlu ve daha bütünleştirici olacak, aldıkları yüzde 50’yi pozitif olarak kullanmak isteyeceklerdir,

Ancak aynı oranda şuur sahibi olmayanların, "yüzde 50"yi diğer yüzde 50 üzerinde "tahakküm" ve "hor görme" olarak kullanmaları halinde sıkıntı büyük olacaktır,

Bu yüzden de yüzde 50 meselesinin abartılmaması gerekmektedir,

Bu yüzde 50’yi alanlar, zaten ne aldıklarını ve ne için aldıklarını bilme konusunda "medyadan" daha doğru değerlendirme yapabildikleri için yüzde 50’yi almışlardır,

Medyanın değerlendirmelerine de hiç ihtiyaçları yoktur,

 


Bu nasıl polislik

BİR kadın, kocasıyla kavga ediyor,

Kocasının yanından ayrılıp bir taksiyle eve gitmek istiyor,

Taksici, kadını kaçırıp tecavüz ediyor,

Kadın, polise gidiyor,

Polis, taksiciyi yakalıyor, Taksici serbest kalıyor,

Polis, kadını eve götürüp kocasına teslim ediyor ve "Kirlenmiş, Yıkayın da kendine gelsin" diyor,

Bu nasıl bir bilinçsiz polisliktir,

O durumdaki bir kadın, kocasına götürülüp teslim edilir mi?

Üstüne üstlük "Yıkayın da temizlensin" denilir mi?

Polislerin bu gibi durumlarda nasıl davranması gerektiği konusunda bir prosedür yok mudur?

Ya o koca, eşine bir zarar verseydi, sorumlusu kim olacaktı?

Koca mı, polis mi?

 


Bardağın boş tarafı

BOYDAK Grubu’nun Başkanı Hacı Boydak’ın anlattığı bir olayı nakletmiştim üç gün önce,

Türkiye krize girdiği dönemde Türkiye’ye mal satmayı zora koşan Belçikalı bir firma yüzünden Boydak Grubu’nun tekstil işine de girmek zorunda kaldığını, bu sayede şimdi 50 milyon dolarlık ithalatın sona erdiğini ve 150 milyon dolarlık ihracat yapıldığını anlatmıştım,

Pek çok okur hikâyeyi çok beğendi,

Tek tük de itiraz edenler oldu,

İtirazlardan biri şöyle diyor:

"Bu hikâyede bazı pembe boyalı yerler var gibi,

‘Hacı Boydak’ın da tepesi atıyor,

Belçikalı firmanın kullandığı dokuma tezgâhlarını satan firmaya gidiyor,

O tezgâh aldığı firma, büyük bir ihtimalle BelçikaIıdır,

Nooldu şimdi?

Belçikalı ile rekabette onun makinesini, onun yedek parçasını kullanmak,

Başlangıçta mecbur diyebiliriz,

Fakat şimdi dört yüz tezgâhı olmuş,

Sayın Altaylı; Sayın Boydak’a sorup bizi bilgilendirebilir misiniz, ‘Aldıkları 400, tezgâh da Belçika malı mı?’

Bizim büyük sanayicimiz, yerli makineyi değil desteklemek, eşit imkân bile vermiyor,

Onun için de bez üretmekten öteye gidemiyoruz,

Sayın Altaylı;

İstediğiniz fabrikaya girebilirsiniz,

Milli sanayi diye övünen kurumların fabrikalarına girip yerli makine var mı yok mu görebilirsiniz,

Örneğin, geçen aylarda milli sanayi diye sürekli reklam veren ünlü bir plastik fabrikamız var,

Kullandığı makinelerin hepsinin yerlisi var,

Bakın bakalım, tesisinde ALMAN OLMAYAN bir tek yerli makine var mı?

‘Boydak’ın hikâyesi aslında Türkiye’nin yeni dinamizminin hikâyesi’ diyorsunuz,

Olsa keşke, Ama maalesef gerçekler o kadar da pembe değil,"

Bu görüş yanlış değil ama ben bardağın dolu tarafını gösterdim, Boş tarafını değil,

Birileri de orayı doldursa keşke,,,

Not: Adını vermediğim Belçikalı firmanın Türkiye temsilcisi bir mail atmış ve "Bizi karalamışsınız" demiş, Adını bile vermedim, Nesini karalamışım anlamadım,

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çocuklarımızı parayla değil bilgiyle şımarttığımız zaman

Erişilebilirlik Araçları