Açılmamak üzere kapanmıştı ya! 

Biliyorsunuz, Reis-i Cumhurumuz Erdoğan, genelde cümlelerine “Biz biliriz” ya da “En iyi biz biliriz” diye başlamayı sever.

Bu uzun süredir siyasette olmasına, 21 yıldır ülkeyi tek elden yönetmesine ve bunun getirdiği tecrübeye vurgudur aslında.

Bu yolla vatandaşta, seçmende güven oluşturmayı, ülkeyi en iyi bilenin yönetmesi gerektiğini düşünenlerde “Benden daha iyi bilen yok” fikrini pekiştirmeyi amaçlar.

Peki gerçekte de öyle midir?

Başta FETÖ meselesi olmak üzere, pek çok alanda durumun pek de öyle olmadığı ortaya çıkmıştır.

Son örnek ise Reis-i Cumhurumuzun iki gün önce uçağına aldığı bir gruba sarf ettiği “Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50 + 1 şartını değiştirelim” cümlesidir.

Bu cümle, Başkanlık sistemini getiren Anayasa’nın milletin önüne koyulup onaylaması istendiği dönemde söylenenlerin tam aksidir.

O sırada Anayasa Hukukçusu olmasıyla pek övünen eski TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop, İranlı uyuşturucu mafyasıyla ilişkisi tarafımdan ortaya çıkarılmış olan TBMM Anayasa Komisyonu başkanı Prof. Burhan Kuzu ve Saray’ın bilumum hukukçuları 50 + 1’i savunuyorlardı.

Mustafa Şentop Beyefendi, 50 + 1 kuralının Başkanlık sistemlerinin doğası gereği vazgeçilmez olduğunu katıldığı her programda savunuyordu.

Ancak 2019 yılında eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi.

Çelik 50 + 1 kuralının çok zorlayıcı olduğunu, bunun 40 artı 1’e çekilmesi gerektiğini söyledi.

Niye 30 + 1, 35 + 1 değil de 40 + 1 olduğunu sormayın. Muhtemelen o günlerde iktidarın oy oranı o civarda olduğu içindir.

Faruk Çelik bunu söyleyince tartışma başladı.

“AKP oy kaybettiğinin farkında. Kendine göre sistem uyarlaması yapmak istiyor” söylemiyle iktidar muhalefetin diline düştü.

Sonunda bu konuda ahkamı kesmek en üst makama, Reis-i Cumhur’a kaldı.

“AK Parti korkmaya başladı” cümlelerinin yayılması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan gazetecilere “Cumhurbaşkanı seçilmek için yüzde 50 sınırının koyulması rastgele bir tercih değildir. Gayet bilinçli ve vazgeçilmez bir kriterdir. Bu tartışmayı bir daha açılmamak üzere kapatıyoruz” dedi.

Ve “bir daha açılmamak üzere kapattığı” tartışmayı önceki gün yeniden başlatan da yine Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.

Belli ki, dün söylediklerinin 180 derece tersini halkın önüne getirecekler.

Eğer halk bir hata daha yapıp, bu değişikliği de kabul ederse olacak olan şudur.

Erdoğan’a iki kez daha Cumhurbaşkanı olma yolu açılacaktır.

Saray hukukçuları çıkıp “Anayasa değişti, sayaç sıfırlandı” diye bağırmaya başlayacaklar ve Erdoğan 4. ve 5. kez de aday olabilmenin yolunu bulmuş olacaktır.

Oysa Anayasa ile bu kadar uğraşacaklarına “kaydı hayat şartı ile Cumhurbaşkanlığı’nı” referandum ile önümüze getirsinler.

Hiç olmaz ise sorunu Anayasa’nın tam ortasına etmeden çözmüş oluruz.


Cola dökerek kaç Nobel alınır!

Beni dinlemezler ama bizim arkadaşlara birisi söylerse iyi olur.

Coca Cola dökerek, McDonald’s taşlayarak, Starbucks basıp oturanları tartaklayarak Yahudilerle baş edemezsiniz.

Olsa olsa komik olursunuz, eninde sonunda rezil olursunuz.

Eğer inandığınızı söylediğiniz veya zannettiğiniz İslam’ı yüceltmek, İslam toplumunu güçlü ve saygın bir hale getirmek istiyorsanız yapmanız gereken öğrenmek, bilgi ve bilim ile zenginleşmektir.

Bakın size birkaç şey hatırlatayım.

Nobel ödüllerini bilirsiniz, duymuşsunuzdur.

Edebiyat ve Barış Ödülü dışındakiler bilim alanında en büyük katkıyı yapan kişilere verilir.

1901 yılında verilmeye başlanan bu ödüllerin 100 yılı aşan tarihinde yüzde 65,4’ünü Hristiyanlar alırken, yüzde 21,1’ini Yahudi bilim insanları almıştır.

Yüzde 10,5’ini kazananlar Ateist ve Agnostikler olurken, Budistler yüzde 1,1’ini, Müslümanlar ise binde 8’ini kazanmıştır.

Edebiyat ve barış dışındaki ödülleri alan Müslüman bilim adamlarının tamamı çalışmalarını Batı ülkelerinde sürdüren Müslüman bilim adamlarıdır.

Dünya nüfusunun binde 2’sini oluşturan Yahudiler, Nobel ödüllerinin yüzde 21’ini alırken, dünya nüfusunun yüzde 25’ini oluşturan Müslümanlar bu ödüllerin sadece binde 8’ini alıyorsa, burada bir yanlış yapıyorsunuz demektir ve bu yanlıştan kaynaklanan farkı Cola dökerek kapatamazsınız.

Gerekli olan bilgime, bilgiye, eğitime, eğitimli insana değer, liyakate vermektir.

Bilgi zenginlik ve güç demektir.

Farkı ancak bilgi ile kapatabilirsiniz.

Ama emin olun din bilgisi ile değil.


Lafla olmaz Meral Hanım

Meral Akşener daha önce farklı kişilerce detayına girmeden dile getirilmiş bir iddiayı siyasete taşıdı.

“Oteli olan polis müdürü var. Burada yurtlardan kaçmış öksüz kızlara fuhuş yaptırıyorlar.”

Aslında dediği şu.

Randevuevi çalıştıran polis müdürü var.

Var mıdır?

Muhtemelen vardır.

Her türlü çetenin içinden bir emniyetçi çıkmaya başladığına göre olması kimseyi şaşırtmaz.

Aslına bakarsanız böyle şeyler eskiden de olurdu.

Benim gençliğimde de bazı genelevlerinin, bazı randevuevlerinin bazı polis müdürlerine ait olduğu konuşulurdu hep.

Mesela Taksim İlkyardım Hastanesi’nin yanında Rast vardı.

Öyle olduğu söylenirdi. (Tantan çıkıp da anlatsa keşke onları)

Yani uzun lafın kısası bu durum, bu döneme has değil.

Bu döneme has olan bunun yaygınlaşması ve normalleşmesi.

Ülke öylesine kokuşmuş, milletin burnu kokuya öylesine alışmış ki, hukuk okuyan gençler zengin olmak için hakim savcı olmaktan bahseder olmuş.

Durum bu değilse bile inanç bu.

Vahim olan da zaten bu. 

Meral Akşener’in bahsettiği konuya dönersek.

Böyle muhalefet olmaz.

Bu Kemal Kılıçdaroğlu tipi “dedikodu muhalefetidir”.

Bir şey söylersin.

Söylediğin doğrudur.

Ama belgesini bilgisini ortaya koyman gerekir.

Koyamazsan, koymazsan güzelim doğru çöp olur.

Ahlaksız olanın ekmeğine yağ sürülür.

O yüzden Meral Akşener, bu iddiasını lafta bırakamaz.

Elbette bize isim vermek zorunda değildir.

Ama bu konu ile ilgili olarak bildiği her şeyi yargı ve İçişleri Bakanlığı müfettişleri ile paylaşmak zorundadır.

Aksi takdirde Meral Hanım kaybeder, kerhaneciler kazanır!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Çok bildiğini zannedenin en çok yanılan olduğunu öğrendiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları