Bu kafenin adını unutmayın: Mihalaras

Pek çok Türk vatandaşı, yıllardır tatillerinin bir bölümünü özellikle Türkiye’ye yakın Yunan Adaları’nda birkaç gün kalarak, tekne sahibi olanlar Ege’de mutlaka birkaç Yunan adasına da uğrayarak geçirirler.

Bu adalara tüm Ege’deki pek çok kasabadan sürekli sefer yapan feribotlarla ulaşmak da çok kolaydır ve yakın adalar halkı ile Ege kıyısındaki Türkler arasında ciddi bir yakınlık vardır.

Bu adaların halkı da genelde birkaç yüz kilometre uzaktaki Yunanistan’ı değil, alışveriş için Türkiye’ye gelmeyi tercih ederler.

Yunan Adaları’nın denizinin bizim kıyılara oranla daha temiz ve gerek yeme içme gerekse denize girme maliyetinin daha ucuz olması nedeniyle de tercih sebebidir.

Yıllardır süren bu ilişki iki halkı dost haline getirmiştir. Yunanlı esnaf ile Türk müşteri artık “kanka” olmuştur.

Ancak birkaç gün önce meydana gelen çirkin bir olayı duyunca inanamadım.

Bir Türk grup, Kalimnos Adası’na iki günlük bir tatil için giderler.

İlk gün adayı gezer, bir tavernada keyifli bir yemek yerler.

Ertesi gün aynı adada, Mihalaras adlı bir kafeye giderler.

Bir masaya otururlar. Kafenin sahibi yanlarına gelir ve hangi ülkeden olduklarını sorar.

Türk olduklarını öğrenince kafeyi hemen terk etmelerini, Türklere servis yapmadıklarını sert bir dille söyler. Fiziksel müdahale ile dışarı çıkmalarını sağlamak ister anlayacağınız itip kakar.

Olaya tanık olan çoğu Yunanlı diğer müşteriler tepki gösterirler.

Kafe sahibi onlara da bağırıp çağırmaya başlar.

Bunun üzerine Yunanlı müşteriler de kafeyi terk etmeye başlarlar.

Olayı yaşayan Türk vatandaşı ve ailesi olay büyümesin diye kafeyi terk ederler. Ancak İstanbul’a döner dönmez Yunanistan Başkonsolosluğuna Mihalaras adlı kafeyi şikayet eden bir mektup yazar ve bununla da yetinmeyerek kafe hakkında Yunanistan’da dava açmak için gerekli girişimleri yapar.

Konuyu gerekirse AİHM’e götüreceğini de belirtir.


En güzel kıyıları yok ediyoruz

Denizlerden söz açılmışken, söylemeden geçemeyeceğim.

Muhtemelen dünyanın en güzel kıyaları olan Ege, özellikle de Güney Ege kıyılarımızı bitirdik.

Önce Göcek leş oldu.

Birkaç sene sonra sıra Bozburun’a ve Söğüt’e geldi.

Ardından Selimiye gibi bir cenneti boka batırdık.

Hisarönü Körfezi’nin toptan pisliğe batması yakındır.

Tekne severlerin deniz sever olmamasından kaynaklanan nedenlere, bir de denetimsizlik eklenince bu son kaçınılmaz.

Boyutları giderek büyüyen binlerce tekne, yaz boyunca bu koylara demirliyor. Pek çoğu günlerce, haftalarca yerinden kımıldamıyor.

Hal böyle olunca biriken siyah suyu, yani lağımı bulundukları yere gizlice boşaltıyorlar.

Ne sahil güvenlik ne kıyı emniyeti kimse kalkıp bu tekneleri denetlemiyor. “Günlerdir buradasın, siyah suyu nereye boşaltıyorsun” diye sormuyor.

Buralarda atık su toplayan tekneler yok, bir iki noktada olanların ise sayısı yetersiz.

Zaten pek çok teknede gri su deposu olmadığı için banyo ve mutfak suları doğrudan denize akıyor.

Binlerce tekne, daha yaz başında denizi girilmez hale getiriyor.

Ama zaten yeni tekne sahiplerinin pek çoğunun denizle alakası olmadığı için bunu pek de umursamıyorlar.

İş o hale geldi ki, Cumhurbaşkanı için kapatılan ve uzun zamandır içine tekne sokulmayan Okluk Koyu’nun kapatılmasına sevinecek hale geldik. “Bari temiz kalıyor” diye.

Velhasıl, dünyanın en güzel kıyıları hızla yok oluyor.

Ülkenin geneli gibi.


Sertti, bu bütçe ile mülayim oldu!

2022 yılının Şubat ayıydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan yerli ve milli roketimizle uzaya çıkacağımızı ve 2023 yılı sonunda “Ay’a sert iniş yapacağımızı” açıkladı.

Millet de çok sevindi.

Ben de Teke Tek’te Koç Üniversitesi’nden roket bilimci Arif Karabeyoğlu’na sordum. Karabeyoğlu, ilk yerli roket motorunun tasarımcısı ve yapımcısıydı. Aynı zamanda Ay’a gidecek roket yapma işini üstlenen Delta V şirketinin de sahibiydi. Parafin yani mum yakıtlı bir hibrit roket motoru geliştiriyordu. Stanford yüksek lisanslı ve aynı üniversiteden doktoralı önemli bir bilim insanıydı.

Yapacakları işi şöyle anlatıyordu.

“Ay’a bir aracı indirmek zor bir iştir. Bizim yapacağımız ise çok daha kolay. Buradan yerçekiminden kurtulup, uzaya çıkacak bir araç yapacağız ve bu gidip Ay’a çarpacak. Ay’a ateş etmek gibi bir şey” demişti ve bunu yapan başka ülkeler de olduğunu söylemişti.

Cumhurbaşkanı “Ay’a sert iniş yapacağız” der ve 2023’ün son çeyreğinde ilk astronotumuzun uzayda olacağını söyler ve Doç. Karabeyoğlu fırlatacakları roketin Ay’a çarpacağını anlatırken ben de “Tüm bunları Türkiye Uzay Ajansı’nın 61 milyon TL yani o günkü kurla hemen hemen 3 milyon dolar olan bütçesi ile mi yapacaksınız” diye sormuştum.

2023 yılında bütçe arttırıldı ve 59 milyon dolara çıkarıldı.

Ama anlaşılan hedef de değişmiş.

İlgili Bakan bu kez Ay’a yumuşak iniş yapacağımızı açıkladı. İnşallah yaparız.

Ama bir karşılaştırma olsun diye söyleyeyim.

Elindeki tüm birikime ve sahip olduğu teknolojiye rağmen 2012’den bu yana Artemis Projesi ile Ay’a insan indirmeye hazırlanan NASA’nın bu proje için öngördüğü harcama 93 milyar dolar. Sadece roketler beklenenden 6 milyar dolar daha fazlaya mal oluyor.

NASA’nın 2023 yılı bütçesi ise 25,5 milyar dolar.

Ay’a gitme niyeti falan olmayan Avrupa Uzay Ajansı ESA’nın bütçesi ise 6,5 milyar avro yani aşağı yukarı 7,2 milyar dolar.


Bilime değil, yalana eleştiri!

Yukarıdaki yazıyı birileri okuyunca üç otuzluk troll taifesini üzerime saldırtıp, “Gelişmeye karşı, Ay’a gitmemizi hazmedemiyor. Ne yapsak ona giriyor” gibi abuk sabuk hakaretler sıralayacaklar. Biliyorum.

Umurumda mı!

Tabii ki değil.

Ama yine de şunu bilsinler.

Gelişmeye karşı değilim. Bu ülke bir damla gelişsin, bir damla bilime yönelsin diye 10 küsur senedir bilim programı yapıyorum. Bilim adamlarını erkana çıkartıyorum, bilimi sevdirmeye, gençleri bilime yönlendirmeye çalışıyorum.

Başka türlü gelişme olmayacağını biliyorum.

Benim eleştirdiğim yapmak değil, ben palavracılığı ve kaynakları boşa harcayıp hayal satmayı eleştiriyorum.

Ben önceliklerin doğru belirlenemeyip, ülkenin batağa sürüklenmesini eleştiriyorum.

ESA’ya üye olmayacaksın ama sözde bir uzay programın olacak. Komik bütçeyle.

Bırak ESA’yı hiçbir bilim kuruluşuna tam üye olmayacaksın, bilimin evrensel gelişiminin içinde bulanamayacaksın ama bilimden söz edeceksin.

Hepimiz biliyoruz ki, burada mesele bilim değil.

Mesele göz boyamak, mesele hayal satmak.

Aynı şeyi yıllarca hem de çok daha ciddi bir biçimde Sovyetler Birliği yaptı. Gerçekten yaptı.

Ama öncelikleri belirleyemediği için, uluslararası bilim camiasına dahil olmadığı için gelişmelere ayak uyduramadı ve ekonomisi de akılcı yönetilmediği için koca ülke battı.

Daha önce de söyledim, o müthiş ülkenin eğitimli ve kültürlü gencecik kızlarına bizim öküzler “Nataşa” adını taktı.

Bunu ikinci kez söylüyorum, bilmem ne demek istediğimi anladınız mı!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Siyasal İslamcılık, siyasal yalancılık anlamına gelmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları