Böl ve kazan

Birkaç gün önce CHP’nin İzmir’i de kaybedebileceğini yazdım. 1994 İstanbul seçimleri örneğini vererek.

Merkezin bölünmesinden faydalanarak, nispeten marjinal sayılabilecek Refah’ın adayı Erdoğan’ın yüzde 25 ile seçimi kazandığını hatırlattım.

Birkaç gün sonra AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, 1994’ü hatırlatarak, önümüzdeki yerel seçimleri aynı ruhla kazanacaklarını söyledi.

Siyaseti çok iyi bilen biri olarak doğruyu söylüyor. İstanbul’u ancak öyle kazanabilir AK Parti adayı.

Altılı Masa denilen muhalif blok, blok olmaktan çıkacak ve çoklu aday çıkaracak. HDP destek vermeyecek. AK Parti kazanacak.

Cumhurbaşkanlığı kabinesi kurulduğu zaman şunu okumuştunuz bu sayfada, “Bu kabine yerel seçim kabinesidir.”

Süleyman Soylu’nun olmadığı ve Doğu ve Güneydoğulu bu kadar çok ismin olduğu bir kabine, İstanbul seçimi içindir.

Erdoğan, HDP oyları olmadan, Kürt oyları olmadan İstanbul‘u kazanamayacağını çok iyi biliyor.

Bunu son yerel seçimde deneyimledi.

AK Parti’nin adayı Binali Yıldırım, o günlerde Süleyman Soylu’nun aşırı milliyetçi söylemlerinden çok yakınıyordu. “Biz iğne ile oy topluyoruz. Süleyman Bey bir cümlesi ile kaşık kaşık oy kaçırıyor.” diyordu çevresine.

İstanbul’da Cumhurbaşkanlığı seçiminde de CHP adayı önde idi.

51,8 Kılıçdaroğlu, 48,2 Erdoğan.

Bu şartlar, hamleler değişmeden yerel seçimin de ne olacağının göstergesi.

Çünkü Erdoğan da biliyor ki, tüm engellemelere, tüm karalamalara karşın İmamoğlu aslında başarısız değil. İmamoğlu kötü belediyecilik üzerinden devrilmez. Ancak siyasi dengeler değiştirilerek devrilir.

Bunun için de İstanbul’da bir yandan muhalif bloğu bölmeye çalışacak, bir yandan da onlarsız kazanamayacağını bildiği HDP’ye yakın Kürt oylarını yeniden kazanmaya çalışacak.

1994 ruhu dediği budur Erdoğan’ın. Böl ve kazandır. 

Süleyman Soylu’nun ve milliyetçi kanadın ise vitrinden çekilmesi de bu nedenledir.

Bu vitrin Anadolu’da kaybettirmez, İstanbul’da ise kazandırabilir.

Şu anda en önemli hedef İstanbul’dur.


Dünyanın en zırva düzenlemeleri perde 2

Kira artışları bir kez daha yüzde 25 ile sınırlandırıldı.

Buna çok açık biçimde “el kesesinden cömertlik” denir Türkçede.

İnşaat maliyetleri, kur ve emtia fiyatlarındaki artışlar nedeniyle birkaç katına çıkarken, konut fiyatları yüzde 200 artarken, enflasyon yüzde 60’larda dolaşırken, Devlet’in kendi harç ve cezaları için yeniden değerleme oranı bile yüzde 122 olurken, kira artışına yüzde 25 sınır.

Komedi. Trajedi. Rezillik. Beceriksizlik. Basiretsizlik. Aptallık. Seçin beğenin adını siz koyun.

Üstelik bu saçma uygulama hangi yasaya, hangi hakka dayanıyor belli değil. Tipik AK Parti işi. “Yaptım oldu.”

Zaten gayrı yasal olan bu sınıra uyan falan da yok. Ev sahipleri kiracılarla artık tahliye garantili yıllık kontrat yapıyorlar, sözde sınırlama sadece ev sahibi ile kiracı arasındaki huzuru bozmaya ve kiracıların daha fazla mağdur olmasına yarıyor.

Üstelik de, evini kiralayarak elde ettiği üç kuruşla daha ucuz bir evde kalan ya da büyük kentteki evini kiraya vererek oradan elde ettiği gelirle Anadolu kasabasında yaşamını sürdürmeye çalışan yaşlı başlı insanlar var.  

Onlar ne yapacak.

Onların aldığı tüm temel ihtiyaç maddeleri yüzde 100 fiyat arttırırken dur diyemeyenler, onların elde ettiği geliri yasa dışı bir yönetmelikle sınırlandırabiliyor.

Şimdi bir de üzerine tüy dikmeye karar vermiş Türkiye’yi yönetemeyenler. Site aidatlarına yüzde 30 artış sınırı koymuşlar.

Sitelerdeki güvenlik görevlilerinin maaşları yıllık enflasyon oranında arttırılmak zorunda iken, diğer personelin maaşı en az asgari ücret kadar yükselirken sitede bakım, onarım, temizlik için kullanılan tüm malzemelerin fiyatları yüzde 100’lere varan oranda artarken aidat yüzde 30 artacak.

Sonuç ne olur biliyorsunuz değil mi!

Önce temizlik ve bakım azaltılır, sonra güvenlik görevlisi sayısı azaltılır, tüm hizmetlerin kalitesi düşer, bir süre sonra siteyi önce bok götürür, sonra sitede güvenlik falan kalmaz.

Olacağı budur.


O halde dans

Bir yandan LGBT karşıtı olacaksın, diğer yandan kadınlarla erkeklerin bir arada eğlenmesini yasaklayacaksın.

Bursa’da bir köyde, köy muhtarı ve köy derneğinin kararı ile böyle bir yasak getirilmiş.

Kadınlar ve erkekler eğlencelere birlikte katılamayacakmış. Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı eğlenecekmiş.

Yani erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla oturacak, dans edecek eğlenecek.

Yahu Cübbeli Ahmet “Erkek erkeğe Uzun el sıkışma bile tehlikelidir. Can çekebilir.” diyor.

Libido bu düzeyde iken erkek erkeğe ya da kadın kadına yapılacak bir dansın nasıl sonuçlanacağını hiç mi düşünmez bu köy muhtarı ve derneği.


Biz uyaralım da, siz yine dinlemeyin!

Öyle çok derin analizler yapmaya ve “Benzeri Türkiye’de de olabilir” diye uyaranları “Son günlerde bazı siyasetçi, gazeteci ve yorumcular, Fransa’da yaşanan son hadiseler üzerinden sığınmacıların Türkiye’de de benzer çatışmalara yol açabileceği iddiasını dile getiriyorlar. Türkiye’nin insani değerlere dayanan göç politikası ile Fransa’nın sömürgeci politikalarına ve ırkçı şiddete duyulan tepkiyi mukayese etmek, şuursuz ve kötü niyetli bir yaklaşımdır.” diye karalamaya gerek yok.

Bizim işimiz uyarmak. Geçmişte başta FETÖ konusu olmak üzere, çeşitli konularda uyardığımız gibi. Dediğim gibi, çok da derin analizlere, emperyalizme, sömürgeciliğe kadar gitmeye gerek yok.

Mesele entegrasyon ve ekonomi.

İş güç yoksa, yarından beklenti yoksa, bu yüzden kendini dışlanmış hissediyorsa ve bu dışlanmışlık hissi, radikal bir dincilik ile besleniyorsa işler bir anda çığırından çıkabiliyor.

Fransa’da olan budur, başka yerlerde olacak olun budur.

Türkiye’de de olmasın diye uyardığımız budur ve bunu 2012’den beri söylüyoruz.

İşsiz güçsüz, aç ve gettolaşmış ve radikal grupların eline düşmeye aday Suriyeli, Afgan gelecek için potansiyel tehlikedir. Yanlış anlamayın aynı durumdaki Türk ve Kürt de tehlikedir ama göçmenlik ayrı bir kamplaşma, gruplaşma vesilesidir.

Zannetmeyin ki, Fransa’daki tüm göçmenler ve tüm Mağrip kökenliler bu isyanların bir parçası.

Dün akşam şoförlüğümü yapan genç Cezayir kökenli Fransız Abdou, halinden son derece memnun. Kardeşiyle beraber limuzin servis yapıyor.

Değil olaylara karışmak, olayların olduğu yere yaklaşmak niyetinde bile değil. Olayların içindekileri de tanıyor. “Kölelerin zincirleri varmış kaybedecek. Bunların zinciri bile yok.” diyor.

En büyük korkusu ise bu olayların Fransa’da zaten yükselmekte olan ırkçılığı arttırması ve kendilerini de hedef yapması.

“İşte o zaman büyük sorun olur.” diyor.

Bu arada Abdou öyle sıradan bir Arap değil.

Otomobiline bindiğiniz anda Erdoğan’ı övmeye başlayanlardan değil.

“En büyük şansınız Atatürk’tü. Keşke her Arap ülkesinin bir Atatürk’ü olsaydı.” diyen tarzda bir Cezayirli.

Tam aksine Ortadoğu’da özellikle Türkiye’de yükselen İslamcılığın, Avrupa’daki ırkçılığı körüklediğini düşünüyor.


NE ZAMAN İSAN OLURUZ?

Sonunda her zaman aklın ve bilginin kazandığını unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları