Kontrollü mücadele

Dün 15 Temmuz’du.

“Dünya Darbeler tarihi”nin en aptalca darbe girişiminin, halk ve o dönem pek de makbul olmayan TSK mensupları tarafından bastırılmasının 7. seneyi devriyesi.

Bir akşamüzeri, köprülerin bir yönü kapatılarak, birliklerin yarısının katılıp, yarısının katılmadığı, darbe girişimcilerinin kendi aralarında bile bir emir komuta zinciri kuramadığı bir serseri ayaklanması.

TSK’ya soru çalarak, sınav hilesi ile giren, önü kumpas davaları ile açılan komutanların yapacağı darbe de zaten bu kadar olurdu.

“Dandik askerlerin darbe girişimi, tank egzozuna tıkılan atlet ile bastırılır” diye bir atasözü adayı kaldı o günden bugüne.

Darbeyi bastıranların eline sağlık.

Sonrasında olanlar ise çok acayip.

Mesela darbe ertesinde benim hâlâ anlamadığım, darbe girişimi sırasında “esir” ya da “rehin” alınan dönemin Genelkurmay Başkanı’nı ertesi gün helikopterle Çankaya Köşkü’ne getiren kişinin darbenin lider kadrosunda yer alan Orgeneral Mehmet Dişli olması ve Dişli’nin o gün Başbakanlıkta yapılan toplantılara katılmasıdır.

Daha sonra yargılanarak 141 kez müebbet hapis cezasına çarptırılan Dişli, darbenin ertesi günü nasıl olmuş da, Çankaya Köşkü’ne girebilmiştir.  

Normal şartlarda bu kişinin, Çankaya Köşkü’ne iner inmez tutuklanması gerekmez miydi!

Sonrasında da çok garip olaylar oldu.

FETÖ ile mücadele başlatıldı ama birkaç zengin FETÖ’cü işadamı çok sert bir muameleye maruz bırakılırken, FETÖ’cü olduğu aşikar pek çok işadamına dokunulmadı bile ve bu durum FETÖ borsası iddialarını gündeme getirdi.

Yüz milyonlarca doların konuşulduğu bu iddiaların göbeğindeki hukukçu ve siyasetçilere de kimse pek dokunmadı.

FETÖ’nün en yakın çevresindeki isimler bugün sözde “anti FETÖ” olduklarını açıklayarak ortalıkta geziyorlar.

Spor dünyasında adı FETÖ ile en fazla anılan isimlerin pek çoğu Türk futbolunda hâlâ söz sahibi. Bazılarının milli takım teknik direktörlüğü, bazılarının ise futbol federasyon başkanlığı gündeme geliyor.

FETÖ’cü oldukları iddiası ile o gün çeşitli kamu ya da özerk kuruluşlardaki görevlerinden alınan bazı kişiler bugün başka aktif görevlere getirildiler.

Başta FETÖ ile mücadeleyi şahsi mesele haline getirmiş Aziz Yıldırım gibi birkaç kişi, Zekai Aksakallı gibi eski bazı eski TSK mensupları olmak üzere işi bilen pek çok insan FETÖ’nün hâlâ varlığını sürdürdüğünü anlatıyorlar.

Buna karşın ellerindeki tüm istihbarat imkanlarına rağmen yaverlerinin bile FETÖ mensubu olduğunu anlayamayanlar ve uzun yıllar boyunca FETÖ liderinin sözcülüğüne soyunanlar, bugün herkesi FETÖ’cü olmakla suçlayarak ortalığı bulandırmak ve kendilerini bu bulanık ortamın içine gizlemekle meşguller.

FETÖ’nün yeniden havaya girmeye başladığının en önemli işaretlerinden biri de, yurt dışına kaçan bilindik FETÖ mensuplarının ve kaçak bir grup eski sözde askerin son zamanlarda giderek daha aktif hale gelmesi ve özellikle seçimlerden bu yana seslerinin daha yüksek perdeden çıkmaya başlamış olması ve hesaplaşmadan söz etmeye başlamış olmaları.

Ben 15 Temmuz darbe girişimi için asla “kontrollü darbe” demedim. Diyenlere de hak veremedim.

Ama aradan geçen 6 yılda olan bitene baktıkça “FETÖ ile kontrollü mücadele” diyebileceğimiz bir dönem görüyorum. Bu mücadeleyi ne etkin ne de samimi buluyorum.

Yani diyeceğim odur ki, bugünün koşullarında, iktidar tarafında FETÖ ile mücadelede samimi olduğuna inandığım erk sahibi tek kişi Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.

Onun da edebildiği mücadele, kendine ulaşan, ulaştırılan bilgi ve bu bilgiye dayanarak verdiği talimatların uygulandığı kadardır.

Gerisi lafı güzaftır.

NOT: Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da FETÖ ile mücadele konusunda samimi olduğunu düşünüyorum çünkü bu mesele onun için de şahsi bir mesele.    


Madem istediniz alın size puro muhabbeti

Geçen hafta purolardan söz edip, 5 yıl önce puro içmeyi nasıl aniden bıraktığımı anlattıktan sonra Küba purolarının krallığının bitmekte olduğunu İsviçreli puro taciri Gérard’ın ağzından aktarınca memlekette ne kadar puro meraklısı var ise soru suale başladı.

Bir video ile konuya biraz değindim ama kesmemiş olacak ki sorular devam etti.

Madem öyle “Tütün sağlığa zararlıdır” diye başlayıp bira daha anlatalım.

Küba hükümeti, pek çoğu 2 yüz yıla yakın bir süre önce Küba’da puro üretimine başlamış şirketleri devrimden sonra ülkeden kovdu ve az sayıda yabancıya ülkede puro üretme ve Küba purolarını yurt dışında satma hakkı verdi.


Kısa süren Davidoff dönemi

Bunların en bilineni Zino Davidoff’un sahip olduğu Davidoff’tu. Davidoff, 1967 yılında Küba devletine ait tütün ve puro tekeli ile bir anlaşma imzalayarak, Küba Devlet Başkanı Fidel Carstro’nun içtiği Cohiba’yı da üreten El Laguito fabrikasında kendi markası ile Küba puroları üretmeye başladı.

Bu işbirliği sonucunda piyasaya yüksek kaliteli Davidoff puroları çıktı. Ancak Küba Devleti ile Davidoff’un işbirliği 1989 yılında sallanmaya başladı ve 1991 yılında Davidoff Küba’dan atıldı. Marka üretimini Dominik Cumhuriyeti’ne taşıdı.


Habanos’un doğuşu ve markalar

Küba ise Davidoff’un ayrılışından sonra Küba’daki tüm puro markalarını ve üretim yapan fabrikaları Habanos çatısı altında topladı ve kendi ihraç etmeye başladı.

Davidoff’a nazire olarak da, sadece Küba Devlet Başkanı Fidel Castro ve Küba Komünist Partisi yöneticileri için üretilen ve sosyalist ülkelerin liderlerine hediye olarak verilen ve ticari bir marka olmayan Cohiba’yı “premium brand” olarak piyasaya sürdü.

Habanos, yani “Havanalı” çatısı altında toplanan markalar ise Cohiba, Montecristo, Romeo y Julieta, Partagás, Hoyo de Monterey, H. Upmann, Sancho Panza, Ramón Allones, Trinidad, St. Louis Rey, Quai d’Orsay, Punch, Por Larrañaga, La Gloira Cubana, Juan López, El Rey del Mundo, Bolivar, Diplomáticos, Cuaba, La Flor de Cano, Rafael González, Fonseca, San Cristóbal de la Habana, Vegas Robaina, Vegueros ve José L. Piedra’dır.

(Belki hatırlayanlar olacaktır 2001 yılında Küba ile yapılan bir anlaşma ile bu markalardan Fonseca ile Tekel Türkiye’de ortak üretime başladılar. Ancak pazarlama çok kötü yapılınca büyük zarar ortaya çıktı ve üretim 2005 yılında sonlandırıldı.)


Puro sarıcıların kitap merakı

Bunların en bilinenleri adları ilk sıralarda yazılı olanlar olsa da, tümünün çok iyi puroları vardır. Çok puro tükettiğim zamanlarda, günün ilk purosu olarak öğleden önce küçük bir El Rey del Mundo yaktığımı söyleyeyim mesela.

Okurların dikkatinden kaçmamıştır, bazı puro markaları klasik edebiyatın önemli kitaplarının ya da kitap kahramanlarının adlarını taşıyor.

Bunun nedeni şu.

Küba’da puro fabrikalarında hâlâ yer yer süren bir gelenek var. Puro sarıcılarının oturup, önlerindeki masalarda puro sardığı büyük salonlarda yüksekçe bir yere konumlanmış bir kürsüde, genelde bir hanımefendi, puro sarıcılarına gün boyu kitap okuyor.

Romeo y Julieta, Montecristo, Sancho Panza gibi bazı markaların adları da bu kitaplardan esinlenerek koyulmuş.

Puro meraklısı okurların sorduğu soruların başında eski bir kullanıcı olarak benim neleri tercih ettiğimdi.


Puro şarap, viski, çay gibi

Purolar aslında şarap gibi.

Nasıl ki, şarabın üretim sürecinin en önemli kısmı, bağda doğa ile gerçekleşiyorsa puroda da üretimin en önemli bölümü tütün tarlasında.

Bu yüzden de puroların lezzeti her yıl değişim gösteriyor. Aynı blend viskiler ya da konyaklar ve hatta çaylarda yapıldığı gibi bir takım tat uzmanları, farklı yaprakları karıştırarak her yıl aynı puroda aynı lezzeti yakalamaya çalışıyorlarsa da bunda her zaman yüzde yüz başarılı olamıyorlar.

Bu yüzden puroyu 5 yıla yakın bir süre önce bırakmış biri olarak, bilgilerim eksik ve yetersiz kalacaktır.

Üstelik Küba puro üretimi artık çok aksıyor. Habanos, Partagás gibi bazı çok önemli fabrikalarını kapattı ve dünyanın her yerinde Küba purolarını satan “Casa del Habanos” yani “Havanalıların evi” artık boş.

100 bin sipariş veren bir mağaza bu siparişin beşte birini alabilirse mutlu oluyor. Türkiye’deki Casa del Habanos ise çoktan kapandı.

Küba Devleti, üzerinde oturduğu altın yumurtlayan tavuğu ne yazık ki öldürüyor. Oysa geçmişte Davidoff ile yaptığı işbirliği benzeri işbirlikleri ile hem tütün hem de puro üretimini arttırabilir; üreticilerin gelirlerini makul seviyeye çekerek, kaçmalarının ya da üretimden uzaklaşmalarının önüne geçebilir. Çin modeli ile daha verimli bir sistem kurabilir.

Ama onlar şimdilik arzın azalmasının fiyatları yükseltmesinden memnun görünüyorlar.


Benim tercihlerim neydi?

Bunca lafın sonunda benim sevdiğim purolarla ilgili merakları giderecek olursak.

Benim en favori markam Montecristo.

Hayatımda ilk içtiğim puro bir Montecristo No. 2 idi, Yani Che Guevara’nın da içtiği meşhur torpedo. Yine o genç yaşlarımda puro içmeye başladığımı duyan Beyti Amca’nın (Değerli büyüğüm sevgili Beyti Güler) gizlice elime tutuşturduğu bir Montecristo A’nın lezzeti hiç unutamam.

Sonrasında da Montecristo hep favorim oldu. Uzun yıllar en keyifle içtiğim puroların başında Montecristo Edmundo geldi.

Onun yanı sıra Montecristo No.2 de bulunabildiği zamanlarda tercihlerim arasında yer aldı.

En fazla tükettiğim purolar ise hiç kuşkusuz Hoyo de Monterrey’in Epicure 2’si ve Partagás’ın Seri D No 2’si oldu her zaman. Bu tercihimde fiyat kalite orantısında en makul purolar olması da etkiliydi.

H. Upmann’ın Connoisseur 1 ve Magnum’u da bulduğum zaman kaçırmadığım purolardandı.

Uzun öğlen yemekleri sonrası bana göre en iyi Churchill boy puro olan Romeo y Julieta’nın Churchill’ini çok severdim.

Akşam yemekleri sonrası ise Partagás Lusitanias bir numaralı tercihim olurdu.

Son yıllarda ise vazgeçemediğim puro Montecristo’nun “Open” serisi oldu. Özellikle Open Eagle puroyı bıraktığıma için üzülmeme neden olan tek purodur muhtemelen.

Meşhur Cohiba’lardan ise ultra pahalı Behike bence son derece kötü ve lüzumsuz bir puro paraya yazık. Bu markanın bana göre en iyi purosu Siglo 6, ki o da zaten pek bulunmuyor.

Sonuç olarak puro tercihi tamamen bir zevk meselesi.

Ucuzu kötü pahalı iyi diye bir şey de asla yok.

Puro içenlerin söylediği “İçime çekmiyorum o yüzden zararı yok” söylemi ise hiç ama hiç doğru değil.

İçinize çekin veya çekmeyin nikotini alıyorsunuz ayrıca kapalı ortamda içtiğiniz zaman tek bur puro havaya iki paket sigaradan daha fazla duman saldığı için pasif içicilik puroda çok daha etkili.

Antibes’deki evinden arayarak “Ulan bir puro zevkim vardı öyle içilir, böyle içilir, o içilir, bu içilmez diyerek onun da içine ettin” diyen çok sevdiğim bir dostuma gelince.

Sen bana uyma. Çok bilen çok yanılır. Asıl olan keyif almaktır. Nasıl keyif alıyorsan öyle iç. Biz senin puro içişini değil, herkesten daha dik duruşunu seviyoruz. 


Ne zaman insan oluruz!

Başkasını suçlamanın bizi sorumluluktan kurtarmadığını anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları