Suriye dramı

GEÇENLERDE Şanlıurfa’dan tanıdığım bir genç aradı.

Dünya tatlısı bir çocuktur.

Ekmeğini taştan çıkaran cinsten.

Urfa’ya yaptığım gezilerde tanışmıştık.

Ne zaman gitsek karşılar, gezdirir, dolaştırır, tanıştırır.

Her zaman neşeli, her zaman pozitif biri.

Arada arar, muhabbet ederiz.

Son aramasında ilk kez sesini keyifsiz buldum.

“Ne o, tadın yok galiba” dedim.

“Nasıl olsun abey” dedi ve başladı anlatmaya:

“Urfa işgal altında.”

On binlerce Suriyeli gelmiş Urfa’ya.

“Tadı kaçtı Urfa’nın” dedi.

Nereye gitsen Suriyelilerle karşılaşıyormuşsun.

“Abi bizim 40 lira yevmiyeyle yaptığımız işi, Suriyeliler 10 lira yevmiyeyle yapıyorlar. Ne iş kaldı, ne keyif” dedi.

Kimi kamplardan çıkıp geliyormuş, kimi doğrudan Suriye’den.

“Abey sokaklarda yer yok. Her yan Suriyeli dolu. Sürü halinde geziyorlar. Amele pazarında bile yerli halkı dövüp işi alıyorlar” dedi.

Yakında çıngar çıkacak gibi algıladım anlattıklarından.

Güneydoğu’da pek çok yer aynı durumdaymış.

Peki İstanbul farklı mı?

Nereye gitsen Suriyeli.

Artık trafik ışıklarında cam silen çocuklar, dilenci kadınlar, tezgâh açıp üç kuruşluk mal satanlar, trafikte elindeki şarj aletini, cam bezini satanlar hep Suriyeli.

Taksim, Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Dolapdere, Suriyeli kaynıyor.

Kenar semtlerde, mahallelerde durum farklı değil.

Geçen gece bir arkadaşımı evine bıraktım, baktım bir yerde bir olay var.

Polis arabaları falan gelmiş.

Durdum, ne var diye bakıyorum.

Esnaftan biri de olan biteni izliyor. “Ne olmuş birader” dedim.

Gülmeye başladı.

“Abi, burada bizim yerli telekızlarla Suriyeli telekızlar kavga etmiş. Bizimkiler 100 lira isterken Suriyeliler 30 liraya fit oluyormuş” diye anlattı kavganın sebebini.

Suriye, Suriye deyip duruyoruz.

Suriye’de yaşanan dramı izliyoruz.

Ama asıl Suriye dramı Türkiye’de yaşanıyor.

Oyuncular ise hem Türkler, hem Suriyeliler.

 

MEB tacizci mi sever

TACİZDEN mahkûm olup para karşılığı serbest kalan Milli Eğitim Müdürü’nü yazdım dün.

Bir kısım vatandaştan itiraz geldi:

“İki kız, bir adamı karalamak için iftira atıyor. Doğru düzgün adamlar bu yüzden töhmet altında kalıyor. Bir iftira yüzünden bir eğitimcinin hayatı mı kaysın?”

Doğru, kaymasın ama ben bu yazıyı “iftira” üzerine yazmadım ki!

Yargının “kararı” üzerine yazdım.

Ebette iftira olabilir, elbette herkese iftira atılabilir.

Yargı da zaten bunun için var.

İnceler, araştırır, delilleri toplar, tarafları ve tanıkları dinler, sonunda bir hüküm verir.

İftira ise “iftira” der, iftiracıyı cezalandırır.

Yok eğer doğru ise bunu da yargı tespit eder ve tacizciyi cezalandırır.

Burada ortada bir yargı kararı var.

Yargı incelemiş ve “suçlu” demiş.

Suçlu demişse, para karşılığı serbest bırakmaz.

Daha da vahimi, Milli Eğitim Bakanlığı da yargı kararına bakar ve böyle bir kişinin eğitimci olmasına, eğitimciliği sürdürmesine izin vermez.

Yargı iftira olduğunu düşündüğü için para karşılığı serbest bırakıyorsa, o zaman niye mahkûm etmiş?

İftira olmadığından emin ki, mahkûm etmiş.

O zaman niye para karşılığı serbest bırakmış?

Okurlar bana bunu anlatırsa sevinirim.

Yargının bir şey anlatacağını zannetmiyorum.

Olmayan bir şey, anlatamaz zaten.

Not: Milli Eğitim Bakanlığı’na hiçbir şey söylemiyorum. Çünkü dün de St. Michel Lisesi’nin müdürünün aynı suçtan hüküm giydiğini ve bakanlık soruşturmasında “Görevden alınsın” kararı çıkmasına rağmen hâlâ görevde olduğunu da öğrendim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Muhafazakârlığın, tacizcileri görev başında muhafaza etmek olmadığını anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları