Küba purosu efsanesinin sonu mu geldi!

Pazar Pazar her türlüsü can sıkıcı olan siyasetten bahsetmek istemedi canım.

Biraz daha keyifli, biraz daha canımın çektiği mevzulardan söz etmek istedim bugün.

Mesela purolardan.

Eski okurlar, geçmişten beni tanıyanlar, izleyenler bilir.

Uzun yıllar puro içtim.

Beni puroya başlatan Celal Şengör’ün dayısı Melih Bey’dir.

18-19 yaşlarındaydım, çocukluk arkadaşım Nilgün Sipahioğlu’nun evlerinde bir grup genç oturuyoruz.  

Bütün yaşıtlarımın elinde bir sigara, fosur fosur içiyorlar.  

Bir tek ben sigara içmiyorum.

Melih Amca salona geldi “Ne o Fatih sen içmiyor musun sigara” diye şaşırarak sordu.

“Yok” dedim, “Tadını sevmiyorum. Kokusundan ise iğreniyorum”

“Aferin, akıllı çocuksun” dedi ve sehpadaki bir kutudan bir puro çıkarıp uzattı, “Al bunu iç akıllı adamlar bunu içer”

İlk puromu aksıra tıksıra boğulacak gibi içmeye çalışırken, o bana nasıl içmem gerektiği konusunda bilgiler verdi.

Gerçekten de sigaradan çok farklı, bir tadı, lezzeti vardı.

Sonrasında Galatasaray Başkanı rahmetli Ali Uras ağabeyden sigara içme konusunda çok şey öğrendim.

Sevgili Alp Yalman’ın yanında puro içme yüksek lisansımı yaptım.

Büyük Başkan ve en sevgili dostum Faruk Süren’den puro içme ilminin doktora derecesini aldım.

30 yıldan uzun süre ciddi ciddi puro kullandıktan sonra, bu arada pek çok gence puro konusunda el verdikten sonra, 5 yıl kadar önce ani bir kararla, puro içmeyi bıraktım.

Belki yine başlarım diye, purolarımı birkaç yıl sakladıktan sonra, bir süre önce tüm purolarımı arkadaşlarıma dağıttım.

Son olarak da Cenevre’de Gerard’da kalan birkaç kutu puromu verip, puro içme maceramı noktaladım.

PUROYU NİYE BIRAKTIM

Son derece keyif aldığım bu alışkanlığımdan niye vazgeçtiğimi tam olarak bilmiyorum.

Muhtemelen en önemli neden sağlığımı koruma düşüncesidir. Öksürük krizleri ile boğulan, koah hastası bir ihtiyar olmamama düşüncesi mutlaka etkili olmuştur ama puro nasıl içilir bilmeyen, boyu kadar puroları restoran bahçelerinde kaba saba tavırlarla içmeye çalışan, ne zaman hangi puro içilir konusunda hiçbir fikri olmayan, kollarında devasa saatler, boyu koca kıçlarının üzerinde kısa ceketler, kalın kısa bacaklarını saran, dar kısa paçalı pantolonlar ve altına kaba saba ayakkabılar giyen tipleri görüp içimin kalkması da bunda etkili olmuş olabilir.

Puroya başlayıp bırakmamın özet macerası bu.

Allahtan da bırakmışım.

Bugün artık puro içmek benim için imkansız olurdu.

Çünkü puro fiyatları son birkaç yıl içinde uçuşa geçti.

Dolar bazında yüzde 300 civarında arttı, dahası bir de Küba purosu bulmak imkansız hale geldi.

PURO BANKACISI İLE PURO SOHBETİ

Bunun nedenlerini, kalan son purolarımı dağıtmak üzere gittiğim Gerard’da dükkanın patronu ve üçüncü kuşak puro tüccarı Gerard ile konuştuk.

M. Gerard ve işletmesi için “Puroların özel bankası” denir.

Küba purolarının uluslararası satışını yapan, Küba devletine ait Habanos dışındaki bildiğim tek batılı firmadır. (Davidoff’un Küba’dan kovulmasından sonra)

Üstelik Gerard bizden biridir.

Babası geçen yüzyılın başında Anadolu’dan İsviçre’ye giden Aşkaleli bir Ermeni’dir.

Bir zamanlar tıka basa her marka ve her boydan Küba puroları ile dolu dükkânında, benim eski purolar ve ricam üzerine bulup buluşturduğu üç beş kutu yeni puro dışında Küba purosu olmadığını görünce, “Rezalet. Utanç verici bir durumdasın” diye takıldım.

O bunu çok ciddiye aldı ve başladı anlatmaya.

YOKLUĞUN SORUMLUSU ÇİN VE KÜBA

“Bu rezaletin sorumlusu ben değilim. İki sorumlusu var. Biri Küba Devleti, diğeri Çinliler” dedi.

“Çinliler her şeye olduğu gibi büyük bir açlıkla purolara da saldırdılar. Bu ciddi bir kıtlık yarattı. Ve arzı talebi karşılamayan her ürün gibi puro fiyatlarında korkunç bir artış oldu. Açıkçası eski müşterilerime puro fiyatı söylerken utanıyorum” derken elindeki 10’luk bir kutuyu çevirerek altındaki 1200 Franklık etiketi gösterdi. “Zaten bu senin sevdiğin bir puro değil” dedi gülerek.

“Çin’in talebi ile durum bu ise, yarın Amerika Küba ürünlerine izin verirse olacakları düşünmek bile istemiyorum” dedim.

“O kabusu hiç düşünmeyelim” dedi ve devam etti.

“Ama asıl sorun Küba’da” diyerek kendi bakış açısına göre sorunu anlatmaya başladı.

“Küba’da üretim artışı yok. Müthiş bir talep var ama üretim ve kalite artacağına düşüyor.”

“Partagas fabrikası hala kapalı mı?” diye sordum arada.

Upmann ve Partagas Küba’nın iki büyük ve önemli puro üretim tesisi idi ve Partagas’ın tarihi fabrikası birkaç yıl önce kapanmıştı. Yeniden açılıp açılmadığını bilmiyordum.

“Tek sorun Partagas’ın kapalı olması değil. Küba artık ne doğru düzgün tütün üretebiliyor ne de puro yapabiliyor” dedi.

“Fabrikalarda çalışacak adam bulamıyorlar. O maaşlarla kimse puro sarmak istemiyor. Gençlerin tercih ettiği bir meslek değil. İyi puro sarıcıların çoğu ülkeyi terk etti. Kaçabilen kaçıp Güney Amerika’ya Dominik’e gidiyor. Aynı işi yaparak 10 hatta 20 katı daha fazla para kazanacağı bir ülkeye gidiyor.  Küba’daki puro fabrikaları işçi bulamıyor, ustalar gittiği için yenileri yetiştirecek adam da kalmıyor giderek. 2 yüzyıla yakın süredir Dünya’nın en iyi purolarını üreten ülkenin puro geleneği bitiyor, üretim artacağına düşüyor, düşük üretime rağmen kalite de hızla geriliyor ve Küba bunun farkında değil” diye anlatırken “Sen niye orada bir tesis kurup, iyi maaşa iyi adamları çalıştırmıyorsun. Sana izin verirler” diye fikir veriyorum.

“Konuşmadım mı sanıyorsun, evet belki izin alırım ve sonuçta devletle ortak olmak zorundasın ve oranın ücret politikası ne ise ben de ona uymak zorundayım. Yani Habanos 50 dolar verirken ben 1000 dolar karşılığı maaş veremem. Ayrıca o kadar sert kuralları ve isim hakkı ödemeleri ve cirodan pay talepleri var ki, zaten o işten kar etmem de mümkün değil.

İYİ PURO ARTIK DOMİNİK VE NİKARAGUA

Peki ne yapmak lazım…

“Küba bu kafada iken bir şey yapmak mümkün değil. Dünyanın değiştiğini kabul etmeleri lazım. Ya üretimi özelleştirecekler ve özelleşen firmalara ya ortak olacaklar ya da vergisini alacaklar. Ya da puro işini Dominik Cumhuriyeti’ne, Nikaragua’ya, Honduras’a ve hatta Meksika’ya kaptıracaklar.”

Gerard’a göre bugün artık özellikle Nikaragua ve Dominik Cumhuriyeti’nde üretilen purolar hem lezzet, hem de kalite olarak Küba’yı çoktan aşmış.

“Ratinglerde artık Nikaragua ve Dominik ve hatta Honduras puroları Küba’nın önünü geçti. Bu yılın en iyi 10 purosundan 8’i Nikaragua ve Dominik purosu. Küba’dan sadece senin de sevdiğin Partagas Serie D no 4 ve Cohiba Siglo 6 var. Seneye onlar da olmayabilir. Bu duruma çok üzülüyorum ama Küba aklını kullanmayınca yapacak bir şey yok.” diyor.

Üç nesilden purocu Gerard’ın anlattıkları böyle.

Dükkandan çıkarken, bana kendi markasını taşıyan ve Dominik’te ürettiği purolardan iki kutu hediye etmek istiyor.

“Artık puro içmiyorum” diyorum.

Şaşırıyor.

Kızıyor. Nedenini soruyor.

“Sağlık” diyorum.

Eliyle delirdiğimi işaret ediyor.

“Winston Churchill hepimizden fazla puro ve viski içti. 90 sene yaşadı. İyi puro insanı öldürmez” diyor.

“Puro içmeseydi belki 110 sene yaşardı” diyorum gülerek.

“Puro içmeden yaşamaya yaşamak denmez ki!” diyor…


Boğaziçili bulabilecek misiniz!

Son günlerin en çok konuşulan mevzuları arasında Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan geliyor.

Hırslı ve çalışkan bir öğrencilik dönemini işaret eden müthiş eğitim hayatından bahsediyor herkes. Bunun temel nedeni ise muhalif görünüp, aslında iktidarın mesajlarını iktidara ve iktidar medyasına uzak “Beyaz Türklere” iletmek için iktidarla işbirliği içinde olan medyada başlatılan Gaye Erkan övgüleri.

Ben ise adının ilk geçtiği günlerde “Eksik CV ile iş bulunur mu” başlıklı yazımla Gaye Erkan’ın gözlerden ısrarla gizlenmeye çalışılan First Republic Bank’daki eş CEO’luk döneminden söz ettim.

Açıkçası Gaye Erkan’la ilgili ABD ekonomi basınında olumlu bir satır bulmak zor ancak öğrencilik yıllarının sonundan bu yana Türkiye’de medya ile arası çok iyi.

Ekonomi ve iktidar kulislerinden gelen bilgilere göre ise Türk ekonomisinin yeni patronu Mehmet Şimşek , Hafize Gaye Erkan’ın Merkez Bankası Başkanı olmasına çok da sıcak bakmamış hatta bu yöndeki bazı itirazlarını da yapmış.

Merkez Bankacılığının bambaşka bir iş olduğunu, Erkan’ın bununla ilgili bir tecrübesi olmamasının büyük eksiklik olduğunu söylemiş. ABD’deki bankacılık macerasının da uluslararası saygınlıkta sorun yaratacağından söz etmiş.

Bu fikri kendisi ile görüştükten sonra da pek değişmediği için atama gecikmiş ama sonunda Şimşek ikna edilmiş.

Yani bu atamanın Şimşek’e rağmen yapıldığı söyleniyor ama bunlar hep 2. Elden bilgiler.

Kimileri ise hafif kinayeli bir şekilde “O geldiğinde First National Bank zaten batıktı. O kurtarmak için getirildi ama kurtaramadı” diyorlar ve “Şimdi de durum aynı. Belki o tecrübesi burada işe yarar” diyerek TCMB’nin durumuna atıf yapıyorlar. 

Benim bu yazıyı kaleme alma nedenim ise bambaşka.

Bugün kabinede Boğaziçi Üniversitesi endüstri mühendisliği mezunu iki bakanımız var.

Ve gizli ya da açık iktidar yanlısı basın bu iki bakanın eğitimini öne çıkarıyor.

Ve bu iktidar döneminde Boğaziçi Üniversitesi hızla yok ediliyor.

Bir sonraki nesilde Boğaziçi Üniversiteli ve eğitimi ile övünülecek Bakan zannederim bulamayacağız.

Asıl felaket burada.

Kimse bundan söz etmiyor. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Ülkeleri yönetenler ülkelerin kurumlarını koruduğu zaman

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları