Beka sorunu olduğunu bir gün herkes anlayacak ama çok geç olacak

Mülkiye Göç Araştırmaları Merkezi Başkanı Prof. Murat Erdoğan’ı daha önce Teke Tek’te konuk ettim.

Düzenli veya düzensiz, Türkiye’deki göçmenlere olumlu açıdan yaklaşmaya çalışan, insani değerleri ön planda tutan bir akademisyen ve konunun Türkiye’deki en önemli uzmanlarından biriydi.

Konuya hep iyimser açıdan yaklaşmayı tercih ederdi.

Murat Hocamızı dün bir kez de Afşin Yurdakul’un programında izledim.

Çok önemli veriler paylaştı.

Benim gördüğüm ise şu oldu.

Murat Erdoğan da konunun vahametinin artık farkında. Meselenin insani boyutunu göz ardı etmemekle beraber, bunun Türkiye için gelecekte büyük bir sorun hatta bir beka sorunu olabileceğine artık o da katılıyor. Ve söylediklerinin özeti şu: “Bu göçmenler hiçbir yere gitmez. Türkiye’de kalır. Herkes hesabını ona göre yapsın.”

190 BİN İSTİSNAİ VATANDAŞ

Murat Erdoğan’ın verdiği sayılara göre Türkiye’de “geçici koruma altında” olarak tanımlanan 3 milyon 746 bin 674 “kayıtlı” göçmen var.

Bunlardan 51 bin 774’ü kamplarda, gerisi kentlerde bizimle beraber yaşıyor.

190 bin Suriyeliye vatandaşlık verilmiş. 104 bin kişi de ikamet izni almış.

Vatandaşlık meselesi ilginç.

Sığınmacıların vatandaşlığa alınması yasal olarak mümkün değil.

Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin teklifi ile olabiliyor. Buna da “istisnai vatandaşlık” deniyor. Ülkeye faydalı olabilecek kişilerin vatandaşlığa alınabilmesi için yapılmış bir düzenleme.

190 bin Suriyeli “istisnai vatandaş” olmuş.

Hangi gerekçi ile belli değil.

1,3 MİLYON ÇALIŞAN, 60 BİNİ KAYITLI

Kayıtlı olarak ülkemizde bulunan Suriyelilerin 1 milyon 200 binini 5 ile 17 yaş arasında okul çağında çocuklar oluşturuyor.

Bunlardan sadece 750 bini okula gidiyor. Geri kalan 450 bini eğitim almıyor.

47 bin 482’si ise üniversiteye devam ediyor.

Çalışan Suriyeli sayısı ise tam bilinmiyor.

Ancak 800 bin ila 1 milyon 300 bin kadarının çeşitli işlerde çalıştığı biliniyor.

Bu çalışanların sadece 60 bini kayıtlı. Gerisi ise kaçak ve her türlü sosyal güvenceden yoksun.

Yapılan anketlere göre Türklerin yüzde 77,6’sı Suriyelilerle hiçbir ortak kültürel özelliğimiz olmadığı kanaatinde. Suriyelilerin yoğun olarak bulunduğu sınır illerine gidildikçe bu oran yüzde 83,4’e kadar çıkıyor.

Türkiye vatandaşlarının yüzde 49’u Suriyelilere çalışma izni verilmemesini, yüzde 55’i ise iş yeri açmalarına izin verilmemesini istiyor.

Ki bence bu hiç insani bir tavır değil.

DÖNMEZLER

Türk halkının yüzde 91’i Suriye normalleşse bile Suriyelilerin en az yarısının asla ülkesine geri dönmeyeceğine inanıyor.

Suriyelilerin kesinlikle geri gönderilmesi gerektiğini düşünenlerin oranı ise yüzde 48. Bu oran 3 yıl öncesinde yüzde 11,5 iken 2020’de 48’e çıkmış. Artış hızına bakılırsa bugün çok daha yüksek olması muhtemel.

Suriyelilerin izole edilmesini talep edenlerin oranı ise yüzde 84,7.

Vatandaşlarımızın yüzde 77,9’u Suriyeli göçmenlerle huzur içinde bir arada yaşayabileceğimize inanmıyor.

“Suriyeli göçmenlere hiçbir siyasal hak verilmemelidir” diyenlerin oranı yüzde 83,8, “Hiçbiri vatandaşlığa alınmamalıdır” diyenlerin oranı ise yüzde 71,8.

Türkiye’deki Suriyelilere sorulduğu zaman alınan yanıtlar ise ilginç.

Erkeklerin yüzde 54,6’sı, kadınların ise yüzde 4,6’sı çalıştığını söylüyor.

Son 1 yıl içinde bir kurum veya kişiden yardım alanların oranı ise yüzde 46,2.

Yüzde 64’ü hem Türkiye hem Suriye vatandaşlığı almak ve çifte vatandaş olmak istiyor.

YÜZDE 80’İ DÖNMEYECEĞİZ DİYOR

Ve geldik zurnanın zırt dediği yere.

“Suriye’ye hiçbir şekilde dönmeyi düşünmüyorum” diyen göçmenlerin oranı yüzde 77,8.

“Suriye’de isteğimiz gibi bir yönetim iş başına gelirse o zaman dönerim” diyenlerin oranı ise yüzde 16. Bu oran 2017’de yüzde 59,6 imiş.

Benim yıllar önce UNHCR verilerine dayanarak yazdığım “5 yılı aşan göçmenlerde geri dönüş yüzde 20’yi aşmıyor. Yüzde 80’i göç ettiği ülkede kalıyor” tespitinin ne kadar doğru olduğu da bu verilerle ortaya çıkmış oluyor.

GÖRMEK İÇİN TAKSİM’E GELİN

Peki hal böyle iken nasıl bir Türkiye bizi bekliyor diye merak ediyorsanız, çok da merak etmenize gerek yok.

Bunu deneyimleme imkanına sahipsiniz.

Yarın Taksim’e gelin, bir tur atın.

Oradan İstiklal Caddesi’ne girip Tünel’e doğru yürüyün.

Göreceğiniz manzara, Türkiye’nin atisi, geleceğidir.

***

Kaşıkçı davası

Amerikan vatandaşı Suudi gazeteci Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı, Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda, Suudi Arabistan’dan gelen bir infaz ekibi tarafından öldürülmüş, cesedi ne şekilde olduğu belirsizliğini koruyan bir biçimde yok edilmişti.

Olay ortaya çıkınca Türkiye buna büyük tepki göstermiş, haklı olarak ortalığı ayağa kaldırmış, Suudi Arabistan ve ülkeyi yöneten veliaht prensi hedef alınmıştı.

Uluslararası tepkiler de büyüktü.

Daha sonra ABD bir şekilde Suudi Arabistan’la uzlaştı, 180 milyar dolarlık silah satış anlaşması yaparak konunun üzerine gitmekten vazgeçti.

Türkiye ise buna çok kızdı ve onurlu tavrını sürdüreceğini ilan etti.

Ancak işler giderek değişiyor anlaşılan.

Şöyle ki, İstanbul’da görülmekte olan Kaşıkçı cinayeti davasında “ilginç” bir gelişme yaşandı bugün.

Davanın savcısı “Yargılamanın sona erdirilerek dosyanın Suudi Arabistan’a devredilmesine ve yargılamanın orada sürdürülmesine karar verilmesini” talep etti.

Yani dosyanın kapanmasını, Suudi Arabistan devleti tarafından yollanan katillerin, Suudi Arabistan devleti tarafından yargılanmasını.

Herhalde, Türkiye gibi bir ülkede, bir savcının bu talebinin kendi kafasından çıktığını düşünecek kadar saf değilsiniz.

Dünün koşullarında böyle bir talepte bulunmak, kafadan çok daha başka bir organ isterdi.

Bugünün koşullarında böyle bir talep geliyorsa, biliniz ki, Türkiye makas değiştirmiştir.

Elbette böyle şeyler olabilir.

Belli ki, Türkiye de ABD’nin izinden gitmektedir.

Onlar bu meseleyi 180 milyar dolarlık bir anlaşma ile unuttular.

Şimdi benim merak ettiğim, Türkiye’nin bu “onur meselesinden” kaç para karşılığında  vazgeçtiğidir.

Fiyatı bilmek hepimizin hakkıdır.

***

Tokat, soytarılık, ilkesizlik

Will Smith’in Hollywood’da attığı tokadın Türkiye’de bu kadar ses çıkarmış olması ilginç.

En eğlenceli olan bir televizyon programında askeri stratejistlerin ve araştırmacıların, ellerinde sopalarla bu konuyu incelemesi olmuş.

Millet kızıyor, “Vay efendim böyle kepazelik olur muymuş.”

O ve benzeri programlarda olan kepazelik keşke hep bu kadar olsa, topluma zararsız bir kepazelikten kime ne!

Gülün geçin. O programı da zaten komedi programı olarak izleyin.

Üstelik programın sahibinin hem yazılarının hem programlarının içerik belirleyicisinin sosyal medyadaki TT’ler olduğunu bilmiyor musunuz!

Bir başka tartışma ise iki kadın arasında.

Bir kadın sanatçı Will Smith’in eline sağlık dedi.

Kadın gazeteci ise “Şiddete nasıl onay verirsin” diye kızdı ona.

İkisi de haksız bence.

O olay Türkiye’de olsa, bir Türk erkek sanatçı, eşiyle dalga geçtiği için sahnede sunucuya tokat atsa ve o sunucu bugün Will Smith’e hak veren kadın sanatçının arkadaşı olsa yine hak verir miydi yoksa “vandal terbiyesiz” diye kendisine dalar mıydı!

Ona tepki gösteren kadın gazetecimizin ise tepkilerinin aynen o kadın sanatçı gibi “adamına ve duruma göre” olması ise ayrı bir gerçek.

Ama zaten bu ülkede her şey adamına ve durumuna göre değil mi!

İlkeli duruştan memnun olan bir kişi bile gördünüz mü!

Ha bu arada sen bu konuda yorum yapmadın diyenlere.

Vallahi yapasım gelmedi.

Normalde sahneye çıkıp kimseyi tokatlamam.

Ama eşim çok kızar ve şuna vur derse gider vururum.

Ama biliyorum ki, eşim böyle bir şey istemez.

Çok kızmışsa kendi işini kendi halleder, onun da şiddet değil zeka içereceğini zannederim.

***

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Takıntıya ve akıntıya kapılmanın insanı yanlış yerlere sürükleyeceğini anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları