Lüks saat piyasası niye çıldırdı!

Okurlar, izleyenler arada soruyor.

“Saat yazmayacak mısın?” diye.

Doğrusunu isterseniz, çok da girmeyi düşündüğüm bir konu değildi.

Her ne kadar daha önceki yıllarda bu konularda birkaç yazım olmuş olsa da, giderek daha pahalı hale gelen, ne yazık ki Çinli ve Rusların etken olduğu ve Türkiye’de de “görgü” açısından benzer bir seyir izleyen bir konuda çok fazla yazmayı düşünmüyordum.

Ama saatlere olan ilginin giderek artması, buna bağlı olarak saat piyasası diye bir şeyin oluşması ve bu piyasada olup bitenler konuyu yazılmaya değer hale getirdi.

Eski okurlar bilir, uzun yıllar önce bu köşede “Bana göre üç saat markası bu işin zirvesidir” diye yazdım. Bu üç marka sırası ile Patek Philippe, Audemars Piguet ve Rolex’ti.

Bazıları kızdı, bazıları saatten anlamamakla suçladı. Şimdilerde bu üç markanın durumu ortada. Üçünde de aylar, yıllar hatta bazen dört beş yıl süren bekleme sıraları söz konusu.

Üç marka da yok satıyor. Bu markaların bazı modellerinin karaborsa fiyatları, bayi fiyatlarının üç, dört bazen 10 katına çıkabiliyor.

Peki bu normal mi!

Arzın talebi karşılamadığı her üründe olduğu gibi saatte de bu durum oluşuyor. Üzerine bir de pandemi sürecindeki her türlü üretimde meydana gelen aksamalar ve ertelenen talebin salgın sonrası birden patlaması da eklenince ortaya bu garip manzara çıkıyor.

Bugün dünyanın neresinde olursanız olun, bu üç markayı satan bayilerden birine girdiğiniz zaman ya neredeyse boş bir dükkan görüyorsunuz ya da sergilenin saatlerin altında “Sadece sergi amaçlıdır” ibaresini.

Çünkü ortada saat yok ve bazıları bunun markaların kendisi tarafından pazarlama maksatlı oluşturulmuş, suni bin durum olduğunu iddia ediyorlar.

Oysa durum pek öyle değil.

Gerçekten üretim tüketimi karşılayamıyor.

Bunun en temel nedeni, işgücü.

Bu saatlerin tamamı, en modern teknik imkanlardan yararlanarak da olsa, elde yapılıyor. Her biri bazen 500-600 parçadan oluşan bu saatler eninde sonunda bir ustanın önüne geliyor ve o usta bunca parçayı birleştirerek saati oluşturuyor.

Üretim de işte burada sıkıntı yaşamaya başlıyor.

Çünkü bir saat ustası üç günde yetişmiyor. Bu adamları yetiştirmek bayağı zaman alıyor. Şu anda iyi bir saat ustası altın değerinde.

Buna rağmen üretim artıyor ancak talep daha hızlı artıyor. Lüks saat pazarının lideri Rolex geçen yıl toplam 1 milyon 200 bin adet saat üretmiş. Bu on yıllık bir zaman diliminde neredeyse yüzde 80’lık bir artış demek. Ancak yine de talebi karşılayamıyor. Pek çok modelinde birkaç yıllık bekleme listeleri var.

Hal böyle olunca Rolex’de karaborsa fiyatlar bayi fiyatlarının iki katı olabiliyor.

Keza Patek Philippe. 

10 yıl önce yılda 30-35 bin civarı saat üreten marka, geçen yıl bu sayıyı 68 bin adete çıkarmış vaziyette. Ama hâlâ bazı saatlerinde yıllar süren bekleme listeleri var hatta bazıları beklese de saatine kavuşamıyor çünkü sıra gelinceye kadar saat üretimden kalkabiliyor.

Bu da karaborsacılara yarıyor.

Patek Philippe’de ezelden beri bazı modellere ulaşılamazdı. Ancak çok özel müşteriler, daha saat planlama aşamasında iken sipariş verebilir ve zaman içinde saatlerini teslim alırlardı. Bu saatler ikinci ele ancak sahipleri ölünce ya da büyük bir mali zorluk içine girerse düşerdi.

Şimdi ise özellikle Patek Philippe’de ikinci el fiyatları çıldırmış vaziyette. Bayi fiyatı 20 bin İsviçre Frangı olan bir model, popüler hale geldiği için karaborsada 200 bin dolara alıcı bulabiliyor. 70 bin franklık bir başka model, 600 bin dolara kapanın elinde kalabiliyor. Birkaç sene öncesine kadar kimsenin çok da yüzüne bakmadığı Aquanaut modelleri ve Nautilus’un en basit mekanizmalı olanları saatçiliğin zirvesi sayılabilecek ve her biri birer başyapıt olan “Très grand complications” Patek Philippe’lerden daha yüksek fiyata satılabiliyor.

Tüm bunlar Audemars Piguet için de geçerli.

Bu saçma durumun bu saatlerin imalatçılarına yaramadığını da söyleyeyim. Karaborsayı yönetmiyorlar, saatlerini bu fiyatlardan değil, afişe ettikleri fiyatlardan satmaya devam ediyorlar.

Ancak karaborsa ile gerçek fiyat arasındaki bu büyük fark, organize suç örgütlerinin gözünü de bu piyasaya çevirmelerine neden oldu ve dünyanın pek çok yerinde bu saatlerin distribütör veya bayileri artık yanlarında koruma ile geziyorlar. Eli silahlı adamların bastığı saat distribütörü hikayeleri duyuyoruz.

Ancak saat piyasası son bir yıl içinde yavaş yavaş sakinleşmeye başladı. Bekleme süreleri kısalmaya, talep karşılanmaya başladıkça karaborsa fiyatlar da gerileme trendine girdi. Elbette bazı modellerde her zaman bekleme ve alamama söz konusu olacak ve karaborsa yine olacak ama geçtiğimiz birkaç yılda yaşanan abuk durum zannederim pek ortaya çıkmayacak.

Tabii bu durumun bazı faydaları da olmadı değil.

Benim daha önce birkaç kez adını andığım bazı küçük ama çok iyi saat üreten yeni firmalar, bu dönemde kendilerine fırsat buldular.

Bunların başında bana göre Patek’ten sonra dünyanın en iyi saatlerini yapan F.P. Journe geliyor. Genç marka müthiş bir çıkıştan sonra, her markayı yutmaya hazır ölüm vadisi üzerinde bayağı bir zorlanmış ve fiyatlarını hak ettiğinin çok altında bir yere çekmeye başlamıştı.

Büyük üreticilerin karaborsaya düştüğü dönemi F.P. Journe çok iyi değerlendirdi ve satışlarını arttırıp, fiyatları hak ettiği yere doğru çekti ve kendini kanıtlayarak yükselişe geçti.

Çok iyi saatler üreten bir diğer yeni marka olan Greubel Forsey ise aynı fırsatı, benzer bir başarı ile değerlendiremedi. Bunda saatlerinin biraz fazla gösterişli ve iri ama bir o kadar da narin olmasının etkisi olduğunu zannediyorum.

Jacob and Co ve tabii Richard Mille ise başka hikaye.

Onu da bir ara anlatırız.


Saat dünyasında sıralama

Geçen yıl dünya lüks saat pazarı ile ilgili Morgan Stanley’in yayınladığı rapora göre İsviçreli lüks saat üreticilerinin performansları şöyle:

1.     Rolex: 1 milyon 200 bin adet satış. 9 milyar 300 milyon İsviçre frangı ciro

2.     Cartier: 620 bin adet satış. 2 milyar 750 milyon İsviçre frangı ciro

3.     Omega: 560 bin adet satış. 2 milyar 470 milyon İsviçre frangı ciro

4.     Audemars Piguet: 50 bin adet satış, 2 milyar 10 milyon İsviçre frangı ciro

5.     Patek Philippe: 68 bin adet satış 1 milyar 800 milyon İsviçre frangı ciro

6.     Richard Mille: 5300 adet satış. 1 milyar 300 milyon İsviçre frangı ciro

7.     Longines: 1 milyon 700 bin adet satış. 1 milyar 208 milyon İsviçre frangı ciro

8.     IWC: 150 bin adet satış. 908 milyon İsviçre frangı ciro

9.     Breitling: 230 bin adet satış. 860 milyon İsviçre frangı ciro

10.  Vacheron Constantin: 32 bin adet satış. 825 milyon İsviçre frangı ciro. 


Hakarete uğramayı seven zenginler için

Ertuğrul Özkök, zannederim ilk kez gittiği Mikonos adasında, adanın ünlü “sahil kulübü” Nammos’u yazmış geçen gün.

Tarihçesini ve işleyişini anlatmış.

Büyük oranda doğru olmakla beraber biraz eksik, biraz kulaktan dolma.

Bir zamanlar, Ege’nin en güzel ve en iyi restorana sahip sahil kulübü olan Nammos’ın bugün “görgüsüzlüğün, kıroluğun, sonradan görmeliğin” nirvanası olduğu bir gerçek.

Bunun bu hale gelmesinin temel nedeni ise Araplar, Ruslar, Türkler ve Hollywood’un ayak takımı ünlüleri.

Nammos başlangıçta adanın en iyisi olmasa da iyi bir plajında konumlanmış bir plaj lokantası idi. Akşam üstleri ise eğlenceli happy hourları ve iyi müzikleriyle çekim merkeziydi.

Kuruluşundan birkaç yıl sonra arkasına küçük bir butik otel de yapmış, yemek kalitesi ile öne çıkmaya başlamıştı. Ancak fiyatlar dahil her şey makuldü.

Ancak birkaç yıl içinde her şey makul olmaktan çıkıp çıldırdı. Talep arttıkça önce bahşişler arttı. Plajda ön sırada bir şezlong için şezlong fiyatının birkaç katı bahşişler özellikle Türk ve Arap müşteriler tarafından verilmeye başlandı. Aynı durum restorandaki masalar için ortaya çıktı.

Yönetim bunu görünce fiyat arttırmaya başladı.

Nammos’un bu durumu bütün adada fiyatları yukarı çekmeye başladı. Plajı daha iyi olan ama Nammos kadar iyi bir mutfağı olmayan diğer beach clublar da fiyatları arttırmaya başladılar.

Sonunda Mikonos tümden çıldırdı.

Geçen sene durum şuydu.

Nammos’un kapısından girdiğinizde rezervasyonunuz olsa bile yanınıza gelen kız elindeki listeyi gösteriyor ve “Eğer öndeki şezlonglara yatacaksınız şu şarapları açmanız ve şu kadar para harcamanız lazım. Bir arka sıra için ise şu şarapları açtırmanız lazım” diyordu.

Aynı durum restoran için de geçerliydi. İyi bir masa için 1000 avroluk bir şarap açtırmak şarttı. Ve bu durum adadaki diğer beachlere de sirayet etmişti.

Utanç verici bir durumdu ve doğru düzgün, kaliteli bir müşteri bu muameleyi kabul etmezdi. Daha fazla para harcayacak bile olsa, böyle bir sistem düzgün müşteriye hakaretti. Aklı başında hiç kimse böyle bir şeyi kabul etmezdi.

O yüzden siz siz olun, paranız çok olsa bile, hatta bir tarafınıza sürecek kadar çok bile olsa buralara gitmeyin. İlle de para verip hakarete uğramak istiyorsanız, bir fakire yüz avro verin o size çok daha iyi küfreder. Hiç olmazsa bir de hayır işi yapmış olursunuz.


Herkes memnun ben memnun

Yukarıdaki yazıları okuyan bazı okurlar diyecek ki, “Fatih, memlekette asgari ücret 11 bin 402 TL. daha açıklandığı günün ertesi dolar karşısında yüzde 10 değer kaybetti. Milletin yüzde 70’i yoksulluk sınırında maaş alıyor. Orta Asyalılar, Ortadoğulular Türk kızları hakkında çirkin yorumlar yapıyor. Sen neden bahsediyorsun!”

Haklı gibi görünebilirsiniz ama haklı değilsiniz.

Hepinizin gördüğü gibi herkesin keyfi aslında yerinde.

Herkes gidişattan memnun.

Çoğunluk bu düzen sürsün istiyor.

Siyasi iktidar da, siyasi muhalefet de kendini başarılı buluyor ve bu başarılı bulma hali toplumsal kabül de görüyor.

Madem öyle.

O zaman al böyle.

En azından haftada bir gün.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Toplumun en fakir kesimine kendini potansiyel zengin gibi hissettirmek siyasi başarı zannedilmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları