Doçent yaptığınızın yaptığı evde çocuklarınız ölecek!

Anlaşılan o ki, liyakatsizliğe verilen değer, mevcut iktidarın son gününe, son anına kadar devam edecek.

O an ne zaman ise.

Belki hatırlayacaksınız, 30 Ağustos özel programı için gittiğim Afyon’da gençlerle sohbet ettiğimi yazmıştım.

Üniversiteden yeni mezun olan ya da mezun olmaya hazırlanan gençler, iş için kamuya hemen başvurmayacaklarını, iktidar değişikliğinden sonra başvurmayı planladıklarını, çünkü bu dönemde eskaza işe alınırlarsa, AK Partili olarak damgalanacaklarını ve bunun hayat boyu üzerlerinde kalacağını söylemişlerdi.

Ben de şaşırmıştım.

Ama önümüze gelen olaylar gençlerin haklı olduğunu, kamuda siyasi parti yandaşlığının, liyakatin çok çok önüne geçen bir dönem yaşadığımızı gösteriyor.

Hala, giderayak, seçime 5 kala. Yağmadan mal kaçırırcasına.

Bu kez olay yeri İstanbul Üniversitesi.

Bölüm İstanbul Üniversitesi Mimarlık Fakültesi.

Atamanın yapılacağı yer doçentlik kadrosu.

Atanacak kişi, doçent olacak ve ardından deprem ülkesi Türkiye’de mimarlık eğitimi verecek.

Doçentlik kadrosu için başvuran bir aday, jüri önüne çıkıyor.

Yapılan görüşme sonunda jüri üyelerinin tamamı mülakata katılan kişinin ilgi alanın gerektirdiği koşulları sağlamaktan çok uzak olduğuna ilişkin görüş belirtip, aday hakkında olumsuz rapor veriyor.

Üstelik adayın, ön koşulları dahi sağlayamadığı, normalde jüri önüne dahi çıkmaması gerektiği, inceleme komisyonu tarafından tespit edilerek, üniversite yönetimine önceden bildirilmiş.

Buna rağmen jüri önüne çıkarılmış ve jüri de olumsuz rapor vermiş.

Sonuç şu.

Üniversite yönetimi jüri kararını açıklamamış.

Üç jüri üyesinden ikisinin raporları ortadan kaldırılmış.

Onların yerine iki yeni jüri üyesi atanmış.

Bu iki yeni iki üyenin olumlu rapor vermesi ile atama kararı üniversite yönetim kuruluna sunulmuş.

Bu rezalet üzerine, İstanbul Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Kutgün Eyüpgiller durumu anlatan ve adayın A grubu 200 puanı olması gerekirken 149 puana sahip olduğunu, jüri üyelerinin olumsuz raporlarının ortadan kaldırıldığını, jüri üyelerinin değiştirilerek raporun zorla olumluya çevrildiğini, bu gelişmeleri dekan olarak hayretle öğrendiğini ve bu durumun kabul edilemez olduğunu üniversite rektörlüğüne bildirmiş.

Bir yanıt almış mı bilemiyorum.

Aldığını da zannetmiyorum.

Doçentlik kriterlerine haiz olmayan, sınavı geçemediği halde bu dönem alışık olduğumuz bir uygulama türüyle sınavı geçmiş gibi yapılan bir kişi deprem ülkesi Türkiye’de mimarlık dersi vermek üzere doçent yapılıyor.

Bu düzen sürerse üç vakte kadar profesör, dört vakte kalmaz dekan da olur.

Siz de enkaz altından “Sesimi duyan var mı” diye bağırırsanız.

Hala meseleyi soğan, patates zannedenlerin anlamadığı budur.

Soğan sadece bir simgedir.

Not: Doçent yapılan kişinin adı Çiçek Akçıl Harmankaya. Yarın öbür gün bir projesi önünüze falan gelir. Aklınızda bulunsun.

Yerli ve milliliği Pakistan’a sorsak mı!

Savunma Sanayii konusunda sürekli bir övünme içindeyiz.

Elbette ki, bu alanda önemli işler yapılıyor, 1970’lerde başlatılan hamlenin meyveleri toplanıyor.

Bu konuda eleştirinin dozunu kaçıranlardan da değilim.

Hatta okudunuz, gidip Altay tanklarının geliştirildiği ve seri üretim öncesi “Yeni Altay Tankı”nı geliştirildiği Arifiye’deki tesisi gezip, sizlere anlattım.

Yerli tank ve ağır hizmet motorlarının gelişimini paylaştım.

Gurur da duydum.

Ancak savunma sanayiinin geneli ile ilgili sürekli vurgulanan yerlilik ve millilik artık hepimizi aptal yerine koyma noktasına geldi.

Çok övündüğümüz İHA ve SİHA’larımızın yerlilik oranı kaç?

Motorunu, avioniclerini, hedef belirleme elektroniklerini, optiklerini, lazerlerini geçtim, gövdesinde kullandığımız kompozit malzemenin ne kadarı yerli…

Biliyorum ki, bu araçlarda en önemli şey yazılım ve oradaki yazılım bizim ama o yazılımı yüklediğimiz bilgisayarların içindeki yerlilik ne!

Hadi onu geçtim.

TCG Anadolu’nun aynısından yapıp, bir başka ülkeye satma hakkımız var mı, yoksa bunun için İspanyollardan izin almak zorunda mıyız!

Pistlerde gezdirdiğimiz ve bir gün havalanmasını umduğumuz MMU’ların ya da eğitim uçağımız Hürjetlerin motorları nereden geliyor!

Yarın MMU’ya takmak zorunda kalacağımız avionicleri kim üretecek?

Hadi hepsini geçtim.

Pakistan’a “yerli ve milli” dediğiniz T 129 Atak helikopterleri satacaktık.

Anlaşma da tamamdı.

Ne oldu niye satamadık da Pakistan gidip Çin helikopterleri almak zorunda kaldı?

Pakistan mı vazgeçti?

Yooo.

Biz veremedik.

Çünkü bizim “yerli ve milli” helikopterimizi dost ve kardeş “Cive” Pakistan’a satmamıza ABD yönetimi onay vermedi. E, hani yerli ve milliydi? ABD izni ne alaka!

Rolls Royce Honeywell ortaklığı olan LHTEC motorları ABD’de veriyordu ve Pakistan için bu motorları vermedi o alaka!

Hazır Rolls Royce demişken, Rolls Royce lisansı ile Türkiye’de kurulacak turbofan motor fabrikası anlaşmasının da niye iptal edildiğini anlatmak ister misiniz bir ara?

Yoksa onu da hatırlatmak bana mı kalsın!

Özgürlük, özgürlükten ne anladığınızı bağlı

Kanım dondu. Gerçekten.

Kötülüğün böylesine değil, fütursuzluğun böylesine.

Kötülüğün türlü çeşidini gördük de, kötülüğün, insan olmaktan uzaklığın böylesine fütursuzca ve hatta övünülerek sergilendiğine pek şahit olmamıştık.  

Bir kadınla röportaj yapılıyor.

Önümüzdeki seçimlerdeki siyasi tercihi soruluyor.

Kadın mevcut iktidardan yana olduğunu ve bu iktidarın devam etmesi gerektiğini anlatıyor.

Ve bunun nedenini açıklıyor.

“Bu iktidar gelmeden önce biz hastane kuyruklarında beklerdik. Doktorlar bize emir verirdi” diyor.

Ve ardından bu iktidara destek gerekçesini açıklıyor:

“Şimdi ise doktorlar bizim emrimizde. Biz artık doktorları dövebiliyoruz” diyor.

Kadın iktidarın sürmesini istemesindeki yüce amaca bakar mısınız!

Kendisini iyileştirmesini beklediği doktoru dövebilme özgürlüğü.

Kötülüğün değilse de, şuursuzluğun zirvesi.

Belli ki, iktidarın “Özgürlükleri genişlettik” sözü boşuna değil.

Fikir özgürlüğü değilse de, doktor dövme özgürlüğü genişletilmiş.

Anlaşılan bir kısım seçmenin beklediği özgürlük de bu imiş.

NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Dünden beri sürekli Erol Evgin’in Söyle Canım şarkısını söyleyip gülmediğim zaman.

Erişilebilirlik Araçları