Televizyonda itirafta ilk Erdoğan’ındır

Herkes “Kılıçdaroğlu nasıl oldu da televizyonda böyle bir şeyi itiraf ederek hem partisini hem de partideki en yakınlarını zor durumda bıraktı” diye soruyor. 

Zaman zaman siyasetçiler, televizyon programlarında böyle itiraflarda bulunurlar. 

Mesela bunlardan biri, yıllar önce benim Teke Tek programında olmuştu. 

Yıl 2005 idi. 

Türkiye’de özelleştirmeler tam gaz gidiyordu. 

Ve İsrailli işadamı Sami Ofer’e bu özelleştirmelerden TÜPRAŞ’ın bir kısım hissesinin blok satışı ve Galataport düşmüştü. 

Ofer’in Galataport’u teneşir vade denilen bir şekilde almasından sonra vergi rekortmenleri ödül töreninde, gazeteciler Başbakan Erdoğan’a “Galataport’u satın alan Ofer’le ihaleden önce görüşüp görüşmediğini” sordular. 

Erdoğan da çok net ve kendinden emin biçimde “Hayır, görüşmedim” dedi. 

Aynı günün akşamına Başbakan Erdoğan benim Teke Tek programının konuğu idi. 

Başbakanlık konutundaki programda Başbakan Erdoğan’a bu kez ben sordum, “Sami Ofer’le özelleştirme ihalesinden önce görüştüğünüze dair iddialar var. Sabah reddettiniz ama ben bir kez daha sorayım. Görüştünüz mü Sami Ofer’le” dedim. 

Başbakan Erdoğan yüzüme baktı ve “Görüştüm” dedi. 

Abisinin yıllar önce Ofer’in gemilerinde çalıştığını, Ofer’le ilk tanışmasında bunu kendisine söylediğini ve Davos’ta Ofer’le bir görüşme yaptığını net bir biçimde söyledi. “Ben ülkemde yatırım yapacak işadamları ile her zaman görüşmeye hazırım” diye de ekledi. 

“Bilkent’te de görüştüğünüz söyleniyor” diye ısrar ettim. 

O görüşmeyi hatırlamadığını söyledi. 

Tabii kıyamet koptu. Ertesi gün tüm gazeteler bu manşetle yayınlandı. 

Sabah “Görüşmedim” dediği Ofer’le görüştüğünü akşam itiraf etmişti. 

Ve bu bir televizyon programında yapılmış en büyük itiraftı. 

Ofer’e neredeyse bedavaya verilen Galataport İhalesi ne oldu diye soracak olursanız. 

O da bir süre sonra iptal oldu. 

Ben de o zaman yayın yönetmeni olduğum Sabah gazetesinde haberi “Galatamort” başlığı ile verdim. Sonra ihale tekrarlandı ve Doğuş-Bilgili ortaklığı peşin 702 milyon dolar yani Ofer’in teklifinin gerçek değerinin üç katından fazlasına ihaleyi kazandı. 

NOT: Kağıt üzerinde Sami Ofer’in teklifi daha yüksek gibi görünse de Ofer ödemeyi taksitle yapacaktı ve en önemli dilim 49 yıl sonra ödenecekti. Ofer’in önerdiği paranın bugüne indirgenmiş değeri 220 milyon dolardı. Tekrarlanan ihalede ise süre 30 yıl ve ödeme peşin 702 milyon dolar oldu. 


Kılıçdaroğlu hangi bakanlıkları vermişti

Memlekette gazeteciliğin ruhuna çoktan Fatiha okunduğu için, nedense kimse “Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ’a verdiği bakanlıklardan biri İçişleri Bakanlığı idi ama diğer iki bakanlık hangisi idi?” sorusunu sormuyor. 

Gelin ben size bu yazıda, bu sorunun yanıtını vereyim. 

Aslına bakarsanız, Kılıçdaroğlu’nun İçişleri Bakanlığı’nı Ümit Özdağ’a verdiği, seçimden önce de gündeme gelmişti, CHP ve İYİ Parti içinde rahatsızlık yaratmış ve hızla yalanlanmıştı. 

Ben ise bu konuyu o zaman da araştırmıştım. 

Ümit Özdağ ile Kılıçdaroğlu arasında seçim öncesi yapılan görüşmede Özdağ Kılıçdaroğlu’na, milliyetçi muhafazakar seçmenin kendisine oy vermesinin zor olduğunu, HDP’nin varlığının ve DEVA sözcülerinin bazı açıklamalarının Kılıçdaroğlu’nun terörle mücadele gibi hassas konularda zafiyet içinde olduğunu düşünmesine neden olduğunu anlatmış ve “İçişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarını kendilerine vermesi halinde muhafazakar seçmenin kafasındaki soruların ortadan kalkacağını” söylemişti.

Kılıçdaroğlu buna “İçişleri olur, Milli Savunma olmaz” yanıtını vermişti. 

Bunun üzerine de Ümit Özdağ “İçişleri Bakanı ben olacağım” diye açıklamıştı. Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamadan rahatsız olması üzerine Özdağ Kemal Bey’i arayarak “Kemal Bey, açıklayıp, muhafazakar seçmene bunu duyurmadıktan sonra benim İçişleri Bakanı olacak olmamın seçimi kazanmanıza ne etkisi olmasını bekliyorsunuz” diyerek mantıksızlığa dikkat çekmişti. 

Taraflar daha sonra tekrar bir araya geldiler. 

Bu kez Ümit Özdağ İçişleri, Milli Eğitim ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nı talep etti. 

Kılıçdaroğlu “İçişleri tamam, Kültür ve turizmi ikiye böleriz. Kültür’ü size veririz. Milli Eğitim’i veremem” dedi. 

Özdağ “İsterseniz partinizle ve ortaklarınızla konuşun. Sonra kesinleştirelim” önerisini getirdi. Kılıçdaroğlu “Gerek yok. Partim bana tam yetki zaten verdi. Size vereceğim bakanlıklar da CHP’ye düşen bakanlıklar. Sorun yok” deyince Ümit Özdağ bunu bir protokole bağlamayı önerdi. Kılıçdaroğlu “Protokol olur ama tek nüsha olur. Bende kalır” dedi. 

Özdağ “Bana güvenmiyorsanız, seçimden sonra nasıl birlikte çalışacağız. O zaman vazgeçelim” dedi. 

Bunun üzerine protokol iki nüsha olarak düzenlendi. 

Biri Kılıçdaroğlu’nda, biri Ümit Özdağ’da kaldı. 

Ben bunu seçimden önce duydum, tek taraflı olarak öğrendim. 

Ama yalanlanması halinde elimizde tek bir belge bile olmadığı için yazamadım. 

Beni şaşırtan ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun bunu sadece milletten değil, kendi partisinden bile saklamış olması oldu. 


Yoğun göçün ortak sonucu ve HLM’den DKSK’ye  

İktidara yakın müteahhitlerden ve 3. Havalimanı’nın da ortaklarından Kalyon İnşaat bir proje geliştirerek “Kamu arazilerini bize verin, biz de buralarda yap işlet devret yöntemi ile konut inşa edip bunları kiraya verelim ve kira sorununu çözelim” demiş. 

Projenin fikir babası ise anladığım kadarı ile ailenin genç üyesi, GYODER Başkanı Mehmet Kalyoncu. Proje iktidara yakın bir gruptan gelince herkes “Son arsalara göz diktiler” diye yorumlamış durumu. 

Ben ise olaya böyle bakmıyorum ve fikri çok doğru buluyorum. 

Bu aslında yeni bir şey değil ve Fransa’da yapıldı, uygulandı ve bir dönem başarılı da oldu. 

Anlatayım. 

Önce 1. ardından 2. Dünya Savaşı ile sarsılan Fransa’da ikinci savaştan sonra ciddi bir konut sorunu ortaya çıktı. Savaş sonrası sömürgelerden başlayan yüksek sayılardaki göçün ve “Baby boomer” denilen hızlı nüfus artışının da etkisi ile kiralık ev bulmak imkansız hale geldi. 

Yani Fransa’da da aynı bizdeki gibi yoğun bir göç sonrası yerleşim ve konut sorunu ortaya çıkmıştı. 

Fransa’da özellikle sol kanat, buna çözüm olarak kamunun konut üretmesini ve bunları ihtiyaç sahiplerine kiraya vermesini önerdi. 

Daha sonra sadece kamunun değil, özel sektörün de bu işe girmesi kararlaştırıldı ve 1950’lerde ortaya HLM denilen sistem çıktı. 

HLM Fransızca “Habitation à Loyer Modéré” kelimelerinin baş harfleri idi ve “Makul Kiralı Yerleşim” anlamına geliyordu. 

Bir kısmı kamu, bir kısmı özel şirketler tarafından olmak üzere yılda 240 bin konut yapımı hedeflendi. İnşaatların hızlı ve kolay yapılabilmesi için vinçlerin rahat çalışabileceği özel projeler geliştirildi. 

Evler küçüktü ve sadece yarıya yakınının kendine ait banyo ve tuvaleti vardı. 

Büyük bölümü Paris çevresinde olmak üzere inşaatlar başladı ve hedefler aşıldı. HLM’ler 20 yıl sonra Fransa’nın ekonomik olarak toparlanmasına paralel olarak gözden düşmeye başladı ancak hâlâ varlar ve hemen hepsinin kendine ait banyo ve tuvaleti var. Pek çoğu göçmenlerin gettosu haline gelmiş durumda. 

Ama bana sorarsanız, bugünkü vaziyetimizde son derece doğru bir proje. Aslında bu, TOKİ’nin kuruluş nedeniydi. Mehmet Kalyoncu devlete yapması gereken işi hatırlatmış sadece. 

NOT: Ben de bizdeki projeye DKSK yani Düşük Kiralı Sosyal Konut adını uygun gördüm.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Yapana değil yapılana baktığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları