Murat Bardakçı Cumhuriyet Gazetesi 31.08.2007

Nakşilerin 600 Yıl Sonra Gelen Zaferi

22 Temmuz seçimlerinin ve seçimlerden sonra Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı’na gelmesinin, üzerinde pek fazla durulmamış olan en önemli sonuçlarından biri, altı asırdır var olan ve Türkiye’de imparatorluk döneminden başlayarak son iki yüzyıldan bu yana iktidar mücadelesi sürdüren bir hareketin, Nakşibendiliğin bu mücadeleyi kazanarak devlete -ordu dışında- resmen hâkim olmasıdır,

1389’da Buhara’nın köylerinden Kasr-ı Arifan’da doğan bir Türk olan Muhammed Bahaüddin Şah-ı Nakşibend’in Orta Asya’da kurduğu Nakşibendilik, aslında tam bir Türk tarikatı idi ve Araplıkla, Arap gelenekleriyle bir ilişkisi yoktu, Orta Asya’da başlayıp filizlenen bu düşünce sistemi zamanla Ortadoğu ile Anadolu’yu da etkiledi, ama yaklaşık 500 yıl boyunca bir tasavvuf sistemi olarak kaldı ve siyasal alanda faaliyet göstermedi, Varlığını halk arasında ve kendine mahsus ritüellerle devam ettirdi,

Nakşibendiliğin siyasal zemine kayması, 1770’lerin sonuna doğru Süleymaniye’de doğup Bağdat’ta ve Hindistan’da okuyan Mevlana Halid’in kurduğu ve Nakşibendiliğin bir branşı olan "Halidiyye" kolunun çabalarıyla başladı, Halidilik, Şam’a yerleşen ve ahirete yönelik ibadetlerin yanı sıra dünyevi hayatın ve iktidarın da kontrol altında tutulmasını öngören Mevlana Halid’in dört bir yana gönderdiği halifelerinin faaliyetleri sayesinde hemen her kesimden müride sahip oldu, Müridler arasında, önde gelen bazı devlet adamları da vardı,

Halidiliğin dünyevi iktidarı da elde etme amacı güttüğünü, ilk önce zamanın hükümdarı İkinci Mahmud fark etti, Başkent İstanbul’da tarikatı yaymaya çalışan Halidiler sıkı bir kontrol altına alındılar ve daha sonra Mevlana Halid’in gönderdiği halifelerle birlikte başkentten sınır dışı edilerek Şam’a geri yollandılar, Nakşi-Halidi hareketin güç kazanma mücadelesi, İkinci Mahmud’un aldığı bu tedbirlere rağmen Cumhuriyet dönemine kadar durmadan devam etti,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 30 Kasım 1925’te kabul ettiği 677 sayılı kanunla tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra tarikatlar, şeyhlerin veya önde gelen müritlerin evlerine yahut temin edilen başka mekânlara taşındılar, bir anlamda yeraltına indiler ve faaliyetlerinde hiçbir değişiklik olmadı, Devlet ise, tarikatlara karşı iki farklı uygulamada bulundu: Hemen bütün tarikatlar gözetim altında tutuldu, bu arada birçoğunun faaliyetine göz bile yumuldu, hatta bazılarına kültürel kimliklerinden dolayı destek bile verildi ama,, sadece tek bir tarikat, Nakşibendilik ve özellikle de Halidiyye kolu sıkı bir takibe uğradı, Zira diğer tarikatların aksine dünyevi iktidara, yani devlete iktidar rakibi olan tek tarikat Nakşi-Halidi doktrindi,

Osmanlı’nın yanı sıra Cumhuriyet döneminde de devletle çatışmaya giren dini grupların hemen tamamı, Nakşi doktrinden kaynaklanan görüşlere mensuptu, Devrim yıllarında şapkaya karşı başlayan hareketin, 1930’daki Menemen olayının, Doğu ve Güneydoğu’daki birçok ayaklanmanın ve Türkçe ezana karşı başkaldırıların liderleri hep Nakşi-Halidi idiler, Günümüzde modern versiyonlarının giderek güç kazandığı Said-i Nursi’nin Nurculuk hareketi de temelinde Nakşi doktrine dayanıyordu,

AKP kadrolarının yetiştiği yer olan MNP-MSP ve RP oluşumlarının temeli de Nakşi düşünce sistemidir, Dolayısıyla AKP’nin 22 Temmuz seçimleri sonucunda elde ettiği başarı, Nakşibendiliğin Türkiye’de 200 yıldan fazla bir zamandan bu yana devam eden mücadelesini iktidarı elde ederek sonuçlandırması, diğer bir anlamla da Nakşi-Halidi doktrinin zaferidir,

Bugün, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Nakşibendilik ile, hatta herhangi bir tarikatla bağlantısı bulunmuyor yahut bilinmiyor, Ancak yetiştiği çevrede Nakşi etkisi her zaman vardı, Ve, unutmayalım: Gül’ün düşünce yapısının oluşmasında önemli etkisi olan Büyük Doğu Hareketi’nin lideri Necip Fazıl Kısakürek, Nakşi-Halidi hareketin önemli şeyhlerinden birinin, "Arvas Seyyidleri" olarak bilinen aileye mensup olan Abdülhakim Arvasi’nin önde gelen müritlerindendi,

Sözünü ettiğim zafer, Nakşi cemaatlere mensup isimlerden oluşan bir iktidarın, o çevrelere muhalif olmayan bir ismi Cumhurbaşkanlığına seçmesi ile daha da güçlenmiştir, Bu, Nakşibendiliğin kurucusu Bahaüddin Şah-ı Nakşibend’in rüyasının 600, Halidiyye kolunu kuran Mevlana Halid’in vasiyetinin da tam 180 yıl sonra gerçek olması demektir,

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları