Atatürk’ten uzaklaşmamak lazım

“İSLAM ile demokrasi bir tek Türkiye’de birlikte yürüyebildi” diye yazdım iki gün önce.

Öküz altında buzağı arayanlardan tepki geldi anında.

Ne diyeyim, bir ölüme çare yok, bir de salaklığa.

Arap Baharı sırasında yazdıklarımı okumuş olsalar, okudukları akıllarında kalmış olsa boşu boşuna öküzün altına bakmayacaklar.

Arap Baharı sırasında bu köşede sıklıkla vurguladığım bir gerçek vardı.

“Bu baharla bu ülkelere hemen demokrasi geleceğini zannedenler yanılıyorlar. Buralara demokrasi kolay kolay gelmez. En az iki kuşak gerekir. Bu ülkelerin hiçbirinde Atatürk’ün kurduğu gibi bir rejim kurulamadı ki buralara demokrasi gelsin.”

Çok açık ve nettir ki, dünyada İslam ile demokrasiyi birlikte yaşayabilir hale getiren ilk ve tek lider Atatürk’tür.

Onun ve arkadaşlarının kurduğu rejim, bağdaşmaz zannedilen bu iki unsuru bağdaştırmış ve Batı demokrasilerine en yakın demokratik bir çoğunluğu Müslüman bir devlette gerçekleştirmiştir.

Ne Mısır’da, ne Libya’da, ne de Tunus’ta Atatürk benzeri bir lider olmadığı ve Türkiye Cumhuriyeti gibi bir altyapı asla kurulmadığı için bu ülkelerde demokrasi oluşmamıştır.

Ve dediğim gibi, oluşması için en az iki kuşaklık bir sancılı süreç gerekir.

Türkiye bölgedeki tek “Müslüman demokratik ülke” olma durumunu daha uzun süre sürdürecektir.

Bunu sürdürebilmesinin koşulu ise Atatürk’ün kurmuş olduğu sisteme mümkün olduğunca sadık kalmaktır.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesinden uzaklaştıkça, bu özelliğini koruması da giderek güçleşecektir.

 

13 yaşında bir çocuğun sorusu

PROVOKATÖRLER, çıkar lobisi, faiz lobisi, dış bağlantılı güçler gibi unsurları “ayıkladığımız” zaman elimizde kalan bir Gezi gerçeği de var elbette.

“Yeni nesil gerçeği” de diyebileceğimiz bir gerçek.

Apolitik.

Ultraliberal.

Süper özgürlükçü.

Kendine dönük ama sosyal.

Uluslararası.

Milliyetsiz.

Vatansever.

Haklarının farkında.

İnsancıl ve insani.

Anlamakta zorlandığımız, nereden çıktığını, nasıl yetiştiğini anlayamadığımız bir nesil.

Bu nesille yan yanayız ama anlamaktan da bir o kadar uzağız.

Başbakan Erdoğan’la son yaptığımız Teke Tek öncesi evden çıkıyorum.

Pazar pazar takım elbise giydiğimi görünce şaşırdı.

“Nereye böyle” dedi.

“Başbakan’la program yapacağız” dedim.

“Pazar gününü mü buldun program yapacak; salı değil mi senin programın” diye itiraz etti.

“Gezi olaylarını konuşacağız. Özel bir Teke Tek” dedim.

“Hııımmm” dedi.

Sarılıp öptüm.

“Başbakan’a sormamı istediğin bir soru var mı?” dedim.

“Söyle ağaçları kesmesinler. Hayvanları ve ağaçları bizim korumamız lazım. Onlar kendilerini koruyamıyorlar” dedi.

“Bunu zaten söyleyeceğim. Sormak istediğin başka bir şey var mı?” dedim.

“Düşüneyim” dedi.

Ben ayakkabılarımı giyerken düşünmüş.

Tam kapıya gidiyordum ki, sormamı istediği soruyu bildirdi:

“Baba, Başbakan’a sorar mısın gay evliliklerine ne zaman izin verecekler?”

Önce yanlış duyduğumu zannettim.

“Ne dedin?” diye tekrarlamasını istedim.

“Gay evliliklerine ne zaman izin verecekler. Bence bir ülkenin özgürlük seviyesi bununla belirleniyor” dedi.

Kulaklarıma inanamadım.

“Zeynep, bunu sormamı istediğinden emin misin?” dedim.

“Evet eminim” dedi.

“Kızım bugünün gündemi bu değil ki” dedim.

“Baba ‘Bugünün gündemi bu değil’ diyerek haksızlık ediyorsun. ‘Benim gündemim bu değil’ diyebilirsin ama bazıları için bugünün gündemi bu” dedi.

Biraz takılayım dedim:

“Ne o, evlenmek isteyen gay tanıdıkların mı var?”

Dediğime pişman oldum.

“Benim bu durumda bir tanıdığım yok ama tanımadığımız insanların sorunları da önemli. Bence kimsenin ne yaptığına ve ne yapmak istediğine karışmaya hakkımız yok. O yüzden de ben bunu önemsiyorum” dedi.

Daha fazla konuşamadım.

“Fırsat olursa sormaya çalışırım” diyerek geveledim ve çıktım.

12 yaşını birkaç ay önce geride bırakmış bir çocuğun sorulmasını istediği soru buydu.

Ve biz bu kuşağı anlamaktan söz ediyoruz.

Sizce biz bu gençleri anlayabilir miyiz?

Zannetmiyorum. Biz onların düşünce ufkuna sapan taşı bile yetiştiremeyiz.

O soruya gelince.

Elbette ki soramadım.

O kuşaktan olmadığım için herhalde.

 

B. için üzülmediniz mi?

GEZİ diye başlayıp süren eylemlerde ölen, yaralanan vatandaşlarımız oldu.

Bunların pek çoğuna bir kulp bulundu.

Kabul edilemez ama hadi etmiş olalım. Ama bir tanesi var ki, bana çok ama çok ağır geliyor.

14 yaşındaki B.’nin durumu.

Kusura bakmayın adını veremiyorum. Çünkü adını yazsam, Basın Savcılığı anında cezayı basıyor.

Çocuk mağdur, çocuk ölümle pençeleşiyor.

Çocuğu o hale getirene ceza yok ama adını yazana ceza var.

Neyse meselem o değil.

14 yaşındaki B., annesi tarafından ekmek almak için bakkala gönderiliyor.

B. bakkala doğru giderken, yürüdüğü sokakta Gezi eylemi yapanlara polis gaz bombası atıyor.

Atılan bombalardan biri, 14 yaşındaki B.’nin kafasına isabet ediyor.

Ekmek almaya giden çocuk, orada yığılıp kalıyor.

O gün bugündür hastanede.

16 Haziran’dan beri.

Ölümle pençeleşiyor.

Kurtulma şansı var mı?

Var ama çok zayıf.

B. için üzülmüyorsak eğer ve B.’nin ve Eskişehir’de dün hayatını kaybeden Ali İsmail’in ölümünün sorumlularını bulamıyorsak eğer, doğru yolda değiliz demektir!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çöp gibi kolla bilek güreşi şampiyonasına katılmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları