Pedofili serbest bırakan yargı memnun mudur!

Dün akşamın en çok konuşulan haberi, Real Madrid futbol takımından bazı oyuncuların, çocuk pornosu ve reşit olmayan kız çocukları ile ilişki iddiasıyla göz altına alınmalarıydı.

Evrendeki en iğrenç ve en aşağılık suçlardan biri olan ama Türkiye’de tarikat mensupları tarafından işlenince pek de cezası olmadığını, birkaç gün önce hep birlikte idrak ettiğimiz bu rezilliğin İspanyol versiyonunu da öğrendik. Suça karışınlar Real Madrid alt yapısında ve genç takımında yer alan oyunculardı ve anında tutuklandılar.

Türkiye ise bu aşağılık suça gerçekten duyarsız.

Belki hatırlayacaksınız.

Bir süre önce çocuk hastalıkları ve çocuk cerrahisi uzmanı Prof. Dr. Ayşenur Celayir’in suç duyurusu, iğrenç bir olayı ortaya çıkardı.

Prof. Celayir, kendi adına açılmış bir sosyal medya hesabını fark etti.

Bu hesap, teşhis ve tedavi maksatlı olarak annelerden çocuklarının genital bölgelerinin fotoğraf ve videolarını istiyordu.

Prof. Dr. Celayir’in böyle bir hesabı yoktu, böyle bir hizmeti de yoktu.

Hemen savcılığa koştu ve suç duyurusunda bulundu.

Emniyet Siber Suçlar birimi devreye girdi.

Bir hekimin adını kullanarak, çocukların cinsel bölgelerinin fotoğraf ve videolarını toplayan pedofil sapık yaşadığı taşra kentinde yakalandı.

Pedofilin elinde çocuklarla ilgili çok miktarda içerik vardı.

Sapık gözaltına alındı, mahkemeye çıkarıldı.

Sonra ne oldu dersiniz!

Sonrası felaket ve rezalet.

Serbest bırakıldı.

Şaka yapmıyorum.

Serbest bırakıldı.

Şizofren olduğu ve akli melekelerinin yerinde olmadığı yolundaki savunması kabul gördü ve tahliye edildi.

Mahkemeye göre, bu sapığın akli melekeleri annelerin bir kadın doktora daha çok güveneceğini hesaplayarak, bir kadın doktor adına sahte Instagram ve Facebook hesapları açıp, anneleri kandırabilecek ve çocuklarının cinsel bölgelerinin görüntülerini toplayacak kadar yerinde, ama bu işlediği suçlardan ceza almayacak kadar eksikti.

Cihan Kaleci adlı bu kişi bu işi bir meslek haline getirmişti ve Sakarya’da başkalarına da aynı tezgahı kurmuştu ama şizofrendi, aklı melekeleri yerinde değildi.

Karar üzerine Prof. Dr. Ayşenur Celayir çılgına döndü.

Bunun bir organize suç olabileceğini, yakalanan suçlunun arkasında başkalarının olabileceğini ve bunun örgütlü bir çocuk pornosu işi olabileceğini savundu ama kimse tınmadı.

Çocuk pornocusu sapık özgürlüğüne kavuştu.

Peki şimdi ne yapıyor dersiniz!

Kaldığı yerden devam ediyor. Ayşenur Celayir adına açılmış sahte hesaplardan çocuklara musallat olmayı sürdürüyor.


Filmi de kendi gibi, her zorluğu aşıyor 

Kamuoyunun son zamanlarda Atatürk filminin yapımcısı olarak tanıdığı eski Show TV Genel Müdürü Saner Ayar arayıp “Abi, küçük bir gruba Atatürk filminin bir ön gösterimini yapacağız” deyince üzerine fırtınalar koparılan yapımı izlemek için Kanyon’daki sinemanın yolunu tuttum.

Önce Saner’den filmin yapım öyküsünü dinledik.

Cumhuriyet’in 100. yılında bir Atatürk filmi yapmak için 3 yıl önce harekete geçmişlerdi. İlk anlaşmaları ise ABD’nin paralı televizyon kanalı HBO ile yapılmıştı. Bana göre en kaliteli yapımların adresi olan HBO, filmin senaryosunu beğenmiş ve filmi satın almaya karar vermişti. Ancak film değil, 6 bölümlük bir dizi olmasını istiyorlardı.

Üzerinde hayli çalışılan ve uzun bir araştırmanın sonucu olan senaryo buna göre yazıldı ve çekim aşamasına gelindi.

Ancak HBO, bir anda diziyi satın almaktan vazgeçti. “ABD dışından dizi alımını durdurma kararı almışlardı.”

Bunun üzerine yapımcılar yeni bir yayıncı arayışına girdiler. Bu kez Disney Plus diziye talip oldu.

Dizi 17,5 milyon dolar maliyetle Türkiye ve Makedonya başta olmak üzere orijinal lokasyonlarda çekildi. 3 bin dublör, on binlerce figüran kullanıldı. Aylar süren çekimler filmin dramatik anlatımına uygun ışığa sahip olsun diye sadece sabah saatlerinde, güneşin doğuşunu takip eden 1 saatlik zaman diliminde gerçekleştirilebildi.

Ve sonrasında hepinizin bildiği haber geldi. Disney Plus filmi yayınlamaktan vazgeçmişti.

Türkiye’deki Fox TV yöneticilerinin de gayretleriyle sorun bir ölçüde çözüldü. Dizinin Fox TV Türkiye’de yayınlanması, film versiyonun ise Türkiye’de iki bölüm halinde sinemalarda gösterime girmesi kararlaştırıldı.

Ancak bu arada başka gelişmeler de olmuş.

Atatürk filmi sadece Türkiye’de değil, Orta Avrupa dahil Avrupa’nın tamamında, Doğu Asya’da pek çok ülkede sinemalarda gösterime giriyor.

Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya’da gösterim için ise görüşmeler sürüyor.

Ve Disney Plus’ın yayınlamama kararı aldığı diziyi Amazon ve Netflix platformları dünya çapında tüm abonelerine gösterecek.

Yani anlayacağınız Atatürk gibi, Atatürk filmi de her türlü zorluğu aşmayı başarıyor ve aldığı darbelerden güçlenerek çıkarak tüm dünya sinemalarında halkın önüne çıkmaya ve iki platformda birden gösterime girmeye hazırlanıyor. 


“Atatürk’ü sevmiyorum” diyenler bu filmi izlemeli

Gelelim filme. Ne yalan söyleyeyim, filmden çok da umutlu değildim.

Bir Atatürk filmi yıllardır pek çok yönetmenin rüyası idi. Sir Laurence Olivier’nin oğlu Tarquin Olivier yıllarca uğraşmış ortaya doğru düzgün bir şey çıkaramamıştı. Monika Czernin’in “Vizyoner, Devrimci, Reformcu” belgeseli de beklenen etkiyi yaratmamıştı.

Ömer Kavur ise yıllardır bir Atatürk filmi çekmek için yanıp tutuşuyor ama bir türlü amacına ulaşamıyordu.

Bu düşüncelerle salondaki koltuğa oturdum ve filmin sonunda yapımcıları kırmadan filmi pek de beğenmediğimi nasıl söyleyeceğim diye düşünerek filmi izlemeye başladım.

Çok iyi çekilmiş bir Çanakkale Savaşı sahnesi ile filmin içine girdik. İyi savaş filmlerini aratmayan görüntülerin ardından öfkeli bir genç Mustafa Kemal girdi kadraja ve ardından filmin temposu düşmeye başladı.

20 dakika boyunca “Eyvah” demeye başladım. Teatral Makedonya sahneleri, falan derken beni sıkıntı basmaya başladı.

Ama sonra film birdenbire müthiş bir tempo kazandı.

Mustafa Kemal’ın hayatından bilmediğimiz kesitler, babası Ali Rıza Efendi’nin kişiliği, Mustafa Kemal’ın devrimci düşünceleri ve karakteri üzerindeki rolü, çökmüş ve kokuşmuş bir devlete duyduğu öfke, Arap bir öğretmen olan Ömer Muhtar’ın Mustafa Kemal’in komutanlık anlayışı üzerindeki rolü, herkese ve her şeye rağmen halka duyduğu güvenin kaynağı gibi çok farklı bir Atatürk çıkıyor karşımıza.

Filmin 30. dakikasından itibaren gözyaşlarınızı tutamıyor, bir büyük adamın nasıl ortaya çıktığını ve karakterinin daha en başta nasıl şekillendiğini görüyorsunuz.

Maceracı Enver ile dengeli ve ilkeli Mustafa Kemal arasındaki çekişme ve çelişkiler de filme ayrı bir lezzet katıyor ve Mustafa Kemal’den niye bir Atatürk çıktığını görüyorsunuz.  

Filmi izlemeye başlamadan önce “Keşke Atatürk rolünü Jude Law’a oynatsalarmış” düşüncemden utanmamı sağlayan bir performans sergiliyor Aras Bulut İyinemli. İlk sahnelerde garipsediğim performansı giderek yükseliyor ve birdenbire genç Mustafa Kemal ile özdeşleşiyor. Öyle ki, bir noktadan sonra Helen Mirren nasıl Kraliçe Elizabeth’ten daha Kraliçe Elizabeth oldu ise, Aras Bulut da bir o kadar genç Mustafa Kemal oluyor.

Filmi izledikten sonra İyinemli ile konuşurken, Atatürk’ü canlandırmak için nasıl bir süreçten geçtiğini ve korkup korkmadığını soruyorum. Başta çok korktuğunu itiraf ediyor. Ama çok çalıştığını, çok kitap okuduğunu ve karakteri çözümlemeye çalıştığını her okuduğunda farklı bir Atatürk görmeye başladığını ama bir yerden sonra kafasının karıştığını ve bunun için içlerinden birini seçip, onu canlandırdığını anlatıyor.

Filmde en dikkatimi çeken şey ise kostümlerin başarısı. Bunu da yönetmen M. Ada Öztekin’e soruyorum.

Köstüm ekibi uzun bir çalışma yapmış. Mevcut kumaşlar filmde istenilen etkiyi vermediği ve sırıttığı için Avustralya’dan alınan yünler, dönemin kumaşlarına ve tekniğine uygun olacak biçimde Türkiye’de İç Anadolu’da dokutulmuş ve dönemin kıyafetlerine uygun bir biçimde dikilmiş. Gerçekten muhteşem olmuşlar. 1000 asker şapkası özel olarak imal edilmiş, Anzak şapkaları Yeni Zelanda’da yaptırılıp getirilmiş. 1000 adet ateş edebilen tüfek imal edilmiş.

Filmle ilgili fazla “spoiler” vermek istemiyorum. Atatürk’ün hayatı ile ilgili hiç bilmediğim birkaç şey öğrendiğimi, filmin Atatürk’ün çocukluğu ile başlayıp Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi ile son bulduğunu yazayım sadece.

3 Kasım’da sinemalarda izleyici ile buluşacak bu filmden sonra, yılbaşının hemen ertesinde Çanakkale Savaşı ile başlayıp 19 Mayıs’ta sona erecek ikinci film gösterime girecek.

Gerçekten çok iyi film olmuş.

Şimdi size yazarken bile gözyaşlarımı tutamıyorum.

Özellikle “Atatürk’ü sevmiyorum” diyen bazı cahil gençlerin bu filmi izlemesini çok istiyorum.

Bu filmde göreceğiniz adamı sevmiyorsanız.

Gerçekten insan değilsiniz demektir.


Diyanet’in buna söyleyeceği bir kelime yok mu!

TRT ekranlarına çıkarılıp Allah’a şirk koşarak en büyük günahı işleyen, Menzil şeyhinin elini tutmakla Allah’ın elini tutmuş olacağınızı söyleyen ve küfre sapmanın zirvesine çıkan bu “sapkınlara” Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söyleyeceği tek bir kelime yok mu!

Diyanet’i sadece depremzede kız çocuklarının cariye alınabileceğini ve onlara nikah kıyılabileceğini söylemek, Cumhuriyet’e küfür edenlere maaş vermek için oluşturulmuş bir kurum mu zannediyorsunuz!

Ali Erbaş, siz de Menzil şeyhinin elini tutanın Allah’ın elini tutmuş olacağına mı inanıyorsunuz.

Yoksa siz hâlâ bir aralar dinlerarası diyalog tezinin savunucusu ve toplantılarının katılımcısı olduğunuz FETÖ terör örgütü kurucu başkanı Gülen’in elini tutmanın daha doğru olacağı kanaatinde misiniz!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Oturtulduğumuz koltuğu kirletmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları