Fazla geçiş için fark ödenmiyor, fazla geçişi hesaptan düşüyor

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanı Yunus Emre Ayözen dün bir mesaj yolladı.

Genç yönetici Ayözen bir süre önce ziyaretime gelmiş ve benim bazılarını çok eleştirdiğim KÖİ projeleri ile ilgili geniş bilgiler vermişti.

Bazı sözleşmelerle ilgili eleştirilerimin bir bölümüne katılmakla beraber, genel olarak eskiden yap işlet devret dediğimiz, yeni adıyla Kamu Özel İşbirliği projelerinin çok doğru işler olduğunu, mesela bizim çokça eleştirdiğimiz Zafer Havalimanı işinin, müteahhidin aleyhine, devletin ise lehine bir iş olduğunu anlatmıştı.

Ben Yunus Emre Ayözen’in verdiği bilgileri derleyip, sizlerle paylaşmaya hazırlanırken araya başta deprem olmak üzere üzücü başka gündem maddeleri girince, ben de bunları sizlere aktaramamıştım.

Ayözen, bana daha önce vermiş olduğu tabloları hatırlatarak “Garanti geçiş sayılarına ulaşıldıktan sonra, bu sayının üzerindeki geçişler için bir fark ödenmesi söz konusu değil. Yani Osmangazi Köprüsü’nde 40 bin geçiş için aradaki farkı veriyoruz ama sonrasındaki geçiş sayısı kaç olursa olsun bir fark ödememiz söz konusu değil. 40 binin üzerindeki her geçiş 10 dolar ücret ile garanti edilen 48 dolarlık ücret arasındaki farkı kapatıyor. Hatta hatırlarsanız otoyolun bazı kesimlerinde garanti edilenin 2 katı araç geçtiğini ve buralardan toplanan fazla ücretin köprü tarafındaki farkı kapattığını anlatmıştım. Garantiye ilave herhangi bir ücret fazladan görevli şirkete ödenmiyor. Tam aksine fazladan tahsilat, garanti ücretten mahsup ediliyor.”

Ayözen’in ifadesinden yola çıkarak bir hesap yapmak gerekirse.

Köprüden geçecek 40 bin araç için garanti ödeme araç başı 48 dolardan toplam 1 milyon 920 bin dolar.

Köprüden 100 bin araç geçerse geçiş ücreti olarak toplanacak para 1 milyon dolar.

Bu durumda kamunun müteahhide kapatması gereken fark 920 bin dolar.

Otoyolun farklı kesimlerindeki fazladan gelirler de hesaba dahil edilince, faturanın daha da düşmesi mümkün.

Yani aslında ekonomi iyi yönetilmiş ve TL bu denli değer kaybetmemiş olsa belki de köprüler ve otoyolların fiyatları dolar bazında daha yüksek tutulabilecek ve zarar daha da az olabilecekti.

Tabii öngörülerin ya da fizibilite hesaplarının ne kadar tuttuğunu, yıl sonunda işletmeci şirketle nihai hesaplaşmaya oturulduğunda ortaya çıkacak ödemeyi rakamı ile göreceğiz.

Ancak şurası bir gerçek ki, kamu yönetiminde şeffaflık çok ama çok önemli.

Her şeyi gizli kapaklı, sır gibi yapınca biz de gazeteci olarak en kötü olasılığa göre hesap yapmak zorunda kalıyoruz.

Oysa şeffaflık “Yahu o kadar da kötü değilmiş” de dedirtebiliyor.

Tabii yapılan iş doğru ise.

Genç kamu yöneticisi Yunus Emre Ayözen’e bilmemiz gereken bu verileri açık yüreklilikle ve özgüvenle benimle paylaştığı için de ayrıca teşekkür ederim.

Ayözen’in benimle paylaştığı İstanbul-İzmir Otoyolu ve Osmangazi Köprüsü fizibilite raporları ve grafiklerini ben de sizinle paylaşıyorum.

Bu veriler iktidar değişikliği sonrası, yeni iktidarın da çok işine yarayacaktır diye düşünüyorum.

TRT ekranında bir terörist

TRT bir skandala daha imza attı.

Geçen seçim öncesi Türkiye’de aranan ve mahkumiyeti olan bir terör örgütü üyesi ile, Abdullah Öcalan’n kardeşi Osman Öcalan’la röportaj yaparak yayınlayan TRT, bu kez de PKK’nın hayattaki 5 kurucusundan biri, KCK yürütme kurulu üyesi Duran Kalkan’ı ekrana taşıdı.

Hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aynı akrana.

Acaba bunu yapan bir başka televizyon olsa idi, RTÜK buna ne derdi çok merak ediyorum.

Bırakın RTÜK’ü 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. Maddesine göre, TRT’nin yaptığı açıkça suçtur.

Üstelik de terör örgütü yöneticisinin, Cumhurbaşkanı ile aynı ekranda gösterilmesi iyiden iyiye rezalettir.

Tabii “Yok mu bir savcı” diyemeyeceğim.

Çünkü savcıların, bu gibi konularda soruşturma açması artık kendi inisiyatiflerinde değildir.

Yukarıdan izin gerektirmektedir.  

F-35’ler hayal olunca…

TCG Anadolu adlı gemi bir süredir görücüye çıkmış vaziyette.

Halkımız merakla bu gemiyi geziyor.

Bazı eski askerler gemiyi eleştiriyor, İspanyol ikizinin bazı arızaları olduğunu söyleyip, bu geminin de arızalı olduğunu iddia ediyorlar. 

Arızalar dizayndan değil imalattansa, biri arızalı diye bu da arızalı olacak değil. Yapısal bile olsa düzeltilmiş olması mümkün. 

Peşin peşin gemimizi karalamak doğru değil. 

Ancak bu gemi bazılarının söylediği ve bazılarının da anladığı şekilde bir “uçak gemisi” falan da değil.

ABD’nin, Fransa’nın, İngiltere’nin, İspanya’nın da deniz kuvvetlerinde bulunan ve zaten İspanyol işbirliği ve dizaynı ile Türkiye’de yüzde 70 oranında yerli katkı ile üretilen bir LHD (Landing Helicopter Dock) yani bir tür çıkarma amaçlı helikopter gemisi.

Altında küçük çıkarma gemileri için bir hangarı ve üzerinde de helikopter inip kalkması için bir pisti bulunan bir amfibik maksatlı gemi.

İngiliz Harrier uçakları olan ordular, bu gemiyi Harrier’lerin inip kalkması için de kullanıyorlar.

Eğer Türkiye, düşürdüğü Rus uçağının diyeti olarak S400 hava savunma sistemlerini almak zorunda kalmamış ve F 35 projesinden haksız bir biçimde atılmamış olsa idi, TCG Anadolu F35’lerin dikine iniş kalkış yapabilen, yani havalanmak için bir piste ve bir fırlatıcıya ihtiyaç duymayan modeli F-35 B’lere üs olacaktı.

TCG Anadolu’yu sipariş eden Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, bu gemiye konuşlanmak üzere 32 adet de F-35 B almak istiyordu.

Bu gemide hem F-35’ler hem de kısa mesafeden havalanma imkanına sahip İHA ve SİHA’lar birlikte konuşlanabilirdi. Şu anda insansız savaş uçağımız olma yolunda ilerlediği söylenen Kızılelma’nın bu geminin kısa pistinden havalanıp havalanamayacağını açıkçası henüz bilmiyoruz. 

F-35’ler şimdilik hayal olunca, bu gemiye “İHA ve SİHA” gemisi demek zorunda kaldık.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Siyaset diyet istemek haline gelmediği zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları