Acun’un bahis sitesi mi var!

Televizyonların parlak çocuğu Acun Ilıcalı.

Onu önce Şansal Büyüka’nın spor servisinin Fenerbahçe muhabiri, sonra dünyayı gezip komik röportajlar yapan magazin programcısı, sonra çok izlenen televizyon formatlarını Türkiye’ye getiren yapımcı ve kendi yapımlarının sunucusu, sonra televizyon sahibi, ardından Exxen adlı dijital yayın platformunun kurucusu ve patronu, nihayetinde de önce bir, sonra bir tane daha futbol kulübünün sahibi olarak tanıdık.

Zaten Fenerbahçe ile yakınlığı, pek çok futbolcu ile dostluğu ve futbola merakı bilindiği için de kimse şaşırmadı. Bu arada sahibi olduğu Exxen dijital yayın platformu ile Şampiyonlar Ligi’nin Türkiye’deki yayın haklarını da aldı.

Geçenlerde Exxen’e üye olmak için internette arama yaparken birdenbire karşıma Acun ılıcalı’nın Exxen platformu ile hemen hemen aynı logoya sahip bir başka Exxen’le karşılaştım.

Exxenbet adlı bir kumar ve bahis sitesi ile.

Gözlerime inanamadım.

Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu Exxen’in logosu ve sonuna “bahis” anlamına gelen bir “bet” kelimesi eklenmiş.

Büyük ihtimalle bu bahis sitesinden haberi olmayan herkes de şaşırırdı.

“Acaba Acun Ilıcalı’nın mı?” diye düşündüm.

Her ne kadar öyle göstermese de muhafazakar ve inançlı bir yaşam tarzını benimsediği bilinen, bu yüzden ağzına içki sürmeyen Acun Ilıcalı’nın bir “kumar ve bahis sitesi” sahibi olması pek uygun görünmüyordu.

Hadi ondan bize ne, bir yandan dindar olup, öte yandan dinle bağdaşmayan işler yapan ne ilk ne de son insan olmak zorunda değildi Acun. Pekâlâ hem dindar olabilir, bir yandan da kumar sitesi sahibi olabilirdi. Karışamazdık. Bizi de ilgilendirmezdi.

Türkiye’de bu nevi sitelerin yasal olmaması da bir sorundu ama sitenin merkezi büyük ihtimalle yurt dışında bir yere kayıtlı idi ve bu sorun da öyle aşılabilirdi.

Ama ortada çok önemli bir etik sorun vardı.

Acun Ilıcalı, İngiltere’de iki futbol kulübünün sahibiydi. Türkiye’de de bir futbol kulübüne çok yakındı, onlarca futbolcu ile de canciğer kuzu sarması bir ilişkisi olduğunu kendi zaten saklamıyor ve herkes de biliyordu.

Spor ve sporcularla bu denli iç içe olan birinin bir bahis sitesi sahibi olması ne kadar etik, UEFA kurallarına ne kadar uygundu.

Bütün dünya bahis şirketlerinin spor kulüplerine sponsor olmasının ne kadar etik olduğunu tartışırken, iki futbol takımının sahibinin bir bahis şirketinin sahibi olması nasıl kabul edilebilirdi!

Tüm bunları düşününce, her ne kadar aynı logoyu, aynı görsel kimliği taşısa da Exxenbet’in Acun Ilıcalı’nın olamayacağını düşündüm.

O yüzden de kendisini uyarmak istedim.

Bir bahis şirketi, Exxen’in logosunu aynen kullanıyor.

Eğer o şirket Acun’a ait değilse, başına dert açabilir haberi olsun.

Yok eğer bahis şirketi de Acun’un ise zaten kendi başına kendi dert açmış demektir!


Cehapenin emeklileri

Bir süre önce AK Parti’nin en önemli başarısının kendi yarattığı sorunları ve kendi yaptığı hataları sanki başkası yapmış gibi davranabilme ve kendi kitlesini buna inandırabilme yeteneği olduğunu anlattım. 

Sağ olsunlar, her gün benim haklılığıma kanıtlamak için ellerden geleni artlarına koymuyorlar. 

Son olarak dün Cumhurbaşkanı Erdoğan “Memura zamlar yapılıp emeklilerimize hiçbir şeyin gelmemesi olacak şey değil” buyuruverdi. 

Bu sözleri okuyunca gülmeden edemedim. 

Cumhurbaşkanı son derece haklı. 

Onun memurlarına zam yapan AK Parti ve kendisi. 

Emeklilere zam yapmayan ve emeklileri yokluğa mahkum eden ise cehape zihniyeti. 

Ama emekliler müsterih olsun, Sayın Cumhurbaşkanı bu zihniyete savaş açmış durumda ve “emeklilerine” tez vakitte zam yaparak onları cehapenin bu zulmünden kurtaracak. 

Gülüyorsunuz değil mi! 

Ben de gülüyorum ama emin olun birileri de buna inanıyor. 

Cumhurbaşkanı da onları iyi biliyor. 


İstanbul’un su sorunu ve bilgiye saygının önemi 

Biliyorsunuz, İstanbul iklime bağlı olarak düzenli bir biçimde dönem dönem su sorunu yaşıyor.

16 milyon bilinen, en az 2-3 milyon da “sayılmayan” kişinin yaşadığı, yaz aylarında bir milyon kadar turistin de nüfusuna eklendiği İstanbul, her 8-10 yılda bir kuraklık döngüsüne bağlı olarak su sorunu yaşıyor, kent halkı susuz kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor.

Bu yıl da öyle yıllardan biri ve sevgili arkadaşım, dostum Celal Şengör bu konuyu ele aldığı bir mektup yolladı. Mektubu sizlere paylaşıyorum.

Şengör’ün mektubunun sonunda anlattığı MTA Müzesi ve Göbeklitepe ile ilgili olay ise Türkiye’nin nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğunun da işareti. Ben de yarın o konu ile ilgili başımdan geçen bir olayı yazarım ama siz bugün Celal’in mektubuna bir göz atıverin.

“Sevgili Fatihciğim,

İstanbul’un su sorunu ile ilgili yazılarını dikkatle okuyorum. Ne kadar doğru (ve acı) şeyler yazıyorsun. Keşke bizi yönetenler de onları okuyup ders çıkarsalar. Sana Prens Piotr. Alexandrovich de Tchihatcheff (1808-1890) tarafından yazılmış ve ilk defa 1864’te yayınlanmış olan (sonra iki baskı daha yapmış) Le Bosphore et Constantinople, Avec Perspectives Des Pays Limitrophes adlı kitabı hatırlatmama gerek yok; kaç kere konuşmuştuk, ama yurttaşlarımızın bilmesi lazım.

Prens Tchihatcheff Türkiye’de 15 sene geçirerek ülkenin tüm jeolojisini 8 cilt ve üç atlastan oluşan muazzam eseri Asie Mineur’de dünyaya tanıtmış sonra da İstanbul hakkındaki kitabını yayınlamıştı.

Prens bu kitabında İstanbul’un gelecekteki su sorununa değinmiş ve atmosfer şartlarına bağlı bir su ekonomisinin İstanbul için tehlikeli olduğunun altını çizerek Sakarya veya Meriç’ten su getirilmesi teklifini yapmıştı. 1864’ten bu yana şehrin ne kadar büyüdüğünü düşün, biz hala atmosfere bağlıyız. Bizans bile 290 küsur kilometrelik bir akvedukt inşa ederek Meriç’ten İstanbul’a su getirmişti (dünyanın en uzun Roma su yolu: bunu keşfeden rahmetli Kazım Çeçen hocamızın eserini herkes okumalıdır.)

Osmanlı atmosfere bağlı barajlar yaparak problemi çözeceğini sandı ve tabii olmadı. Bugün bu artan nüfusla bu hiç mümkün değil.

Bu doğa cehaleti günümüzde artarak sürüyor. MTA’dan ayrılmış bir meslektaşım anlattıydı. Berat Albayrak Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanıyken MTA’daki Doğa Tarihi Müzesi’ni gezmiş ve insan evrimi panosunu görmüş. Kızarak ‘Bunu hemen kaldırın’ emrini vermiş, ‘millete doğru olmayan bir şeyi nasıl gösterirsiniz?’ 

Sonra Göbeklitepe’ye 12000 yıl yaş biçildiğini görmüş. ‘Böyle saçmalık olmaz, bunu 2000 yapın’ demiş. Bu mütecaviz bilgisizlik ve akılsızlık kanımı dondurduydu. Bu kafadaki insanlar ülkeyi yönettikçe biz daha çok susuzluk çekeriz, tarımımız çöker, paramız pul olur.

Sevgilerle aziz arkadaşım

Celal”


Şengörleri doğru yazma rehberi

Yukarıda okuduğunuz mektup elime geçince Celal Şengör’ü aradım.

“Kültür Bakanlığı’nın Göbeklitepe portalında Göbeklitepe’nin yaşı 12 bin olarak görünüyor” dedim.

“Ben Göbeklitepe’deki müzeden bahsediyorum. Bana aktaran ciddi bir bilim insanı. MTA olayını ise bizzat kaynağından öğrendim” dedi.

Bu arada internetteki bilgi kirliliği ve yanlışlığından bahis açılınca “Yahu, bunca yıldır ortalıktayım. Akademik durumum ortada. Buna rağmen internette benim basit biyografim ile ilgili olarak bile o kadar yanlış bilgi dolaşıyor ki, bazen konuk olarak gittiğimiz toplantılarda bu bilgilerden oluşturulmuş bir özgeçmişimiz dinleyicilere sunulunca düzeltmek zorunda kalıyoruz” dedi.

Bunun üzerine ben de sizlere Celal Şengör’ün ve hatta tüm ailesinin “hakiki” özgeçmişlerini yazmaya karar verdim. Yazayım ki, bir daha kimse yanlış bilgileri alıp gerçek zannetmesin. İnternet siteleri de buradan faydalanıp belki hatalarını düzeltirler.

Celal Şengör’ün eşi Oya Şengör 4 Mart 1963 doğumludur. İstanbul’da doğmuştur ve neredeyse saf kan Makedonyalıdır. Sadece anneannesi Epiruslu yani Yanyalıdır. Oya 8 yaşından itibaren ABD’de büyümüştür. Amerika’da Harvard’dan sonra en eski üniversite olan William & Mary’de işletme okumuştur. 30 Haziran 1986’da Celal Şengör ile evlendikten sonra Türkiye’ye dönmüştür. 

Celal Şengör ise 24 Mart 1955’te İstanbul’da doğdu. Aile büyükleri Kosova, Makedonya, Yanya ve Prevezelidir. Bir biyografide Celal Şengör’ün aile şirketinde çalışabilmek için önce hukuk okuduğu yazılmış, bu külliyen palavradır. Celal Şengör Robert Kolej’i bitirdikten sonra jeoloji eğitiminden başka hiçbir eğitim almamış, tüm diplomalarını bu alanda jeolojide almıştır. Aile şirketleri ile yani ne baba tarafının halıcılık işiyle ne de anne tarafının Pepsi, Fruko, Tamek firması ile hiçbir zaman hiçbir alakası olmamıştır. Ortaöğretim sonrası tüm eğitim hayatı Almanya ve ABD’de geçti.

1981 yılında Türkiye’ye dönmesinden sonra İTÜ’de Prof. İhsan Ketin’in asistanı oldu ve 40 sene sonra geçen yıl emekli olana kadar hiç ara vermeden hep İTÜ kadrosunda kaldı. Zaman zaman yurt dışında çeşitli üniversitelere konuk profesör olarak ders vermeye gitti ama İTÜ’den hiç ayrılmadı.  

Oya ve Celal’ın oğulları, sevgili Hakkı Celalettin Asım Şengör 20 Temmuz 1989’da İstanbul’da doğmuştur. Alman Lisesi’ni bitirdikten sonra doktora dahil tüm diplomaların İsviçre’nin A. Einstein, W. Röntgen, M. Frisch, R. Ernst, Mileva Marić gibi bilim insanlarının mezun olduğu, 21 Nobelli bilim insanı yetiştirmiş meşhur Eidgenössische Technische Hochschule’sinden (ETH) almıştır ve şimdi yurt dışında mikrobiyolog olarak DNA üzerine araştırmalar yapmaktadır. 

Şengör ailesinin gerçek durumu budur. Umarım bu yazım yanlışların düzeltilmesine vesile olur.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Arsızlığı şuursuzluk ile gizlemeye çalışmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları