Oray Eğin Akşam Gazetesi 17 Ağustos 2007

Bekir Coşkun İstifa Eder Mi?

Dünkü yazısından öğreniyoruz ki Bekir Coşkun’un okurları ikiye bölünmüş, “Kürek arkadaşını” kaybeden Coşkun okurlarına akıl soruyor: “Devam mı edeyim ya da bırakayım mı?” Okurların bir kısmı “Onları daha da ödüllendirme; yazmaya devam!” derken, bir kısmı da hemen çekip gitmesi gerektiğini düşünüyormuş, Ünlü yazar düşünüp karar verecekmiş ama o yazıdan çıkan anlam bırakmaya pek niyetli olmadığı, hatta devam etmenin yolunu da hazırladığı, Bir tür “Onlar beni atana kadar ben kalırım” mesajıydı Bekir Coşkun’un verdiği, Nitekim başka demeçlerinde de “atılma sırasında” olduğunu belirtti, “istifa niyetinde” olduğunu değil, Bakalım,,,

Ama tam da bu aşamada belki de bir yazarın, bir başka yazarın görevine son verildi / susturuldu / ifade hakkı elinden alındı / kovuldu diye istifa etmesinin meşruiyetini sorgulamak gerekiyor,

Hatırladığımız en yakın tarihli yazar tepkisi Sabah gazetesinin içişlerinde gerçekleşti, TMSF el koyduktan sonra eski yazarları Yılmaz Özdil’in bir yazısının sansürlenme girişimine karşı, eski başyazar Mehmet Barlas yazarları örgütleyip ertesi gün köşelerini boş bırakmalarını sağladı, Çeşitli diplomasi trafiği ve restleşmelerle bu tepkiye karşı bir uzlaşı aranmaya çalışıldı, nitekim Sabah’ta köşeler boş kalmadı ama Barlas sonunda istifa etti,

Dün, Hürriyet yayın yönetmeninin yazdığı, Emin Çölaşan’ın da söylediği gibi o işine son verilen ne ilk ne de son gazeteci, Pek çok köşe yazarı yıllar içinde köşelerini kaybetti, yazma hakları ellerinden alındı, Çölaşan olayının bu kadar ses getirmesi Özkök’ün dediği gibi gazetenin Hürriyet olmasından mı kaynaklanıyor, yoksa başka şeyden mi tartışılır,

Hürriyet daha önce de Zeynep Atikkan, Oya Berberoğlu gibi yazarların işine son verdi, Bunlar tartışılmadı,

Milliyet’te de aralarında Duygu Asena ve Umur Talu gibi çok okunan yazarların da bulunduğu, ama okunmayan isimlerin de yer aldığı pek çok köşe yazarı bir günde işten çıkartılmıştı, Hiçbir sarsıntıya yol açmamıştı bu Türk Basını’nda, Gazeteler patronun malıdır, deyip geçildi,

Belki buna sessiz kalınmasının sebebi bu operasyonların tek gerekçesinin “ekonomik” olduğuna ikna olunmasıydı,

Ancak şimdi belki de ilk defa bir yazarın köşesinin elinden alınmasına karşı toplu bir isyan tartışması yaşandı, Bu belki de geç kalmış bir uyanıştır Türk Basını için, Ancak herkesin ortak inancı bu tepkilerin yine lafta kalacağı, hiçbir adım atılmayacağı,

Doğrusu, bir yazardan tepki istifası talep ederken insanın kendine bakıp yargılamayı ona göre yapmasında fayda var, Gazetecilere “İstifa et” demek kolay, ama bunu hayata geçirmek bir o kadar zor, Zaman zaman pek çok aile sadece bir köşe yazarının yazısıyla geçiniyor; doğrusu Türk Basını’nın bir dönemindeki anlı şanlı maaşlar dönemi de bitti, pek az kişi çalışmadan kısa süre geçinebilir,,,

Bir de hakikaten “herkes yanmalı” derken birilerinin de kalması gerektiği var, Belli bir görüşteki herkes köşesinden olursa, o görüşleri kim dillendirecek?

Ama istifa denen şey bir yandan da omurgayla ilgili, Eğer bir köşe yazarının görevden haksız yere alındığına inanılıyorsa toplu istifa patrona kafasını duvarlara vurduracak kadar etkili bir uyarı yöntemi olabilir, Köşe yazarları gazetenin vitrinidir sonuçta; bu vitrin birden çökerse karşılığında patronlar da tedbir alıp buna sebep olan pürüzleri yok etmek için uğraşırlar, Kimse böyle bir tepkiye kayıtsız kalamaz sonuçta,,,

28 Şubat’ta pek çok köşe yazarı haksız yere, yalan andıçlarla işinden oldu, Mehmet Barlas, Mehmet Ali Birand ve Cengiz Çandar başta olmak üzere pek çok ismin meslek hayatı sekteye uğradı, Milliyet okurları Umur Talu’dan mahrum kaldı mesela, Can Ataklı, 28 Şubat’ta gazeteleri yöneten tüccar generalleri deşifre ettikten kısa süre sonra köşesinden oldu,,, Metin Münir, bir anda Sabah gazetesinden kendisinin de sebebini bilmediği bir sebepten dolayı kovuldu,,,

Yakın tarihin bu pek çok olayında diğer köşe yazarları suskun kaldı, hiçbir tepki göstermediler, Gösterseler, gazetelerin seyri değişirdi,

Ya da değişmezdi,

Hatırladığımız en iyi yazar tepkisi Ahmet Altan’ın Milliyet’e yazdığı “Atakürt” yazısına karşı konmuştu, Ufuk Güldemir yayın yönetmeniydi, Milliyet yönetimi Altan’ın yazılarına son vermiş, Can Dündar onu savunan bir yazı yazmış, basılmamış, istifa etmişti, Hemen ardından Güldemir de kapıyı vurup Milliyet’ten çıkmıştı,,, Can Dündar’la Ahmet Altan, o dönem “Yeni Yüzyıl”dan Milliyet’e gelmişti, tekrar oraya dönmüştü, Bir tür kader birlikleri vardı; tıpkı Çölaşan-Coşkun gibi,

Bugünden bakınca, bütün bu olayların ışığında yaşananın Milliyet’in seyrini değiştirdiğini kim söyleyebilir ki,,,

Türk Basını bir köydür sonuçta, Köy ilişkileri, ahbap-çavuşluk burada baskındır, Çoğu zaman bireysel gelecek de toplu gelecekten daha önemlidir bu köyde,

Çölaşan olayı yeni bir “Atakürt” vak’asına dönüşür mü? Doğrusu Bekir Coşkun’un aşırı popülist tavrına bakınca “zor” diyorum içimden, Bir de en çok Yılmaz Özdil’e üzülüyorum, Daha yeni gazetesinin keyfini alamamışken düştüğü/düşürüldüğü bu durum,,,

Erişilebilirlik Araçları