Başak Demirtaş sürpriz değil

HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın “Partimiz uygun görürse İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmak isterim” açıklaması bazılarını şaşırtmış olabilir ama bu sayfanın düzenli okurlarını hiç ama hiç şaşırtmadı.

İktidar partisinin, Başak Demirtaş’ın DEM Parti’nin adayı olması için DEM Parti ile pazarlık yaptığını bundan 40 gün kadar önce, 14 Aralık’ta burada şu cümlelerle yazmıştım:

İstanbul’da İmamoğlu AK Parti’nin tüm adaylarına karşı önde görünüyor.

Ankara’da ise Yavaş aynı durumda.

Tek çare diğer partilerin adaylarının dengeyi değiştirmesi.

Bu yüzden de iktidar, HDP ya da yeni adıyla DEM’in aday çıkarmasını sağlamaya çalışıyor.

Başak Demirtaş’ın DEM’in adayı olması halinde 10 puan civarında bir oy alabileceği ve dengeyi İmamoğlu aleyhine bozabileceğini hesaplıyor.”

İktidarın bu arzusunun Kürt siyasal hareketi içinde karşılık bulduğunu da şöyle anlatmıştım:

Seçimlerden hemen sonra bu köşede yazdığım üzere siyasal Kürt hareketi içinde ‘Muhalefet ile birlikte hareket ederek bir şey kazanamıyoruz. İktidar ile uzlaşalım’ fikriyatı oluşmuştu.

Ve CHP ile açık açık görüşen HDP ya da DEM, AK Parti ile de gizli bir diyaloğu götürüyordu.

Ve şimdi DEM’in İstanbul’da en az 10 puanlık bir potansiyeli olduğu düşünülen Başak Demirtaş’ı ya da 7 puana yakın alması olası görünen Ahmet Türk’ü aday yapması konuşuluyor.”

Benim bu yazımdan sonra DEM Parti epey bir hareketlendi. Ahmet Türk siyaseti bıraktığını açıkladı, sonra geri döndü.

Ve Başak Demirtaş adaylık arzusunu açıkladı. Zannederim, bu adaylık Selahattin Demirtaş’ın durumunda da bir değişiklik sağlayacaktır. Muhtemelen pazarlığın bir parçası da budur.

Kandil, eğer Selahattin Demirtaş’ın artık kendileri için bir rakip, toplumun sevdiği güçlü bir muhalif figür olmayacağını düşünüyor ve ‘Artık serbest kalmasında bir mahzur yok” diyorsa Başak Demirtaş aday olabilir.

Bu hamle de yerel seçimler öncesi İstanbul’da dengeleri değiştirebilir.

Hele bir de Yeniden Refah, AKP ile uzlaşır ise.

Ekrem İmamoğlu’nun işi iyice zorlaşır.


Rondo Alla Turca  

Dün geceden beri arayan arayana.

“Doğru mu?” diye.

Doğru mu diye sordukları ise şu.

Almanya’da yaşayan gazeteci Erk Acarer, Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan’la ilgili yeni bir bilgi paylaşmış.

Daha doğrusu iki bilgi.

İlk bilgi, Hafize Gaye Erkan’ın babasının İstanbul’da Kadıköy’ün şık semtlerinden birinde “Gaye Apartmanı” adında kocaman bir apartmana sahip olduğu.

Acarer bunu, Hafize Gaye Erkan’ın “İstanbul’da kiralar pahalı, ailemle oturuyorum” sözüne atfen duyuruyor ve “Devletin malı deniz. Başka bir evin kirasını devlete ödetmekte bir sıkıntı yok” diye duyurmuş.

Acarer’in diğer iddiası ise Hafize Gaye Erkan’ın babasının Mehmet Ağar ile teyze çocukları olduğu.

Doğrusu birkaç gündür, özellikle yerel medyalarda Erol Erkan ile ilgili “imalı” bazı haberler yer alıyor, Elazığ’a ve isim verilmeden aile bağlarına dikkat çekiliyordu.

Yozgat Çamlık Gazetesi’nde, Çorum Osmancık Haber’de ve başka birkaç yerel gazetede Erol Erkan’ın “Elazığlı” kimliğine dikkat çekiliyor ve burada bir “sır” olduğu ima ediliyordu.

Yeni Bakış’ta ise Erol Erkan’ın Türk siyasetinde “Yetim Hüsnü” olarak bilinen Hüsnü Doğan ile akraba ve bu vesile ile Turgut Özal ve ailesi ile de “hısım” olduğu bilgisi vardı.

Görünen o ki, Erk Acarer bu imaları somut bir iddia haline getirmiş.

Bu iddiaların doğru olmaması için bir neden yok.

Zaten ortada bir suç da yok.

Ne babasının apartmanı varken devletin verdiği lojmanda oturmak suç ne de Mehmet Ağar ile akraba olmak.

Akrabalık ilişkileri hiçbir şeyin şansa olmadığını gösteriyor sadece.

Gerisi ise benim daha önce de söylediğim gibi istediğiniz kadar iyi eğitim alın, isterseniz ABD’de banka CEO’luğu yapın, eğitimin sadece cehaleti aldığı, açgözlülüğün ve alaturkalığın ise baki kaldığı.


Şengör: Bilim anlatmak zararlı faaliyetmiş

Sevgili arkadaşım Celal Şengör, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’e açacağım hakaret davası ile ilgili görüşlerini içeren bir destek mektubu yazmış.

Sizlerle paylaşmak istedim.


“Sevgili Fatih,

RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’i sana ve bana yönelttiği çirkin sözler ve gerçeği yansıtmayan ithamlar nedeniyle mahkemeye vereceğini öğrendim. Benim de başta böyle bir niyetim vardı. Her ne kadar bu tür bir davranış ve böyle bir lisan devletimizin üst kademe bir bürokratına hiç yakışmıyorsa da, ben bu tür bir kişilikle muhterem savcı ve yargıçlarımızın zaten tepeleme dolu olan programlarına ek bir yük oluşturmamak amacıyla niyetimden vazgeçmiştim. Ancak senin yazını okuduktan sonra fikrimi değiştirdim. Sen mahkemeye baş vuracaksan, ben de destekleyicin olarak katılmak isterim. Halkımızın bu zâtı iyi tanıması ve akla ve bilime dayanan cumhuriyetimizin bazılarının elinde nasıl bir tehdit ve tehlike altında olduğunu görmesi lazım. 

Türkiye’nin en iyi ve en faydalı gazetecisine basın kartı olmadığı için saldırmak! Bu ne akıldır? Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük jeoloğu olan Eduard Suess’ün de üniversite diploması yoktu. Buna rağmen kendisi Viyana Üniversitesine profesör atandı ve 44 yıl bu vazifesini ifa etti. Keza tüm dünyada modern Türkolojinin kurucularından olan Ord. Prof. Fuad Köprülü’nün de üniversite diploması yoktu, ama Rus Bilimler Akademisi yabancı üyesiydi ve Sorbonne’dan şeref doktorası ile taltif edilmişti. Marifet başkalarının birisine verdiği bir kâğıt parçasında değil, o kişinin ürettiği ve yayımladığı bilgidedir. 

Üstelik de senin Basın Kartı’nı hakettiğin ve hakkın olduğu halde ilkelerinle bağdaşmadığı için almadığın, herkesin malumudur.

Ebubekir Şahin Beyefendi Hazretleri benim, televizyonda daha ziyade sen, İlber Ortaylı ve Ahmet Arslan hocalarımızla birlikte milletimizi bilim ve felsefe konusunda aydınlatmak ve bilhassa Atatürk’ün bilim ve eğitim hakkındaki görüş ve tavsiyelerini mümkün olan en geniş çevrelere ulaştırabilmek için yaptıklarımı zararlı olarak görüyor (Sosyal medyadan yayımladığı kendi sözleri aynen şöyle: ‘Televizyonları sizin gibi ekran zararlılarından korumaya devam edeceğiz’). Belki depremler hakkında verdiğim bilgileri de zararlı addediyordur. Halbuki program ve kitaplarımız milletimizden ne büyük bir teveccüh görmektedir. Tevekkeli Atatürk’ün 1925 yılında Kastamonu konuşmasından aldığım tarikatlar hakkındaki bir alıntının dile getirdikleri ile aynı fikirde olup olmadığı soruma cevap vermekten kaçındı. Kim bilir, belki Atatürk’ün düşüncelerini de zararlı addediyordur. Üstelik kendisinin ‘yüce dini’ hakkında söylediklerimde acaba hangi yalan ve yanlışları bulduğu soruma da cevap vermedi. Bunlar, son yazısındaki öfke taşkınlığının eseri olan hezeyanlarını sanırım yeterince açıklıyor. Kendisinin gerçek yüzü ortaya çıktıkça hırçınlaşıyor. 

Bu tip bilgi ve görgü fakiri kişilerin devletimizin önemli mevkilerinde bulunmaları inan beni kahrediyor. 

Sevgilerle aziz arkadaşım,

Celal”


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Makam koltukları o koltuklara oturtulanlar tarafından kirletilmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları