Togg yerli bir markadır

Togg’dan Habertürk yönetimini aramışlar, bilgi vermişler.

Markanın servis noktası olarak belirlenen Bosch servis istasyonlarında, otomobilin sadece elektrik-elektronik aksamına değil, mekanik aksamına da servis verilecekmiş.

Kaporta ve boya işleri de yine aynı Bosch servis noktalarında yapılacakmış.

7 bölgede, 23 şehirde servislerle anlaşılmış.

İstanbul’da 7, Ankara, İzmir, Bursa ve Antalya’da ise 2’şer adet servis noktası olacakmış.

Hayırlısı.

Bu arada ne zaman Togg ile ilgili bir şeyler yazsam, gerek mail, gerek sosyal medya yolu ile okurlar yorum yapıyor ve soru soruyorlar.

En çok sorulan soru ve yapılan eleştiri ise “Sizce Togg yerli mi?” oluyor.

Evet, Togg “yerli” bir marka.

Yüzde 100 yerli.

Bunu söylediğim zaman “İçindeki yerli parça oranı yüzde 51” diyorlar.

Doğru içindeki yerlilik oranı yüzde 51.

Yüzde 68 yerlilik oranına sahip Hyundai i20’nin altında.

Yüzde 66 yerlilik oranına sahip Hyundai Bayon’un altında.

Yüzde 64 yerlilik oranına sahip Fiat Egea’nın altında.

Peki Hyundai ve Fiat yerli otomobil mi!

Hayır değil.

Biri Güney Kore, diğeri İtalyan markası.

Togg’daki yerlilik oranı daha düşük ama Togg bir Türk markası.

Keza Türkiye’de üretilen Ford kamyonların yüzde 90’a yakını Türkiye menşeli parçadan oluşuyor.

Ford yerli otomobil diyebilir miyiz!

Togg için de yerli otomobilden çok yerli marka demek daha doğru.

Bu durum dünyadaki hemen tüm markalar için geçerli.

Togg daha yerli olabilir miydi!

Olabilirdi.

Togg’un en hayati aksamları pil, motor ve elektronik aksam ve dijital ekranlar.

Türkiye’deki elektrik motoru üreten çok başarılı firmalar var. Elektrikli otomobil üretme stratejik olarak belirlendiği zaman bu firmalara daha çok destek verilip, bu araçlarda kullanılacak yüksek verimliliğe sahip elektrikli motorlar üretmeleri için teşvik edilebilirlerdi.

İstikrarı siyasette değil, hukukta aramayı akıl edebilmiş olsaydık, Vietnam’a giden çip yatırımları belki bize gelebilirdi.

Vestel’in patronu Ahmet Zorlu, 15 yıl önce “Vestel, Beko, Arçelik olarak milyarlarca dolarlık ihracat yapıyoruz. Bizim tek başımıza gücümüz yetmez ama devlet destek verirse, dijital ekran fabrikasını ortaklaşa kuralım. Sattığımız her televizyon için Kore’ye para kazandırıyoruz. Bu para da Türkiye‘de kalsın” diye yırtındı.

Türkiye’yi yönetenler onu dinlemiş olsa ve parayı betona değil, üretime gömmüş olsaydı bugün Togg’un içini boydan boya kaplayan o ekranlar da yerli olabilirdi.

Ortalıkta pek görünmeseler ve sanki otomobilin üreticisi 5 babayiğit değil de, hükümetmiş gibi görünse de, sonuçta Togg üretiminde kullanılan yerli parça oranı düşük ama “Yerli” bir markadır.

Önemli olan yerli bir marka olarak ayakta ve hayatta kalabilmesidir.

Terim adıyla saadet zinciri

Bir banka şube müdiresinin “Fatih Terim Fonu” adı altında bir saadet zinciri kurup, milyonlarca dolar toplaması ve sonunda işin bir yerde patlaması günlerdir konuşuldu.

Ben de dün paraları toplayan banka müdiresinin, Terim’in avukatı Candaş Gürol’un sevgilisi olduğunu yazdım ve muhtemelen Terim’in bankacı kadınla bu şekilde tanışmış olduğunu düşündüm.

Durum bunun tam tersi imiş.

Dün Av. Candaş Gürol aradı ve anlattı.

“Doğrudur. Benim Seçil Erzan ile kısa bir ilişkim oldu. Ancak Erzan’ı Terim’le ben tanıştırmadım. Tam aksine, ben Seçil Erzan ile Fatih Terim’in bir yakını tarafından tanıştırıldım. Terim ve diğer mağdurlar ile Erzan arasındaki para ilişkisi benim kendisi ile tanışmam ve arkadaşlık kurmamdan çok önce başlamıştı ve ben Seçil Erzan’la ilişkimi noktaladıktan sonra da sürdü”  dedi.

Candaş Gürol, Seçil Erzan’la arkadaşlığı başlamadan önce Terim’e durumu aktardığını, bir anlamda iznini aldığı ve ayrılırken de yine Terim’e söylediğini anlattı.

Terim’in avukatlığını yaptığını ama etik nedenlerle bu davayı üstlenmediğini de aktardı.

Daha sonra ilgili bankanın üst yönetiminden de aradılar.

Seçil Erzan’ın bankalarında şube müdürü olduğunu ama kurduğu iddia edilen fonun bankaya ait bir fon olmadığı, paraların bankaya yatırılmadığını ve yüksek getiri vadeden Seçil Erzan’a verildiğini, Seçil Erzan ile Terim arasında yakın bir dostluk ilişkisi bulunduğunu, Terim’in Erzan’ın Bozcaada’daki evinde misafir olarak kaldığını, futbol camiasındaki ünlü isimlerin de buraya Terim’in varlığına güvenerek para koyduğunu ama bunun bir bankacılık işi değil, bir saadet zinciri olduğunu ve yüksek getiri vaadiyle bu kişilerin kandırılmasının banka ile bir ilişkisinin olmadığını anlattı beni arayan bankacı.

Bankanın kayıtlarında görünmeyen bu paraları ödemesi halinde banka sorumlularının suç işlemiş olacağını, bu yüzden de bu paraların ödenmesinin mümkün olmadığını da ekledi.

Anlaşılan o ki, futbolcular yıllardır alın teri ve büyük emekle kazandıkları paraları nasıl değerlendireceklerini bilemeyince, hocalarının peşine takılmışlar.

Ve hep birlikte yanmışlar.

Arda’dan Emre’ye, Selçuk’tan Semih’e pek çoğunun milyonlarca doları gitmiş.

Bazıları paralarının bir bölümünü geri alabilmiş ama alınamayan para bile onlarca milyon dolar.

Muslera ise 750 bin dolar kaptırmış.

Herhalde son iki maçta aklı oradaydı.

Muslera’nın 750 bin doları Galatasaray’a 5 puana maloldu.

Yasallık ve etik

Darbe girişimi gecesinden bu yana iktidara oldukça yakın hale gelen bir gazeteci, hayvancılıkla uğraşanlar için devletin vermeyi taahhüt ettiği 3.5 milyon TL hibe için başvurmuş ve başvurusu yerinde görülerek bu paraya hak kazanmış.

Durum ortaya çıkıp, eleştiriler başlayınca da “Ne var canım bunda. Her şeyim yasal. Yatırım yapan ve şartları yerine getiren herkese veriliyor. Üstelik Bill Gates bile tarıma yöneldi” diye kendini savunmuş.

Bildiğimiz kadarı ile Bill Gates gazeteci değil, iş adamı.

Benzetmesi biraz akıl ve izan dışı olmuş.

Evet, bu hanımefendinin yaptığı iş yasal.

Her Türk vatandaşının başvurup, şartları yerine getirirse alabileceği bir hibeyi almış.

Ama buna hak kazanmasında gazeteci olmasının, gazeteciliği yapış biçiminin etkisi var mı!

Bunu asla bilemeyiz.

Medya patronları devletle iş yapmalı mı diye tartışılan bir ortamda, gazeteci, gazetecilik dışı bir iş alanında devletle akçeli işlere girmeli mi sorusunu sormak bile abes.

Elbette yapmamalı.

Doğrudur, yaptığı iş yasaldır.

Ama bu gazetecinin de çok iyi tanıdığını zannettiğim bir iş adamına yıllar önce söylediğim bir şey vardır.

“Yasal olan her şey etik yani ahlaki olmayabilir.”

Bu da öyle işlerden biridir.

Prim

22 yıl önce.

Galatasaray’ın 2. Başkanlık koltuğunda oturuyorum. Başkan da Mehmet Cansun.

Takım şampiyonluğa gidiyor.

Fenerbahçe ile çok önemli bir deplasman maçına çıkacağız.

Bir önceki maçta Şükrü Saraçoğlu’nun koridorlarında oyuncularım tartaklandığı için, geniş güvenlik önlemleri altında ve noter eşliğinde kameralarla stada girdik.

Soyunma odasına vardık.

Hayatımda ilk defa maç öncesi soyunma odasına girmiş oldum.

Burada Başkan Cansun takıma bir konuşma yaptı ve hiç böyle bir kararımız olmadığı halde “Kazanırsanız 500 bin dolar prim veriyoruz” dedi.

Prim oyuncular tarafından alkışlarla karşılandı.

Ve biz de soyunma odasından çıktık.

Cansun döndü, “Ne diyorsun. Prim açıklamakla iyi yaptım değil mi?” dedi.

Ben de kendisine döndüm ve “Çok iyi yaptın. Bu maçı kaybedeceklerine kesin gözüyle baktığımızı hepsine söylemiş oldun” dedim.

“Niye yahu” dedi.

“Mali durumumuzu onlar senden daha iyi biliyor. Değil 500 bin 5000 dolarımız yok verecek. Bu halde 500 bin dolar prim demek, kazanamayacağınızı bildiğimiz için bol keseden atıyoruz demek. Bu maçı kaybederler” dedim.

Nitekim öyle de oldu.

Hakemin de katkısı ile maçı kaybettik.

Dün kaybettiğimiz Beşiktaş maçının primi 1 milyon dolar olarak açıklandığı zaman aklıma niyeyse 22 sene önceki o gün gelmişti.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Sandıktan algı çıkmayacağını anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları