Jaguar ve batık

Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Hazine ve Maliye’den sorumlu bakan Mehmet Şimşek, bir “Körfez turu” yaptılar.

Partilerinin darbe destekçisi olmakla suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri’nde para aradılar.

Emirlikleri’n geçmişte yaptığı ama iktidarın tavrı nedeniyle yıllar önce bozulan anlaşmaların yenilenmesinin yanı sıra sıcak para talep ettikleri de kulislerde konuşuldu.

Anlaşılan ve konuşulan o ki, Birleşik Arap Emirlikleri geçmişte yaşadıklarını unutmamış ve yatırım yapabileceklerini ama daha yüksek garantiler istediklerini belirtmişler.

Anladığımız kadarı ile o ‘daha yüksek garantileri” vermek üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan da önümüzdeki günlerde Körfez ülkelerine ve veliaht prensini “katillikle” suçladığı Suudi Arabistan’a gidecek.

Devletler arası ilişkilerde böyle şeyler olur diyerek konunun bu tarafını kapatalım.

Benim eğlenceli bulduğum ise bu ülkelerden “para” isteyecek olan Erdoğan’ın bu ülkelere dünyanın en pahalı özel jetlerinden biri ile, bir Boeing 747 PJ ile gidecek olması. Ayrıca hangarında da bir diğer süper pahalı özel uçak olan Airbus A330 bulundurması.

Düşünsenize, “Memleket zorda. Acil kredi ve yatırım” diyeceksiniz ama biraz ilerde 13 milyar TL değerinde bir uçağınız sizi bekliyor olacak.

Acaba muhataplarınız ne düşünür!

Bu durum beni yıllar öncesine götürdü ve benzer bir anımı hatırladım.

1990’ların başı.

O zaman Türkiye’nin önemli ve etkili gazetelerinden biri olan Güneş Gazetesi’nde genel koordinatörlük yapıyorum.

Zamanın önemli büyük müteahhitlerinden, Karadenizli bir inşaatçı ziyaretime geldi.

Çok sempatik, çok sevilen biriydi.

Oturduk, başladı yakınmaya. İşler çok kötüydü. İş alamıyordu, Demirel iktidarında yeni iş alamıyordu, hakedişleri zamanında verilmiyordu, bu yüzden de batık durumda idi, bırak şirketi, neredeyse evine ekmek götürecek, çocuklarının okul parasını ödeyecek hali yoktu. Gırtlağa kadar borçlu idi. Tam olarak bitmişti.

O anlattıkça ben üzüldüm.

Bir saatten fazla oturup anlattı sonra izin isteyip kalktı.

Ben de kendisini uğurlamak için binanın önüne çıktım.

O da ne, kapıda pırıl pırıl bir Jaguar otomobil, onu bekliyordu.

Şoförü arka kapıyı açtı, ben de eğildim “İçerde beni ağlatacaktın. Şimdi bakıyorum kapıda sıfır Jaguar. Bu nasıl oluyor Abi” dedim.

Güldü. “Bu bankacılar düşene dost olmaz. O yüzden son paramla bu arabayı aldım. Bankalara gittiğimde durumum iyi zannetsinler diye. Şahin’le gidecek olsam görüşmezler bile” dedi.

Belki haklı idi belki haksız bilmiyorum.

Sonra Mesut Yılmaz yeniden iktidar ortağı olduğunda işlerini biraz toparlar gibi oldu ama sonunda battı.

Şimdi hiçbir iş yapmıyor.

Son gördüğümde biraz eski günlerden söz ettik.

“Jaguar ne oldu” diye sordum.

Yine güldü.

“Senle o konuşmamızdan birkaç ay sonra banka el koydu. Nazarın değdi güzelim arabaya” dedi.

Zaten hep böyle olur. Ülkeler dış güçlerden, işadamları nazardan batarlar!


Korkmayın samimi değiller

İktidarı kayıtsız şartsız destekleyen bazı palavracı yazarlar zannederim, zannettiğimiz kadar da “salak” değiller.

İktidarın yeniden “Avrupa Birliği” demeye başlaması üzerine “O zaman hukuka biraz önem vermemiz lazım” demeye başlamışlar.

Yani memlekette yapılan pek çok uygulamanın, göz altıların, tutuklamaların, uzun yargılamaların, Anayasa Mahkemesi kararlarını takmamanın, AİHM kararlarını uygulamamanın demokratik standartlara uymadığını, bu uygulamalar ile Batı Kulübü’ne üye olunamayacağının farkındalarmış da, bize çaktırmıyorlarmış.

Şimdi iktidara diyorlar ki, “Eğer bu Avrupa Birliği konusunda ciddi iseniz bize de söyleyin de biz de ona göre yazmaya başlayalım.”

Saray’da bu gazetecilerle “basına kapalı” bir toplantı yapıp, bu konudaki gerçek fikirlerini bunlarla paylaşacaklarını pek zannetmiyorum. Ama ben onları söyleyeyim, “Tabii ki ciddi değiller.”

Ki zaten Avrupa ile ilişkileri geliştirip, Avrupa standardında bir demokrasi olma niyetinde samimi olsalar, bu salaklara ihtiyaçları kalmazdı. Üstelik de, Macaristan ve Polonya örnekleri AB standardının artık ne kadar düşük olduğunu gösteriyor, yani az bir çaba ile belki mümkün olabilirdi.

Böyle bir hedefi ben bile desteklerdim.

Tabii AB’nin dışında tutmak istediği milyonlarca mülteciyi depolayan ve vatandaşı yapan bir ülkenin AB’ye nasıl üye olacağı başka bir günün sorusu.


 Yeni bir 1 Mart tezkeresi mi

Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine onay verip vermeyeceğine Türkiye Büyük Millet Meclisi karar verecek.

Mete Yarar gibi bazı AK Parti destekçileri Erdoğan’ın Batı’ya bir tezgah kurduğunu, üyelik onayının TBMM’den geçmeyeceğini söylüyorlar.

Aslında Meclis aritmetiği de böyle bir olasılığa işaret ediyor.

Normal şartlarda MHP böyle bir TBMM kararına onay vermez.

HÜDAPAR vermez. AK Parti içindeki Yeniden Refahlılar vermez.

263 milletvekili olan AK Parti kesinlikle fire verir.

Muhalif kanattan İYİ Parti destek vermez.

Saadet vermez.

Yeşil Sol vermez. DP vermez, DBP vermez, Emek vermez, HDP vermez.

DEVA belli olmaz.

Tüm partiler oturuma eksiksiz katılırsa, CHP ve DEVA da karşı çıkarsa İsveç’in üyeliğine onay çıkmaz.

Ama İsveç’in üyeliğine sözde karşı çıkanlar oturuma katılmazlar ise AK Parti 151 oyu bulur ve onayı çıkarır.

Türk siyaseti partilerinin ilkeli duruşları göz önüne alınırsa, olacak olan da budur.

NOT: Gençler hatırlamaz diye onu da ekleyeyim. 1 Mart Tezkeresi dediğimiz şey şudur. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinden önce, ABD Türkiye’den de Irak’a girmek istedi. Bunun için Türkiye’ye birkaç yüz bir asker sokup, onları Trabzon’dan Mersin’e kadar uzanan geniş bir bölgede konuşlayacaktı. O dönem Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve Ekonomi Bakanı Ali Babacan ABD’ye gidip bu iş karşılığında milyarlarca dolar yardım istediler. Sonrasında ABD ordusunun Türk topraklarında konuşlanmasını sağlayacak izin için gereken tezkere TBMM’ye AK Parti hükümeti tarafından sevk edildi. Tezkereye CHP “hayır” oyu verdi. AKP içinde de bazı fireler oldu ama sonuçta tezkere AK Partililerin oylarıyla TBMM’den geçti. Ancak kısa süre sonra TBMM tüzüğü gereği bu tip kararların ancak nitelikli çoğunluk gerektirdiği anlaşıldı ve tezkere daha fazla oy almasına rağmen nitelikli çoğunluğu sağlayamadığı için reddedilmiş oldu.  



Yakışan iftira

Levent Gültekin CHP lideri ile seçimden aylar önce yaptığı bir özel görüşmeyi ifşa etti.

Bu görüşmede Gültekin Kılıçdaroğlu’nu uyarmış ve parti içinde kendisini aday yapmak suretiyle seçimin kaybedilmesini sağlayacak olan kişileri ve odakları anlatmış.

Kılıçdaroğlu da Gültekin’e “Türkiye’yi artık hiç kimse kurtaramaz” demiş ve “Kendi adaylığımı engelleyecek gücüm yok” diye de eklemiş.

Bu sözler bir muhalif lider ve bir Cumhurbaşkanı adayı için faciadan da öte.

Şimdi okurlar soruyor, “Doğru mudur?” diye.

Bilemem. Tam bir ‘o dedi, ben dedim’ durumu.

Gültekin’in tüm bu kişi ve odakları niye seçimden önce deşifre etmediği sorusu bir yana, bunları hâlâ açıklamamış olması da kendisine güvenmemizin önünde ayrı bir handikap oluşturuyor.

CHP, zayıf bir yalanlama ile işi geçiştirdi. Gültekin ise “Doğru söylüyorum” diyor.

Açıkçası ben Siyasal İslam’a bir şekilde bulaşmış herkese belirli bir mesafe ile yaklaştığım için, Gültekin’in kimi söylemleri zaman zaman hoşuma gitse de, kendini Cumhurbaşkanı adayı ilan edecek kadar yüksek bir egoya sahip eski bir AK Parti destekçisine de gözü kapalı güvenmem.

Bu yüzden de Kılıçdaroğlu ile arasında geçtiğini iddia ettiği diyaloğun gerçek mi, iftira mı olduğunu bilemem.

Ama “iftiranın yakışanından korkmak gerektiğini” bilirim. 

Allah var bu da Kılıçdaroğlu’na yakıştı. 

Yalan mı!


NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yabancı medya muhalif lideri övdüğünde dış güç, iktidarı övdüğünde gerçekçi olmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları