İki göz oda KDV

İktidarımız, müthiş bir müjde verdi.

En azından iktidar yanlısı gazetelere göre, ortada büyük bir müjde var.

Konutta KDV düşürüldü ve tek tipleştirildi.

Karışık KDV sistemi sona erdi. Vatandaş rahata erdi.

Konu bize böyle anlatılıyor.

Peki bize anlatılan, gerçeği yansıtıyor mu ya da hangi gerçeği yansıtıyor?

Doğru olan düne kadar konut satın almalarda karışık gibi görünen bir Katma Değer Vergisi sistemi vardı.

150 metrekareden küçük konutlarda KDV yüzde 1’den başlıyordu.

Konutun bulunduğu bölgenin arsa değerine göre bu oran yükseliyordu.

Büyükşehirlerde, mesela İstanbul’da Bağcılar ya da Beylikdüzü’nde 150 metrekareden küçük bir dairenin KDV’si yüzde 1 iken, aynı konut Nişantaşı ya da Bebek’te olunca KDV’si yüzde 18’e kadar yükselebiliyordu.

İktidar şimdi KDV’yi tek tipe çevirme ve indirim yapma adı altında ciddi bir “bindirim” yaptı.

KDV’yi 150 metrekareden büyük lüks konutlarda yüzde 8’e indirdi, 150 metrekareden küçük konutlarda ise bölge ve arazi değeri farkı gözetmeksizin yüzde 8’e çıkardı.

Bunun ne anlama geldiğini söyleyelim.

Türkiye’de toplam konut arzının yüzde 99’a yakını 150 metrekare ve daha küçük konutlardan oluşuyor.

Yüzde 1 kadarı ise 150 metrekare ve daha büyük konutlardan.

Bu durumda iktidar Yüzde 1’in vergisini düşürmüş, yüzde 99’un vergisini ise arttırmış oldu.

Bir kez daha zenginin alabileceği evlerin vergisi 10 puan düşürülmüş, bir ömür çalışıp başını sokacak 2 göz oda almak isteyen, iktidarın tabiriyle “Fakir fukaranın, garip gurebanın” alabileceği evlerin vergisi ise 8 kat arttırılmış oldu.

Oransal olarak bakarsak yüzde 1’e kıyak yapılmış, yüzde 99’a kazık atılmış oldu.

Ve şimdi iktidar yanlıları bunun iyi bir şey olduğuna inandırmak istiyor hepimizi.

İnandırdılar, inandırdılar.

Baktılar inanmıyor.

Nasıl olsa suçlu hazır.

Cehape zihniyeti.

***

Yanıldım bin özür

Çanakkale köprüsünün yapım ihalesi gündeme geldiği zaman, “Bu köprü Türkiye’nin önceliği değil” diye yazmıştım.

En önemli eleştirim ise buraya verilecek olan garanti araç geçiş sayısı idi.

“Türkiye’nin en önemli üç sanayi kendi İstanbul, Kocaeli ve Bursa’yı birbirine bağlayacak olan ve Türkiye’nin toplam nüfusunun yüzde 30’unun yaşadığı bir yerde yapılan Osmangazi Köprüsü’nden 45 bin günlük garanti geçiş olurken, Çanakkale’yi, Çanakkale’nin diğer ilçelerine bağlayacak ve oradan Balıkesir’in sahil ilçelerine götürecek yolu bağlayan köprüden günlük 45 bin araç geçmesi mümkün değil.” demiştim.

Bunun üzerine ilgili bakanlık bir açıklama yaparak, Marmara Çevreyolu marifetiyle bu köprüye araç trafiği oluşturacaklarını iddia etmişti.

Ben ise bu köprüden geçecek araç sayınının 4-5 bini aşmayacağını iddia etmiştim.

Tabii ki, bizim eleştirimize ve hesaplarımıza kulak veren olmadı.

Köprü günlük 45 bin araç geçiş garantisi ve araç başı 15 avroluk fiyatla açıldı.

Ve devletimiz 240 TL’cik tutan 16 avroluk fiyatın 40 TL’ciğini sübvanse ediyor, vatandaş sadece 200 TL’cik ödüyor.

Ve Çanakkale köprüsünün açılıp, ilk 1 haftalık bedava geçiş döneminin sona ermesinin ardından paralı geçiş sayıları belli oldu.

Bakanlığın açıklamasına göre ilk haftada köprüden gecen araç sayısı günlük 6 bin oldu.

Bu durumda ben ciddi biçimde yanılmış oldum.

Köprüden geçen araç sayısı benim tahmin ettiğimden hemen hemen yüzde 50 daha fazla oldu.

Ben 4 bin araç geçer dedim.

6 bin geçmiş.

Yanıldığım ve sizleri de yanılttığım için özür dilerim.

***

FED başaramazsa yandık

Türkiye’deki enflasyon yetmezmiş gibi, bir de ABD ve Avrupa’da enflasyon var ve ne yazık ki, bu enflasyon bizi de sadece dolaylı olarak değil doğrudan da etkiliyor ve etkileyecek.

Sadece her türlü ithal ürünün fiyatının hem TL’nin değer kaybı hem de dolar enflasyonu yüzünden dolar olarak fiyatlarının artması nedeniyle değil, ithalatımızı sıfırlasak bile etkileyecek.

Nasıl etkileyeceğini muhtemelen biliyorsunuz ama ben bir kez daha hatırlatayım dedim.

Şu meşhur Kamu Özel İşbirliği Projeleri var, bildiğiniz.

Yollar, köprüler, havalimanları, iskeleler, tren garları.

Bu projeler için devletin uzun yıllar boyunca ödemeyi garanti ettiği bir bedel var.

En meşhuru Osmangazi Köprüsü mesela.

Bu köprü için artık herkesin ezberlediği bir şekilde araç başı 35 dolar geçiş ücreti var.

Ancak bu ücret köprünün açıldığı yıl için geçerli olan bir ücret aslında.

Ondan sonra her yıl bu ücret artıyor.

Sadece TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesinden dolayı değil.

Ücret dolar olarak da artıyor.

Her yıl bu ücrete dolar enflasyonu oranında zam yapılıyor.

Geçmiş yıllarda ABD’de enflasyon yüzde 2’lerin çok az altında seyrediyordu ve bu da her yıl köprü ücretine yüzde 2 civarında zam demekti.

Bu da 1 dolar bile yapmıyordu.

Üç yılda yapılan zam toplamı 3 doları bulmuyordu.

Ancak şimdi işler değişti.

ABD’de enflasyon şu anda yüzde 7,5’e yakın.

Ve böyle giderse bizim tüm KÖİ Projelerine bu yıl dolar bazında ağır zamlar gelecek.

Sadece Osmangazi geçiş ücreti 40 doları bulacak.

Dileyelim ki, FED enflasyonla mücadelede başarılı olsun.

Yoksa toplamı 150 milyar doları bulan bu projelere ödeyeceğimiz para yüzde 7,5 oranında artacak.

***

Gösterge mi yarışma mı!

Türkiye ileri mi gidiyor, geri mi gidiyor görmek istiyor musunuz!

Çok basit bir yolu var.

Tek bir televizyon programına bakın yeter.

O programın adı “Kim Milyoner Olmak İster” ya da eski adıyla “Kim 500 Milyar İster”

Şimdilerde ATV’de yayınlanan bu yarışma 1990’ların 2. yarısında, yanlış hatırlamıyorsam 1997 yılında Kanal D ekranlarında başlamıştı.

Hatta o günlerde Kanal D Genel Müdürü Faruk Bayhan ve yapımcı Fatih Aksoy bu programı benim sunmamı istemi ancak daha sonra çok doğru bir kararla sevgili Kenan Işık’ın sunmasının çok daha iyi olacağına karar vermiştik.

Türkiye’nin nereden nereye evrildiğini görmek için bu yarışmaya bakmak yeterli.

Yarışmacılara değil, yarışmada sorulan sorulara bakmak bile yeterli.

Youtube’da açın ve bu yarışmanın ilk yıllarında sorulan sorulara bakın.

Ve bir de şimdiki sorulara bakın.

Bu fark bile Türkiye’nin kültürel açıdan, genel bilgi düzeyi açısından, yarışmacıların bilgi düzeyi ile ilgili beklentiler açısından nereden nereye geldiğini çok net gösterecektir.

Bir zamanlar Türkiye’nin en önemli yarışma programı olan bu yapım, artık sunucusunu bile güldüren bir komedi programı haline gelmiştir.

Son olarak Türkiye’nin başkentinin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Ankara olduğunu bile bilmeyen bir yarışmacının ortaya çıkmış olması vahim değildir.

Asıl vahamet yarışmayı stüdyodan izleyen yüzlerce kişiden sadece yüzde 40’ının bu bilgiye sahip olduğunun ortaya çıkmış olmasıdır.

Bireysel cehalet ve bilgisizlik her zaman olabilir.

Ama bunun genele şümul olması, asıl felaket budur.

Hem de milli felaket.

***

Hadi artık Terim

Galatasaray’ın mali genel kurulu öncesi, taraftar grupları Fatih Terim’in genel kurula ağırlık koyacağını, kendisini seçim kozu olarak kullanan ve sonra işine son veren Elmas yönetimini devireceğini söylüyorlardı.

Terim, kongreye bizzat gelmedi, oy kullanmadı.

Ama Burak Elmas yönetimi yıkıldı ve bu sonuçta mutlaka ki Terim’e yakın kongre üyelerinin de payı var.

Yıkmak kolay yapmak zordur.

Yerine ne yapılacağını düşünmeden yıkmak ise çok manasız bir iştir.

Ne olursa olsun, şimdi Galatasaray yeni bir yönetim inşa etmek ve geleceğe bu yönetimle yürümek zorunda.

Üstelik süreç de zorlu.

Düşme hattına yakın bir takım, Mayıs ayında futbolculara yapılacak 20 milyon avronun üzerinde bir ödeme, Ağustos ayında ise bankalara ödenecek 200 milyon TL’nin üzerinde bir faiz taksidi.

Ve şu anda elde 2 aday var.

Biri Eşref Hamamcıoğlu, diğeri Metin Öztürk.

Bir de eski Başkan Dursun Özbek var.

Aday olmayacağını söyleyen ama farklı grupların “Ol, ol, ol ol” diye baskı yaptığı isim.

Özbek ise “Tek başıma girersem olurum. Seçim yarışına girmem. Güçlü isimler benimle yönetime girsin. Birlik beraberlik sağlayalım” diyormuş.

Seçime de tam 1 ay var.

Ve şu an ortada bu isim konuşuluyor.

Ve bir kişi ortalıkta yok.

O kişi Fatih Terim.

Büyük Galatasaraylı, Galatasaray’ın simge ismi Terim.

Halbuki tam zamanı değil mi!

Çıkıp “Ben de adayım” ya da “Güçlü bir yönetimin parçası olarak Galatasaray’a hizmet etmek için ben de varım” demenin tam zamanı değil mi!

Hadi Fatih Hocam.

Efsane olmak böyle anlarda ortaya çıkmayı gerektirir.

Hem bak artık Hıncal Uluç bile seni destekliyor.

Daha ne bekliyorsun!

Taraftarlar, hadi biraz baskı yapın Efsane’ye.

Ne bekliyorsunuz!

***

Rusya-Ukrayna düğünü

Rusya-Ukrayna uzlaşma görüşmesi bu kez İstanbul’da yapıldı.

Türkiye için de iyi bir görüntü, iyi bir girişim olduğu aşikar.

Cumhurbaşkanı’nın heyetlere hitabı da, hitabın içeriği de gayet iyiydi.

Fakat bir başka görüntüye takıldım ben.

Allah aşkına, masanın etrafına dizili o sandalyeler neydi öyle!

Büyük bir görgüsüzlükle, büyük bir zevksizlikle, kumaş kılıf geçirilmiş o sandalyeler neydi öyle!

Osmanlı desen Osmanlı değil.

Neydi o Allah aşkına.

Sanki savaşan iki ülke arasında yapılan bir resmi görüşme değil de, 5 yıldızlı otelde yapılan zengin düğünü.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Gazoz efsane, efsaneler gazoz olmadığı zaman. 

Erişilebilirlik Araçları