Sinan Oğan’ın mezunlar derneği

Sinan Oğan ikinci turda kimi destekler sorusuna yanıt aranırken çoğunluk Oğan’ın Ak Parti’yi ya da Ak Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan’ı destekleyeceğini düşünmüyordu.

Güçlü de argümanları vardı.

– 2014’de Ak Partililer Sinan Oğan’ı TBMM’de yumruklamıştı. Aldığı darbe ile yere düşen Sinan Oğan “Genel Kurul’da 60 ak it bana saldırdı. Evelallah ağızlarının payını aldılar. Ülkücülere bunlar ancak 60’a tek saldırır. TBMM’de Türkmenlere neden sahip çıkmıyor hükümet diye sorunca ak itlerin saldırısına uğradık.” demişti. Ak Parti ile kol kola giremezdi.

– Birkaç hafta önce katıldığı Teke Tek’te HÜDA Par ile aynı sandığa girmeyeceklerini üzerine basa basa söylemişti.

– Türkiye’nin beka sorunu olarak gördüğü göçmenleri koruyup kollayan birine destek veremezdi.

– Acı gününde yanında olan tek siyasetçiye ayıp etmezdi. 

Ben ise bunu söyleyenlere “Emin olmayın” diyor ve geçmişte Bahçeli ile Erdoğan arasındaki polemikleri hatırlatıyordum.

Sadece Bahçeli değil, Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu gibi pek çok önemli ismin Ak Parti karşıtı siyasete nasıl başlayıp, nerede noktaladıklarını görmüştü gözlerimiz… Ve hatta duymuştu kulaklarımız.

Ve kural değişmedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sağ siyasetteki “Lider yiyici” rolünü bir kez daha oynadı.

DYP lideri Mehmet Ağar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın lider öğütme makinasına girdi.

Ardından Has Parti lideri Numan Kurtulmuş, Erdoğan’ın betonuna mıcır oldu.

Ardından Süleyman Soylu ona katıldı.

Sağın potansiyel liderlerinden görülen Metih Feyzioğlu ucuza kapatıldı.

Siyasal İslamcı genç aydınların lider adayı Ahmet Davutoğlu parti içinde sürklase edilip bir kenara atıldı.

Olası tüm rakip liderler sırayla öğütüldü, yok edildi.

Erdoğan, büyüleyici gücünü sağ siyasetteki tüm olası liderleri yok etmek için kullandı ve başardı.

Şimdilik buna dayanan iki lider var.

Biri hiç kuşkusuz Meral Akşener diğeri ise Ümit Özdağ.

Erdoğan’ın siyasi gücüne ve bu gücü kullanış biçimine şapka çıkarmak şart.

Hiç kimse bu kadar fazla lideri ya da lider adayını bu kadar kolaylıkla öğütmeyi başaramamıştı.

Bu listeye son eklenen Oğan oldu.

Ama ben yine de Devlet Bahçeli’yi bu listeye yazamam.

Çünkü orada kimin kimi öğüttüğü konusu biraz farklı.


Siyasetçi önceliği

Sinan Oğan ile henüz Cumhurbaşkanlığı adaylığı kesinleşmeden, aday adayı olduğu sırada yaptığım ilk programda Oğan tüm zorlamalarıma rağmen ikinci turda kimi destekleyecekleri konusunda net bir şey söylememişti.

Program sonrası aile boyu Ülkücü bir arkadaşım, bir mesaj yollamıştı.

Sinan Oğan’ı 2. kez konuk ettiğimde de bu konuda net bir şey söylemedi fakat hiçbir ülkücünün HÜDA Par ile aynı sandığa girmeyi kabul etmeyeceğini belirtmekle yetindi.

İlk programdan sonra ağır Ülkücü arkadaşımın bana yazdığı mesaj şuydu:

“Keşke kazanamazsak ikinci turda millet ittifakı adayını destekleyeceğiz diyebilseydi de biz de kendisine oyumuzu verebilseydik”

Benim kendisine o gün verdiğim yanıtı ise dün bana kendisi hatırlattı.

Ben de ona aynen şöyle yazmışım.

“Bu Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde gördüm ki, siyasette kimsenin önceliği bu ülke ve bu millet değil. Özellikle de milliyetçilikten geçinenlerin”

Bana o gün yazdığımı hatırlatırken “Keşke zaman seni bir kez daha haklı çıkarmasaydı” demiş.

Ne yazık ki, durum bu.

Partiler artık birer siyasi oluşum değil, kimi küçük kimi büyük birer holding.

Siyasetçiler ise bazı istisnalar dışında bu holdinglere kapağı atmaya çalışan elemanlar.


Olağan şüpheli

Son günlerde CHP’de en çok konuşulan isim Tuncay Özkan ve benim geçmişte yazdığım birkaç yazı nedeniyle ben de bu isimle ilgili soruların muhatabıyım.

Hatırlayacaksınız geçen yıl tam da bu zamanlarda CHP’de bazı köstebekler olduğunu ve bunların aslında Ak Parti’ye çalıştığını yazmıştım.

Hatta daha sonra tüm partilerde Ak Parti köstebekleri olduğunu, HDP ve PKK içinde dahi AK Parti’nin adamlarının bulunduğundan söz etmiştim.

Şimdi herkes “Bahsettiğin köstebek Tuncay Özkan mıydı?” diye soruyor. Tabii ki, yanıt vermiyorum.

Ama birçoklarının gözünde Özkan’ın “olağan şüpheli” haline gelmesinin 95 milyon nedeni var.

Tuncay Özkan gizli sahibi olduğu Kanaltürk televizyonunu 2008 yılında patronu Akın İpek şu anda kaçak durumda olan İpek Koza grubuna satmıştı.

Satış fiyatı 25 artı 5 milyon dolardı.

Satıştan sonra Özkan, Koza İpek grubuna teşekkür etmişti.

Ancak Fethullah Gülen ile Ak Parti’nin arasının bozulmasından ve “Hizmet” in “FETÖ”ye dönüşüp, Koza İpek grubuna el konulmasından sonra Kanaltürk televizyonunun Tuncay Özkan’ın yakını olan hissedarları TMSF yani iktidar kontrolündeki Koza İpek grubuna dava açtılar ve 50 milyon dolar ek ödeme talebinde bulundular.

Başta İpek Koza grubu bahse konu televizyon kanalının satın alındıktan sonra yatırımlarla değerli hale geldiğini, yerel olan yayın lisansını ulusal hale getirenin kendileri olduğunu ve bu yüzden de Özkan’ın davasının haksız olduğunu belirttiler.

Sonra dava bilirkişiye gitti.

Ve bilirkişi Kanaltürk televizyonu için İpek Koza’nın, yani TMSF’nin 95 milyon dolar daha ödemesi gerektiğine karar verdi.

Tuncay Özkan hakkındaki iddiaların da kaynağı işte bu dava.

Yargının bu denli iktidar kontrolünde olduğu bir ülkede, üstelik de TMSF’ye yönelik bir davada, bir muhalefet milletvekiline kamudan 95 milyon dolar yani hemen hemen 2 milyar TL aktarılması “Hayatın Türkiye’deki olağan akışına” aykırı bulunuyor ve Tuncay Özkan şüpheli hale geliyor.

Hatta kimileri bir ara çok konuşulan “Saray’a gizlice giden CHP’linin” Tuncay Özkan olduğunu bile söylüyorlar.

Ben bu konularda bir şey söyleyemem.

Ama şunu bilirim.

Tuncay Özkan daha önce ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın akıl hocası idi. O dönemde ANAP baraj altı kalarak yok olup gitti.

Yine aynı dönemde Devlet ile yaşadığı sorunlardan kurtarmak üzere Mehmet Emin Karamehmet’e transfer olmuştu. Karamehmet’in hali ortada.

Köstebek meselesini bilmem ama danışman olarak sicili pek parlak değil, onu bilirim. 


Sosyoloji ve siyaset

Türkiye’nin siyasetini okumak ve gelecek tahminleri yürütmek çok da kolay bir iş değil.

Bizim memlekette siyaset ile toplumsal ya da sınıfsal konum arasında çok da rasyonel olmayan bir ilişki var.

Bunun son örneğini, seçim günü yaşadım.

Yıllardır, Teşvikiye Camiinin önünde bekleyen ve “Evsiz” diye nitelenen tarzda yaşayan biri vardır.

Birbirine karışmış saçı sakalı, yırtık pırtık giysileri, paramparça ayakkabıları, üzerine giydiği leş gibi pardösüsü ile caminin önünden her geçişimde yolumu keser.

“Fatih Abi, bana göre bir iş yok mu?” diye başlar her sohbetimiz.

İlk zamanlarda “Yıkan paklan ofise gel konuşalım” diye başlayan sohbetlerimiz “Abi bari bir yemek parası ver” ile biterdi.

Yıllardır rutini bozmadan sohbet ettik.  

Aldığı yemek parası da enflasyon oranında sürekli arttı.

Seçim günü oy kullanmaya giderken yine yolumu kesti.

“Abi kime vereceksin oyunu” diye girdi bu sefer.

“Sen kime vereceksin?”  dedim.

“Abi Reis’ten başka kime verilir ki?” deyince kulaklarıma inanamadım.

“Ulan yıllardır işin gücün yok, sokaklarda dilenerek geziyor, milletin önünü keserek para topluyorsun. Beş kuruş gelirin yok. Başını sokacak evin yok. Reis’in 20 yıldır iktidarının sana beş kuruşluk faydası olmamış. Niye reis bir anlat” dedim.

Durdu, “Ne bileyim abi, benim gibi garibanları temsil ediyor ve üstelik de milli”  dedi.

Bunu o kadar içten söyledi ki, yanıt bile veremedim. Cumhurbaşkanı’nın şaşaalı yaşamı, müteahhitler, kamu kaynaklarının iktidar destekçileri tarafından boyuna boyutuna göre paylaşılması ile ilgili suçlamalar hiç ama hiç umurunda değildi.

Tüm bu gösterişe ve zenginliğe rağmen, kendisini temsil ettiğine inanıyordu.

Böylesi bir kitleyi onları temsil ettiğine inandırmak ve milli görünmek müthiş bir siyasi başarıdır.

Ama Türkiye’nin siyasi genetiğine ters değildir.

1970’lerde başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerde gecekondulaşma başladığı zaman, Türk solu bu bölgelere çok umut bağlamıştı.

Buralar işçi gettoları olacak, sınıf bilinci burada oluşacak, sol buradan yükselecekti.

Tam aksi oldu.

Bu gecekondu bölgelerinden sağ yükseldi.

Dönemin Ülkücü Mafya denilen yapıları burada şekillendi, bu grupların bugün hala varolan liderleri, bu mahallelerden çıktı.

Siyasi teori çökmüştü.

Ama aslında 1950’lerde de durum farklı gelişmemişti.

Türkiye’de toplumun yapısı siyasi teori ile hep çelişti.

Çünkü siyasi teori, sanayi toplumuna göre oluşturulmuştu.

Türkiye ise bir sanayi toplumu değildi.

Ama moralinizi bozmayın.

Bugün Dünya’da da durum farklı değil.

Türkiye’nin yaşadığı bugünkü sorunlar oldukça evrensel.

Tüm bunların arasında nispeten daha iyi konumdaki tek bölge Avrupa’da sanayi sonrası dönemin bizim sanayileşemeden deneyimlediğimiz siyasi anlayışı gelişiyor.

Bu tersine gelişmenin nasıl sonuçlanacağını ise muhtemelen çocuklarımız görecek.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Siyaseti inanç, inancı siyaset yapmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları