Şu kamyonlara bir çare

KAZA fotoğrafını gördünüz mü bilmiyorum.

Görmediğinizi farz ederek bir kez daha buraya koyuyorum.

Bir otomobil, önünde giden TIR’ın altına girmiş.

2 kişi hayatını kaybetmiş.

Allah tarafından otomobilde 2 kişi varmış da, 2 kişi hayatını kaybetmiş. Kazaya bakarsanız otomobilde kaç kişi varsa o kadar insan ölürdü.

Her gün bu gibi kazalardan onlarcası oluyor.

Pek çoğuna gözümle şahit oluyorum.

Bunlar kaza değil aslında düpedüz cinayet.

Türkiye gibi kamyonun bol olduğu bir ülkede, bu kazaların olması kaçınılmaz.

Ama bu ölümleri engellemek mümkün. Hem de çok basit bir önlemle.

O önlem de şu: Otomobillerin de kullandığı yollara çıkacak kamyon ve TIR’ların arkasına alçak bir tampon koymak.

Bu tamponu koyarsanız, otomobil kamyonun altına girmez, arkasına çarpar, airbag-emniyet kemeri gibi güvenlik gereçleri de ölümü engeller.

Ama bu şekilde altına girdiği anda emniyet kemeri de olsa, airbag de olsa ölüm kaçınılmaz.

1
Bu kadar zor mu bu kuralı getirmek.

Bahaneleri hazır.

“Bu kamyonlar araziye giriyor. Hafriyatta çalışıyor. O tamponu koyarsanız bu kamyonlar oralarda iş göremez.”

O zaman çare yine basit.

Bu kamyonlar yola çıkmayacak.

Hafriyatta çalışan kamyon, yükünü bir yerde yola çıkacak kamyona nakletmek zorunda olacak ya da bu tamponlar hidrolik bir sistemle arazide yukarı çekilecek, yola çıktığında aşağı inecek.

Çok mu zor bunu yapmak, imal etmek?

Değil elbet ama kimin umurunda.

Nasıl olsa arkadan çarpan her zaman kusurlu.

Altına sokan kamyonda sorun yok. Altına giren hatalı.

İyi de her hatanın bedeli ölüm mü olmalı.

Devletin işi, insanlara hatalarının bedelini canıyla ödetmek mi, yoksa basit önlemlerle vatandaşların hayatını kurtarmak mı?

O hesap sandıkta kapandı

AK Parti’ye yakın bir dostumla sohbet ederken dün televizyonlardaki bir haber gözümüze çarptı.

28 Şubat soruşturması kapsamında generaller ifadeye çağrılmış, ardından da tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edilmişlerdi.

Dostum, ağzından hoşnutsuzluk ifade eden bir ünlem çıkardı.

“Ne oldu?” diye sordum.

“Lüzumsuz işler bunlar” dedi.

“Niye?” dedim.

“Faydası olmayan her iş lüzumsuzdur” dedi.

Şaşırdığımı görünce anlattı:

“28 Şubat geçmiş gitmiş. Üzerinden 4 seçim geçmiş. Siyaset yasal zemininde ilerliyor. Şimdi bu adamları tutuklasan bugüne, yarına ne faydası var. Olmuş bitmiş. Herkes hatasını görmüş ders çıkarmış. Yarına bakmamız lazım. Ben şimdi 1942’de tutuklanan dedemin hesabını sormaya kalksam bunun dedeme ne faydası var. Sürekli bu duygu içinde olmanın kimin ruhuna yararı var.”

“Belki acı çekenler bir rövanş istiyordur” dedim.

“İşkence gören varsa onun hesabı sorulmalı elbet. Öldürülen varsa, faili meçhule kurban giden varsa onların hesabı sorulmalı. Kim olursa olsun, hangi fikirden olursa olsun birine insanlık dışı muamele yapıldıysa o muameleye maruz kalan kişi adına devlet hesap sormalı. Ama toptancı bir zihniyetle dönem hesabı sorulmamalı. O dönemin hesabı sandıkta kapatıldı zaten. 28 Şubat ı takip eden ilk seçimde bu hesap sorulsaydı olurdu. Ama artık 4 dönem geçti üstünden” dedi.

“Bu senin fikrin mi, yoksa partinin fikri mi?” diye sordum.

“Bu benim fikrim elbette ama Başbakan ımızın da farklı düşündüğünü zannetmiyorum. Son dönemde o da bundan duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor zaten” dedi.

Bu bu sözlerden “kuvvetler ayrılığı” prensibinin işlediğini anladım

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Başarının en önemli göstergesinin rakiplerin öfkesi olduğunu unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları