Ana babası bu çocuğu harcıyor

ÖĞRETİM yılının başlamasından bu yana konuştuğumuz bir olay var,

Sık sık haber yaptığımız,

Baba muhafazakâr çevrelerin sevilen, bilinen bir ismi,

Gazeteci, sivil toplum kuruluşlarında da görevler yapmış, Yurtdışında,

Sonra Türkiye’de kurulması planlanan El Cezire televizyonunda üst düzey yönetici olmak için Türkiye’ye dönmüş,

Kendisini tanımıyorum ama duyduğumuz, anlatıldığı kadarıyla düzgün birisi,

Türkiye’ye dönünce de kızına iyi bir eğitim aldırmak için kolları sıvamış,

Ve kızını İstanbul Lisesi’ne kaydettirmiş,

Türkiye’nin en iyi okullarından birine,

Her yıl sınavla 180 öğrenci alan ve normal şartlarda girilmesi en zor okullardan biri olan İstanbul Lisesi’ne,

Döneminin 181, öğrencisi olarak,

Haliyle o gün bugündür kıyamet kopuyor,

"Nasıl olur da yaparsınız" diye,

Çünkü epey yükseklerden bir torpil yapılmış,

Taa bakanlık devreye girmiş,

Habertürk bunu aylardır haber yapıyor ama hiçbir şey değişmiyor,

Olay aslında tam bir dram,

Hiçbir şeyden habersiz, tek suçu ana babasının kaydettiği okula gitmek olan kız müthiş bir baskı altında,

Okulda hiç kimse kendisiyle konuşmuyor, Arkadaşı yok,

Adını bile söylemiyorlar, 181 diye isim takmışlar,

Çocuk için çok üzülüyorum,

Ama dediğim gibi çocuğun hiçbir suçu yok,

Suç anada, babada,

Elbette ki, hepimiz evladımızın iyi bir geleceği olması, iyi bir eğitim alması için elimizden gelen her türlü fedakârlığı yapıyoruz, yaparız, yapmalıyız,

Ama burada fedakârlığı yapan ana baba değil,

Burada çok açık bir şekilde çocuk feda ediliyor,

180 çocuğun, yıllarca çalışarak, dershanelerde, özel derslerde, kitap başında yıllar geçirerek, on binlerce saat harcayarak kazandığı, hak ederek girdiği okula tepeden inme bir şekilde giren çocuk, diğerleri tarafından haklı olarak dışlanıyor,

Bunun o çocuğun üzerinde yaratacağı ruhsal travma öylesine büyük ki, alacağı eğitimin yüksek kalitesi bu travmayı ortadan kaldırmayacak,

Bir anne baba, çocuğuna bunu nasıl yapar bilmiyorum,

Benim de bir baba olarak kızım için yapmayacağım hiçbir şey yok, Ama yapacağım her şey kendimden olur,

Yemem yediririm,

Giymem giydiririm,

İçmem içiririm,

Ama kendimden veririm,

Başkasının hakkından değil,

Hem başkalarına, hem kendi çocuklarına bu haksızlığı reva gören anne baba asla mutlu olmasın,

Çocukları için iyi bir şey yapmıyorlar, Kendileri için iyi bir şey yapıyor, evlatlarını iyi bir okula gönderdikleri için mutlu oluyorlar,

Ama zavallı bir çocuğu harcıyorlar,

Fedakârlığı çocukları yapıyor, onlar değil!

 


Biz bu yargıya güvenelim mi, güvenmeyelim mi?

BAŞLIKTAKİ soru şaka veya ironi değil,

Gerçekten soruyorum,

Biz bu yargıya güvenelim mi, yoksa güvenmeyelim mi diye?

Çünkü şaşkınım,

Bazı davalar oluyor,

İktidar mensupları ve yakınları, "Ne var canım, yargıya güvenin, Suçsuzsa aklanır, Yargıya güvenmeyip de ne yapacaksınız" diyor,

"Doğru, yargıya güvenmemiz lazım" deyip, susup oturuyoruz,

Sonra bir başka dava söz konusu oluyor,

Yine iktidar mensupları ortalığı ayağa kaldırıyor, Savcıların haddini aştığından başlıyor ve sonunda ya savcılar görevden alınıyor ya da dosyalar savcılardan,

Birisi bize Allah aşkına samimi olarak söylesin,

Biz bu yargıya güvenelim mi, güvenmeyelim mi?

Ya da ne zaman güvenelim, ne zaman güvenmeyelim?

 


Bu soyadı savcılara yaramıyor

EĞER içinizde soyadı Sarıkaya olup da ileride hukuk fakültesine gidip sonra da savcı olmayı düşüneniniz, hayal edeniniz varsa, benden söylemesi yol yakınken vazgeçin,

"İlle de hukukçu olacağım" diyorsanız, avukat olun, hâkim olun ama sakın ha savcı olmayın,

Çünkü bu soyadı savcılara iyi gelmiyor,

Daha önce Şemdinli davasını soruşturan ve Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın adını iddianameye koyan Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya görevden alındı, Ve hatta meslekten atıldı, (Geçen yıl HSYK affetti,)

Şimdi de İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Sadrettin Sarıkaya’nın elinden dosyası alındı, meslekte ne kadar kalacak belli değil,

En iyisi Sarıkaya’lar savcı olmasın,

 


Bir dönem bitti mi?

İSTANBUL Emniyeti’nde deprem oldu,

İstanbul Terörle Mücadele Müdürü Yurt Atayün, İstihbarat Müdürü Erol Demirhan ve daha önce İstihbarat Müdürü’yken başka bir birime alınan Ali Fuat Yılmazer, İstanbul’dan Ankara’ya tayin edildiler,

Bu isimler, daha önce başka illere atanan iki meslektaşlarıyla beraber İstanbul Emniyeti’nin en önemli isimleriydi,

Kamuoyunda bilinen ve ses getiren ne kadar dava varsa, Ergenekon’du, Balyoz’du ve benzerleriydi, bu dosyaların hepsini açan, soruşturan, bulan, belgeleyen ve savcılarla birlikte çalışarak bu davaları açtıran ekip buydu,

Ankara ile doğrudan bağlantılı olarak, devletin en üst kademelerini bilgilendirerek bu dosyaları takip etmişlerdi,

Ve yaptıkları işler bazılarında Türkiye’nin demokratikleşmesine büyük katkı olarak algılanmıştı,

Bu müdürlerin pek çoğuyla habercilik nedeniyle sorunlarımız olmuş, bize de çok kızmışlar, hatta zaman zaman muhabirlerimize haber ambargosu uygulamışlardı,

Bir dönem çok gözde olan bu isimlerin Ankara’ya "ani" tayinleri, bir dönemin sonu gibi görünüyor,

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İktidarı paylaştığını zannetmek ile iktidar olmak arasındaki farkı anladığımız zaman

Erişilebilirlik Araçları