Şengör’den RTÜK Başkanına açık mektup

Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanlık koltuğunda oturtulan Ebubekir Şahin isimli bir şahıs, geçtiğimiz günlerde bir gazeteye verdiği mülakatta, Rus, Amerikan, İtalyan Bilimler Akademileri üyesi, Caltech, Oxford ve Collège de France profesörü Celal Şengör hakkında ileri geri laflar etti.

Bunun üzerine Prof. Şengör de, biraz aşağı bir seviyeye inmek pahasına da, olsa benim köşem aracılığı ile kendisine bir yanıt verme gereği hissetti.

Aşağıda okuyacağınız satırlar, kadim dostum Celal’in Ebubekir Şahin isimli kişiye açık mektubudur:

“Sevgili Fatihciğim,

Aşağıdaki mektubu önce doğrudan RTÜK’e yollamayı düşünmüştüm. Ama sonra halkımızın da bu cevabı bilmesinin yararlı olacağı geldi aklıma. Onun için de uygun gördüğün takdirde yayımlaman arzusu ile sana yolluyorum. (İzmir seyahatimiz ve sonra da COVID’in beni yatağa düşürmesi cevabı epey geciktirdi).

RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) başkanı Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri haddini aşan beyanlar dağıtmakta devam ediyor. Söyledikleri (ve ekibiyle birlikte yaptıkları) ülkemizin kültür ve eğitim yaşamına önemli ve olumsuz etkiler yaptıkları için ve bilhassa şahsım hakkında iftiraya varan sözlerine bir cevap vermek gereğini hissettim. Önce hakkımdaki sözlerini Sabah gazetesinde yayımlandığı şekliyle aynen aşağıya aktarıyorum:

“Bakın, adının önünde prof yazan bazı kişiler, ekranlarda boy göstererek, utanmadan RTÜK’ü, bahse konu dizi üzerinden ve kendi yayın ihlalleri nedeniyle aldıkları cezalar sebebiyle hedef gösteriyor. O isminin başında prof olan arkadaş kendi işine baksın. Uzmanlık alanındaki konularda ahkam kessin. Bıraksın da biz de işimizi yapalım. Yalan yanlış yüce dinimize ve kutsallarımıza saldırmış olduğu programın yaptırım kararının yargıdan döndüğü yaygarası ile kamuoyunu yanıltmayı ve halkımıza yalan söylemeyi bıraksın. Yargı süreci devam ediyor. Konu yargıda, takibimizde. İstinaf ve Danıştay süreçleri var. Kusura bakmasın ama işimizi, o ve onun gibi sabah din bilimci, öğleden sonra yer bilimci, akşam programlarında da güvenlik bilimci proflardan öğrenecek değiliz.”

Burada “yalan yanlış yüce dinimize ve kutsallarımıza saldırmış olduğu programın” ifadesindeki yalan yanlış neymiş, onu tarihi belgelere dayanarak belirtse de biz de aydınlansak. Yargı sürecinin devam ettiğinden bahsediyor. İlk mahkemeyi kaybettiği istinaf mahkemesi ve Danıştay sözlerinden açıkça görülmekte; burada bana hangi “yalanı” atfetmektedir. Ebubekir Şahin Bey Hazretleri bilimsel bir ifadeyi mahkemeye götürmeğe kalkarken, acaba kendisini Engizisyon mahkemesi savcısı mı sanmaktadır? Kendisine şunu tebliğ etmekten hicap duyarım, zira her uygar insan Engizisyon mahkemelerinin sonuncusunun 17. yüzyılda toplanmış olduğunu bilir. Malûm böyle bir denemeyi İtalyan Engizisyonu Galile’ye karşı yapmış, onu ev hapsine mahkûm etmişti. E, sonra ne oldu? 31 Ekim 1992’de Papa Johannes Paulus kilise adına Galileo’dan özür dilemek zorunda kalmıştı. Kısa bir süre sonra, 19 Eylül 2008’de Anglikan Kilisesi de Darwin’den özür diledi (https://www.edweek.org/education/church-of-england-to-darwin-were-sorry/2008/09#:~:text=“Charles%20Darwin%3A%20200%20years%20from,hope%20that%20makes%20some%20amends.)

Ben İbrahim ve Musa Peygamber denen kişilerin tamamen masalsı karakterler olduklarını, Mısır’dan Yahudilerin Çıkışı ve bu arada Firavun’un ve ordusunun helâk olması olayının hiçbir zaman tarihi kaydının olmadığını söylemiştim. Bu anlatılar sadece Yahudilerin ulusal destanı olarak yorumlanan Tevrat’ın ilk beş kitabında (pentateukh) bulunan mitos parçalarıdır. Bu kitaplar da en erken MÖ 8. yüzyılda kaleme alınmışlardır. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri bu bilimsel sonuçları inkâr mı etmektedir? O zaman buyursun, kendi inandıklarını isbat etsin (ama masalları değil, tarihi belgeleri kullanarak), ben de derhal bilimsel yanlışımdan dolayı özür dileyeyim. Unutmasın, bu tür iddialar mahkemelerde değil, bilimsel literatürde karara bağlanır. Haydi, hodri meydan.

Bunu yapmadan önce de büyük İngiliz şairi ve Cumhuriyetçi politikacı John Milton’un basın-yayın özgürlüğünü savunan ilk önemli belge olan 1644 tarihli Areopagitica’sını da bir okuyuversin. Belki o zaman Kızıl Goncalar hakkında ekibiyle birlikte aldıkları kararın niçin insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu anlayabilir. Kızıl Goncalar sık sık basında ve televizyonda karşımıza çıkan çirkin olaylardan başka bir şey mi göstermektedir ulusumuza? Peki tarikatlar Anayasamızın 2. maddesinde belirtilen “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne göre zaten yasak değil midir? Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye çalışmak suç değil midir? Bunların yanında 30 Kasım 1925’te kabul edilen Takke Ve Zaviyelerin Kaldırılması Kanunu (tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile birtakım unvanların men ve ilgasına dair kanun) ile tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı; türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırılmıştır. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri ve RTÜK üyeleri koydukları yasakla, İslamiyet’i değil, çirkin suçlar işledikleri sık sık gazete manşetlerimizde görülen ve aslen anayasamızca yasaklanmış olan tarikatları korumaktadır. Yaptıkları, Godfather filminde gösterilen kanun dışı bir organizasyonu ve ettikleri haltları beyaz perdeye taşıyan bir yapımı yasaklamaya benziyor. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri’nin oradaki görevi kendi tâbiriyle “yüce dinini” değil, gerçekleri savunmaktır. Bunun aksi lâikliğe de, insan aklına da aykırıdır. Zaten yaptıkları da kendi ilân ettiği “halka gerçekleri göstermek” amacıyla da her açıdan çelişmektedir. Yoksa kendisi Atatürk’ün aşağıdaki sözlerine karşı mıdır?

“Var olan tarikatların amacı kendilerine bağlı olan kimseleri dünyada ve manevi olan hayatta mutluluk sahibi yapmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum (şiddetli alkışlar).
Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur (sürekli alkışlar). Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.”

Kastamonu, 1925

Açıkça söylese de biz de öğrensek.

Not: İsmimin önünde sadece prof. yazmıyor. Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri ismimin önünde ve arkasında yazılanların tamamına bir göz atsa benim kendi işime ne kadar baktığımı görür. Ben ne din bilimci, ne de güvenlik uzmanıyım, sadece jeoloğum – ama kültürlü cinsinden. Kendisi ise işini yapmamaktadır. Tekrar edeyim: Yobaz kollayıcılığı RTÜK’ün görevleri arasında değildir.

A.   M. Celâl ŞENGÖR


Pompalı

Sabah erken saatte haberleri dinliyorum.

Zannederim Habertürk televizyonu açık.

Yavuz Barlas’ın ekonomi yorumlarını bekliyorum.

Peş peşe gelen haberler dikkatimi çekiyor.

Anadolu’nun üç ayrı ilinde, üç ayrı olay.

Üçünde de pompalı tüfekli saldırı var.

Üçünde de tetiği çekenler de, pompalı tüfeklerin namlusundan çıkan saçmalara hedef olanlar da “çocuklar”.

Yaralayanlar da, yaralananlar da, hayati tehlikesi sürenler de hepsi 15,16,17 yaşında genç bile diyemeyeceğimiz çocuklar.

Türkiye bir ara bu pompalı tüfek meselesini çok tartıştı.

Silah ruhsatı almak çok da kolay olmadığı için, Türkiye’de bireysel silahlanma pompalı olarak adlandırılan av tüfekleri ile oluyordu.

Yasalar gereği fişek haznesi 2’ye indirilmeden avda kullanılması yasak olan 5 mermi kapasiteli tam otomatik ve pompalı diye tabir edilen yarı otomatik tüfeklerin satışları bir ara patlama yapmıştı.

Peynir ekmek gibi satılan bu tüfeklerin gün gelip ülke açısından bir güvenlik sorunu olacağı, hatta belki de Cumhuriyet karşıtı bir kalkışmada kullanılabileceği 1990’lı yıllarda uzun uzun tartışılmıştı.

Bu pompalı tüfeklerden yüzbinlercesi, belki de milyonlarcası satıldı, evlerde duvarlarda, yatak altlarında yerlerini aldı.

Çok şükür Cumhuriyet karşıtı bir kalkışmada kullanılmadı ama şimdi çoluk çocuğun elinde dehşet saçmaya başladı.

Her gün en azından bir mahallede, birileri elindeki pompalı tüfekle birbirine saldırıyor, insanlar bu tüfeklerle ölüyor, öldürüyor.

Hepimiz, çoluğumuz, çocuğumuz bu tüfeklerin tehdidi altındayız.

Acaba Devletimizi idare edenler bu tehlikeye karşı bir önlem almayı, bunların kayıt dışı olanlarını en azından kayda geçirmeyi, bu silahlardan bulundurma hakkına sahip olmayanların ellerindekini geri almayı düşünüyor mu!

Yoksa milletin birbirine “pompalı ile vurmasından” memnun mu!


Togg’un yurt dışı satış planı ne!

Yeli ve milli elektrikli otomobilimiz Togg’un Las Vegas’taki CES yani “Tüketici Elektroniği Fuarı”nın otomotiv bölümünde en geniş pavyonu kiralayıp yeni modelini tanıttığını Ertuğrul Özkök’ün yazısı sayesinde öğrendik.

Tanıtılan yeni model, benim merakla beklediğim ve daha önce sergilenen prototipine bayıldığım sedan olmamış.

Oldukça avangard bir sedan olan o ilk prototipten vazgeçilip, fastback havalı yeni bir model üretilmiş.

Ben hâlâ ilk sedanın daha güzel olduğunu düşünüyorum ama bu yeni model de aslıda şu andaki trendlere uygun.

SEAT’ın yeni markası Leon’un, PSA grubunda Peugeot, Citroen ve DS’in öncü olduğu ve light SUV diyebileceğimiz bir klasmanda hoş bir otomobil yapmışlar.

Bu yeni anlayış, ABD’de de giderek yükseliyor, Cadillac bile bu tarza yöneldi.

Doğru bir seçim gibi duruyor.

Ancak benim asıl merak ettiğim bu değil.

Togg, Özkök’ün de dediği gibi fuardaki en büyük standı kiralamış.

Bunun bedeli, CES gibi bir fuarda astronomiktir.

Tefrişatı, dekorasyonu falan da ekleyince bayağı bir yekûn tutmuştur.

Sektörde uluslararası oyuncu olmak istiyorsanız bunu yapmak gerekir.

Benim de merakım tam bu işte.

Togg, sektörde uluslararası oyuncu olma konusunda ne düşünüyor?

Markanın şimdilik 175 bin olan yıllık kapasitesinin tamamını şimdilik tek, bir süre sonra 2 modelle Türkiye’de satması şu an için pek de mümkün görünmüyor.

Bu amaçla Avrupa’da ya da yakın coğrafyamızda, Rusya’da, Azerbaycan’da, Irak’ta, İran’da bir pazarlama stratejisi, bir bayii ağı kurma projesi var mı?

Varsa bu proje ne aşamada?

CES’te milyonlar harcandığına göre böyle bir hedef olmalı.

Değil mi!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ? 

Rütbemiz yükseldikçe gönlümüz alçaldığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları