Böyle bir karaktere muhtaç olmak

Günlerdir gündem eski bir TSK mensubu, Mehmet Ali Çelebi.

Tanınmış bir isim.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde teğmenken Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklandı.

Cezaevine girdi.

Yargılama sonunda beraat ederek serbest kaldı.

Zaten o dava sürecinde tanındı.

Cezaevinde kıyılan nikahında, insan sarraflığı ile tanınan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu şahitliğini yaptı.

Sonra kendisini Parti Meclisi’ne aldı.

2018 seçimlerinde de milletvekili adayı gösterdi ve seçildi.

Sonra istifa etti.

Biraz sallandı, biraz kıvırdı.

Dün de AK Parti’ye intisap etti.

Ergenekon tutuklamaları süreci sırasında bu köşeyi okuyan dikkatli okurlar hatırlayacaktır.

Bazılarının algı ile inandırmak istediğinin tam aksine, o dönemde haksız tutuklamalara karşı haksızlığa uğrayanların yanında olmuştum.

Başta Çetin Doğan olmak üzere pek çok komutan, onların içeri tıkılmasından sonra haksızlığa karşı örgütlenen komutan eşleri hep Teke Tek’e çıkıp haksızlıkları, hukuksuzlukları ile getirmişlerdi.

Çetin Doğan’ın o günlerde konuşacak yer bulamayan kızı Pınar Doğan Rodrik ve eşi Dani Rodrik Teke Tek’e çıkıp aile büyüklerine yapılan hukuksuzluğu anlatmışlardı.

Buna karşılık o günlerde söylediğim bir şey daha vardı.

“Bu tutuklamalar sahte kahramanlar yaratıyor.”

Tanıdığımız, ciğerinin kaç kuruş ettiğini bildiğimiz birtakım isimler Ergenekon’dan tutuklanmak suretiyle “Adam zannedildiler”.

Geçmişlerindeki ve içlerindeki tüm pislikler uğradıkları haksızlık nedeniyle unutuldu, kirli sicilleri silindi.

Bunların gerçek yüzünü bilmeyen toplum tarafından “kahramanlaştırıldılar”.

Sonra da siyasette ve medyada bazen her ikisinde birden bunun ekmeğini yemeye başladılar.

Bunlardan bazılarının maskesi kısa sürede düştü, bazılarınınki biraz daha zaman aldı.

Ama sonunda herkes aslına rücu etti ve ediyor.

Mehmet Ali Çelebi de bunlardan biri.

Kendisini 2016 yılında bir kez Teke Tek’e konuk ettim, bir daha da davet etmedim.

Adını koyamadığım, olmamış bir şeyler vardı kendisinde.

Hissettim ve editörlerimden bir daha çağırmamalarını istedim.

Ve o Mehmet Ali Çelebi şimdi AK Parti’de. Olabilir, AK Parti de Türkiye’nin partisi.

Üzücü olan Mehmet Ali Çelebi’nin siyasi ve fikri savrulması değil. Rahatsız edici olan AK Parti’nin böyle bir karaktere kapılarını açması, Türk siyasetinin en büyük partisinin böyle bir karaktere muhtaç olması.

İçişleri Bakanı Soylu’nun böyle bir karakter için tweetlerini silmek zorunda kalması.

Ve tabii daha da vahim olanı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin durumu.

Onca sınav, onca seçme, onca eğitim ve böyle adamlar TSK içinde.

FETÖ’cüler, şeriat yanlıları, Atatürk karşıtları, Cumhuriyet düşmanları, darbeciler.

En tepelere kadar çıkabilmişler.

Bazen insanın Bülent Arınç’ın bu konudaki sözlerine hak veresi geliyor.

Çelebi’ye geri dönersek.

Yarın öbür gün HDP’ye katılmak isterse hiç şaşırmam.

Ama eminim ki, HDP yüz vermez.

Ama Kılıçdaroğlu yeniden bağrına basabilir.

Ona da şaşırmam.

***

Vize yok da pasaport var mı!

Avrupa Parlamentosu’ndaki Türk grubu, Türk vatandaşlarının yaşadığı vize sorunu ile ilgili olarak bir tasarı hazırlamış ve tasarı AP’de kabul edilmiş.

Güzel mi?

Güzel.

İşe yarar mı?

Yaramaz.

Avrupa’da hiçbir ülkenin yönetimi, Avrupa Parlamentosu’ndaki kararları takmaz, ciddiye almaz.

Sorun ancak Dışişleri Bakanlığı’nın girişimi ve karakterli bir duruşla çözülür.

Vatandaşlarını vize kuyruklarında süründürüp, parasını alıp vizesini vermeyen ülkelerin vatandaşlarını pasaport bile istemeden sınırından geçiren bir ülkeyi kimse ciddiye almaz.

Zaten baktığınız zaman hükümetin de çok umurunda değil bu iş.

Çünkü kendilerinin kırmızı pasaportu var.

Sevdikleri işadamlarına da zaten yeşil pasaport vermişler.

Bürokratlarının da yeşil pasaportu var.

Çok sevdikleri bürokratları bir de büyükelçi yapıp kırmızı pasaportu da veriyorlar.

Bir de gri pasaport icat etmişler gazeteciler gibi bazı meslek grupları için.

Geriye kim kalıyor?

Siz ve ben.

Biz vize almışız, almamışız umurlarında mı!

Hatta muhtemelen vize alamıyor olmamız iktidarın işine geliyor, yurt dışına gidip para harcayamıyoruz.

Öğrencilerimiz gidip yurt dışındaki okullara para vermiyorlar.

O yüzden de bu işi çözmek için hiçbir ciddi girişimde bulunmuyorlar.

Ha, diyelim ki Avrupa ülkeleri dedi ki, “Tamam lan, veriyoruz vizeleri. Herkese”.

Asıl o zaman takke düşüp kel görünecek.

Vize almak için gerekli pasaportu veremiyor devletimiz vatandaşlarına.

Hadi gidip pasaport almaya kalkışın bakalım.

Kaç günde alabileceksiniz.

Pardon kaç ayda diyecektim…

***

Vatandaşlarınız umurunuzda mı!

Ben korkuyorum dedikçe daha da korkmamı gerektirecek bir şeyler oluyor.

İşte yine bir olay.

Yabancı uyruklu kağıt toplayıcı, el arabasıyla yolu kapamış.

Bir sürücü otomobiliyle geliyor.

Bir süre bekliyor.

Sonra aradan geçmeye çalışıyor ama kağıt toplayıcı yolu öyle ortadan kapamış ki geçemiyor.

Korna çalıyor.

El arabasının çekilmesini istiyor.

Kağıt toplayıcı bir anda nereden çıkardığı belli olmayan bir pala ile otomobilin sürücüsüne saldırıyor.

Kolunu kesiyor. Boğazını kesip öldürmesinin önünde hiçbir engel de yok.

Ve elbette ki, bu kağıt toplayıcı bir sığınmacı.

Ülkesinin Türkiye’ye boşalttığı çöplerden biri.

Yol isteyen sürücüyü öldürmesinin önünde bir engel yok, hapis cezası bunlara ceza değil.

Ve bilmem dikkat ediyor musunuz kağıt toplama işi giderek bunların tekeline geçiyor.

Benim mahallede yıllardır kağıt toplayan, akşam saatlerinde gelip dükkanların attığı kolileri, kutuları alan, benim de ahbaplık ettiğim bir genç adam vardı.

Bir yılı aşkın süredir görünmüyordu.

Geçenlerde Dolapdere’de rastladım.

“Ne oldu başka iş mi buldun” dedim.

“Yok Fatih Abi ne başka işi. Afganların yüzünden bölgeyi terk ettim. Devam etseydim kesin bıçaklayacaklardı” dedi.

Durum tam olarak budur.

Ve gördüğüm o ki, Türkiye’yi yönetenlerin hiç ama hiç umurunda değildir.

***

Davet ve icabet

Sevgili gençler.

Hemen her gün on kadar mail yolluyorsunuz Habertürk’teki iletişim adresime.

Üniversitelerinizdeki kulüplerin etkinliklerine davet ediyorsunuz.

Öyle ki bazen aynı anda aynı üniversitenin birkaç farklı öğrenci kulübüne konuşmacı, moderatör, izleyici olarak çağırıyorsunuz.

Şu anda bu şekilde 200 kadar davet var önümüzdeki birkaç ay için.

Değerli kardeşlerim.

Haftanın 6, bazen 7 günü yazı yazıyorum.

En az üç günü televizyon programım var.

Bunca işin arasında ne yazık ki, bu davetlerin hepsine icabet etmem mümkün değil.

Birine katılıp, diğerine katılmasam haklı olarak “Ama onlara gittin” diyeceksiniz.

Bu yüzden de şöyle bir karar aldım.

Bu davetlerin hiçbirine katılmıyorum.

Haksızlık, adaletsizlik olmasın diye.

Sadece ve sadece o da yılda bir iki kez Habertürk’ün içinde olduğu etkinliklerde bulunuyorum.

Umarım kusura bakmazsınız.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İnsanlığımızdan utanmak zorunda bırakılmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları