Kuveytli bir şerefsize sordum “Zengin Körfez ülkelerinde kaç Suriyeli mülteci var?” diye.
Kendisinden yanıt beklediğimden değil, buradaki “aşıklarından” belki bir ses gelir diye.
Almaza yattılar, ne de olsa aynı şeyin laciverti hepsi.
Emperyalist uşağı, Türkiye’yi yıkmak isteyenlerin işbirlikçisi.
Ben size söyleyeyim.
Körfezin zengin Arap ülkelerinde hemen hemen hiç “Arap göçmen ya da mülteci yok.”
Evet yok.
Mesela o şerefsizin ülkesindeki Suriyeli göçmen sayısı 0. Yazı ile sıfır.
Onda yok da diğerlerinde var mı!
Yok gibi bir şey.
Katar’ın günahını almayalım. Orada 189 adet Katarlı ve Suriyeli varmış. Yüzde 80’i kadın ve çocuk.
Suudi Arabistan ise “Bizde 500 bin göçmen var” diyor ama göçmenleri gören yok. Ülkede resmî olarak 454 göçmen görünüyor.
Zaten Gulf Cooperation Council, yani Kuveyt, Bahreyn, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın oluşturduğu “Körfez İşbirliği Konseyi” 2014 yılında hep birlikte Suriyeli göçmenlere ülkelerinin kapıları kapama kararı almış.
Değil göçmen, pasaportuyla gelen Suriyeli turisti bile ülkelerine almıyorlar.
Ürdün’deki kamplarda kalmaları için mali yardım yapıyorlar ama ülkelerinin kapısından içeri Suriyeli sokmuyorlar.
Sonra da bu ülkelerden birinden, Kuveyt’ten çıkan bir şerefsiz en az 7-8 milyon Suriyeliyi 12 yıldır barındıran, bunlara milyarlar harcayan, önemli ölçüde onların neden olduğu ekonomik krizi yaşamak zorunda kalan, onlar yüzünden artan ev kiralarını ödeyemeyen Türkleri Arap karşıtı olmakla, daha da beteri ırkçı olmakla suçluyor.
Tabii bunda şaşıracak hiçbir şey yok.
Onların ataları da Türklere karşı Batı ile işbirliği yapmıştı.
Bunlar da aynı yoldan devam ediyor.
Buradaki işbirlikçilerde de değişen bir şey yok. Genler kendini göstermiş.
Boşuna dememişler.
Boktur kokar, soydur çeker diye.
Celal Şengör’ün rüyası: Ümit sandalında, gurur bayrağı
Bizim Celal Şengör’ü bilirsiniz, sporla mporla hiç alakası yoktur. Ama voleybolcu kızlarımızın muhteşem başarısı, onun bile rüyasına girmiş. Sabahın köründe mail attı ve gördüğü rüyayı anlattı:
“Sevgili Fatih,
Dün gece ilginç bir rüya gördüm.
Bir sahilden epey uzakça, her tarafı dökülen, makinaları çalışmayan, içi hıncahınç insan dolu bir gemi. Belli ki gemi ciddî olarak su da alıyor ve şimdiden hafifçe sancağa, yani sağa doğru yatmış. Müdahale edilmezse yakında batacak ve o kadar insan telef olacak. Geminin kıç tarafında sarıklı ve sakallı bir zat ellerini göğe açmış çevresindeki üç-beş kişiye “Dua edin” diye haykırıyor. Ama yolcuların ve mürettebatın çoğu geminin ucunda toplanmış el kol sallayarak bağırıyorlar. Kime bağırdıklarını göremediğim gibi, ne dediklerini tam duyamıyorum da. Biraz daha yaklaşayım diyorum (nerede olduğum belli değil: belki bir uçaktayım). Ne göreyim! İçinde ondört kız bulunan bir sandal gemiye bir halatla bağlanmış, onu sahile, kurtuluşa doğru çekiyor. Yahu bu nasıl olur diye düşünürken fark ediyorum ki kızların hepsinin üstünde kırmızı veya siyah spor formalar var; var güçleriyle küreklere asılıyorlar. Sandalın dümeni sandaldaki tek erkek olan sarı saçlı, ne hikmetse smokin giymiş, bir kişinin elinde, sükûnetle sandalın sahile olan rotasını tutturuyor.
Sahil de gerçeküstü. Deniz kıyısı olmasına rağmen arkasında Paris şehri yükseliyor. Eyfel Kulesi’ni fark etmemek mümkün değil. Sahilde üç-beş adam var, onlar da el-kol hareketleri yaparak sandaldakilere bağırıyorlar, sanki onları cesaretlendiriyorlar. Adamların biri hariç hepsinin üstünde siyah eşofmanlar var. O tek kişi ise hepsinden daha uzun boylu ve üzerinde kürekçi kızlarınkine benzer kırmızı bir forma ile, elinde bayrak, sandaldakilere bağırıyor: “Haydi kızlar az kaldı. Siz o gemiyi ve içindekileri kurtaracaksınız. Sonra buraya gelip bayrağımızı dikecek, İstiklâl Marşı’mızı haykıracaksınız. Bakın Paşamız da sizinle. O da gelip sizleri seyredecek, elinde bayrak size tezahüratta bulunacak, zaferinizi kutlayacak. Ha gayret.”
Yakınlaşıyorum, bakıyorum: Kızlara bunları haykıran sensin. Hem de gözlerinden yaşlar boşanarak.
Gözüm gemiye dönüyor. Bulunduğum yerden adını seçebiliyorum: Bandırma. Kızların sandalının da bir adı var: Ümit. Senin elinde kızlara haykırırken sallandırdığın Türk bayrağının ise üzerinde tek bir kelime var: Gurur.
İnan, Fatihciğim, ağlayarak uyandım. Kahvaltıya indiğimde bana söylenen ilk söz, Atatürk’ün kızlarının Belçika’yı da devirdikleri ve Paris Olimpiyatlarına tek nâmağlup takım olarak gidecekleriydi. Atatürk’ün kızları bayrağımızı hiç yere düşürmeden Paris’e gidecekler. Onlara en ahlâksız, en rezil şekilde saldırmaya cür’et eden o sümüklü, örümcek kafalı yobazlar insanlıklarından (eğer bir nebzesi bile kaldıysa) hiç utanırlar mı? Sanmam, zira onlarda o nebze bile eminim kalmamıştır. Ya onlara tek bir özel uçak dahi tahsis etmeyen devlet yönetimimize ne demeli? Atatürk’ün kızları özel uçak falan istemiyorlar; tek arzuları Anıt-Kabir’e koşup Paşalarına onlara verdiği görevi şimdiye kadar namağlup yerine getirdiklerini ve aynı inanç ve güvenle devam edeceklerini tekmil etmek. Bu memlekette aklı başında herkesin gönlü onlarladır, onlarla olacaktır.”
Danışmanlar ne işe yarar?
Şu günlerde Batı medyasının eğlendiği konulardan biri de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler’in “Sürdürülebilirlik Hedefleri”ni simgeleyen 17 rengi LGBTİ bayrağının renkleri zannederek eleştirmesi.
Birleşmiş Milletler bir süre önce, 2015 yılında “Sürdürülebilir Hedefler” adı altında bir hedef belirlenişi yaptı ve 2030’a kadar bu hedeflere ulaşmayı amaçlıyor.
Bunlar toplam 17 madde.
1. Fakirliği sona erdirmek
2. Sıfır açlık
3. Sağlıklı yaşam koşulları
4. Kaliteli eğitim
5. Cinsiyet eşitliği
6. Temiz suya ulaşım
7. Karşılanabilir ve ucuz enerji
8. Sanayi, inovasyon ve alt yapı
9. Makul iş ve ekonomik büyüme
10. Eşitsizliğin azaltılması
11. Sürdürülebilir kentler ve toplumlar
12. Sorumlu tüketim ve üretim
13. İklim duyarlılığı
14. Su altı yaşamın korunması
15. Karalarda yaşamın korunması
16. Barış, Adalet ve güçlü Kurumlar
17. Hedefler için İşbirliği.
Bu 17 başlık 17 renk ya da renk tonu ile temsil ediliyor.
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu renkleri LGBTİ renkleri ile karıştırıp eleştiriyor.
Oysa bu 17 hedef arasında Cumhurbaşkanı’na ters gelebilecek tek madde olsa olsa cinsiyet eşitliği olabilir çünkü buna inanmadığını, cinsiyetlerin fıtratının farklı olduğunu defalarca söyleyerek gösterdi.
Erdoğan’ın yaşadığı bu karışıklık, Batı basınını eğlendirdi.
Benim anlamadığım Cumhurbaşkanı bunu bilmeyebilir.
Ama yanında bunu bilmesi gereken uzmanlar, danışmanlar, yardımcılar var.
Erdoğan New York’a oldukça kalabalık bir heyetle gitti.
Bunu kiralanan lüks otomobil, siyah, siyah camlı SUV ve kapatılan restoran sayısından anlıyoruz.
Bunca kalabalık heyette, onlarca danışman arasında bir Allah’ın kulu da Cumhurbaşkanı’na o renklerin LGBTİ renkleri değil de, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ni simgeleyen renkler olduğunu söylememiş mi, bilmiyor muymuş!
Böyle bir danışman kadrosu mu olur Allah aşkına!
NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
Evrimleşemeyenlerin evrime inanmayanlar olduğunu anladığımız zaman.