‘Biz de Türk’üz!

DÜN “zorunlu din dersi” uygulamasını eleştirir ve hele hele dir dersinin kolej sınavlarında yer almasını hiç anlamadığımı belirtirken yazıya şöyle girmiştim:

“Galatasaray’da okuduğum sırada din dersi zorunlu değildi.

Bazı arkadaşlarımız bu derse girmezdi.

Bazıları Ermeni’ydi, bazıları ise Yahudi.

Girmeyen Türk öğrenciler de vardı ama niye girmediklerini anlamazdık, çünkü o zamanlar ‘Alevilik’ diye bir ayrışmanın olduğunun farkında değildik.”

Bu satırlara itiraz geldi.

Sevgili Hayim Pinto şöyle dile getirmiş itirazını:

“Bu tanımlamalar doğru olmamış Müslüman olmayabiliriz ama biz de Türk’üz.”

Pinto’nun bu satırlarını okuyunca gözlerim doldu.

Mutlu oldum.

Sevindim.

Türk olmayı, Atatürk’ün Cumhuriyet’e kazandırdığı Türklük tanımını bundan daha iyi hangi sözcükler ifade edebilirdi.

Üstelik de Hayim Pinto bu sözleri bundan 15 yıl önce söylese önemli değildi.

Bugün daha önemli.

Türk olmak “demode” olmuşken, hatta neredeyse “ayıp” olmuşken bunu söylemek gerçekten değer taşıyor.

Ama Sayın Pinto bilmeli ki, ben o tanımlamaları “yanlışlıkla” yapmadım.

Özellikle yaptım.

Çünkü artık pek çok kişi “Türk” kelimesini hakaret olarak algılıyor.

“Kardeşim beni zorla nasıl Türk yaparsın. Ben Türklüğü kabul etmem” diyor.

Allah muhafaza, gidip dava mava açarlar.

Mahkemede “hakaretten” yargılanırım, bu ülkenin vatandaşlarına “Türk” dediğim için.

 

Hop, bir dakika

SAKIN ha, yukarıdaki yazıya bakıp da “faşist” bir söylem içinde olduğumu falan düşünmeyin.

Benim için “ırkın” beş paralık önemi yoktur.

Çünkü ne seçtiğimiz bir şeydir, ne de uğraşarak değiştirebileceğimiz bir şey.

Benim için bu topraklarda yaşayan herkes aynıdır.

Merak bile etmem.

Kürt’müş, Türk’müş, Çerkez’miş, Arap’mış, Laz’mış, Gürcü’ymüş, Abaza’ymış, Süryani’ymiş, Keldani’ymiş, Yahudi’ymiş, Ermeni’ymiş, Rum’muş, Zaza’ymış.

Hiç ama hiç ilgi alanıma girmez.

Benim için “iyi insanlar” vardır, “kötü insanlar” vardır.

Ve iyilikle kötülüğün ne ırkı vardır, ne rengi vardır, ne de dini.

İyilerle kötüler her ırka, her renge, her inanca eşit olarak dağıtılmıştır.

O yüzden kimse “Türkçülük” yaptığımı falan söylemesin.

Ben sadece Türkleri diğerlerinden daha aşağıda görmeye başlayanlara kızıyorum.

Çünkü biliyorum ki, yok aslında bir farkımız.

Hepimiz aynı şeyin soyuyuz.

Ne olduğunu siz daha iyi bilirsiniz!

 

Tacizci, eğitimci ve görevinin başında

UTANMADAN kızıyorlar “Bu nasıl yargı” dediğimiz zaman.

Adam Milli Eğitim Müdürü.

Ama aynı zamanda “cinsel tacizci”.

Tacizciliği kanıtlanmış.

Belgelenmiş.

Yargılanmış.

Mahkûm olmuş.

Az uz da değil, 8 yıldan fazla ceza almış.

Ama mahkeme 50 bin TL kefaletle serbest bırakmış.

Vahim.

Ama daha vahimi var.

Adam görevine dönmüş.

Milli Eğitim Müdürlüğü’ne.

Bu mu yargı!

Bu mu idare!

Bu mu Türkiye!..

 

Dershane meselesi

OKURLAR soruyor, “Üniversite hazırlık kurslarının kapatılmasıyla ilgili tartışmaya niye girmedin?” diye.

Girmedim ,çünkü anladığım konu değil.

Ama sordum soruşturdum.

Dershane sektöründe Hizmet’in ya da Cemaat’in payı yaklaşık yüzde 50 imiş. Ancak bu “ekonomik” oran değilmiş.

Çünkü Cemaat’in dershaneleri hem daha ucuz olduğu hem de çokça bedava öğrenci okutulduğu için Cemaat’e yakın dershanelerin pazardaki ekonomik payı, sayısal payına oranla daha düşükmüş.

Bu konuda alevlenen tartışma, uzlaşmaya doğru gidiyor galiba. Hükümet tarafları dinleme kararı almış.

Fethullah Gülen’in, “İsterseniz hepsini devlete verelim” çıkışı da etkili olmuş.

Bundan öte bir şey bilmiyorum.

Ama madem çok istediniz, size bir dershane hikâyesi anlatayım.

Lise son sınıfa geçtiğimde âdet olduğu üzere Galatasaray’daki bütün sınıf arkadaşlarım bir dershaneye yazılmışlar.

Bense o sırada tatildeyim ve dershaneye gitme niyetim falan yok. Cumartesi-pazarı mı bir dershaneye kapanıp geçirme fikri bana yabancı.

Ama bizim çocuklar babama gelip “Biz dershaneye gideceğiz. Fatih’in de gitmesi lazım” deyip babamdan parayı almışlar ve beni de yazdırmışlar.

Zor bela eylül başı getirdiler beni ve dershaneye gitmeye başladım.

Ama dışarıda havalar şahane, Bebek Kahve’de oturup keyif yapmak varken dershane hiç açmıyor.

İkinci hafta sıkıldım.

Gittim dershanenin müdürüne, “Babamın tayini çıktı. Ayrılmam lazım. Paramı iade eder misiniz?” dedim.

Efendi insanlarmış, bir aylık parayı kestiler, gerisini verdiler.

Tabii ben her hafta sonu dershaneye gider gibi evden çıkıp, önce Beyoğlu’na Artizler Kahvesi’ne, öğleden sonra da Bebek Kahve’ye gidiyorum.

Sonunda üniversite sınavına girdik, dershaneye gidenlerin pek çoğundan daha yüksek puan aldım.

Babam da dershaneye bir teşekkür mektubu yollamış, “Buna bile Boğaziçi’ni kazandırdınız ya helal olsun” kabilinden. Şimdi bazıları diyecek ki, “Ne berbat bir talebeymişsin”.

Evet öyleydim.

İyi ki de öyleymişim.

O sayede talebelik dönemimden çok keyif aldım.

Herkese tavsiye ederim…

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Star olmanın kasıntı olmak anlamına gelmediğini anladıkları zaman.

Erişilebilirlik Araçları