Silivri Günlüğü - 64
Fatih Altaylı
Eylül 19, 2025
Yazı İçeriği
Silivri Günlüğü - 64
Silivri Günlüğü - 64
Emre Beyefendi selamlar, sevgiler…
Bizi izleyen, dinleyen, okuyan tüm dostlarımıza da sevgiler hürmetler…
Bir ayı aşkın süredir kafamı ütülediğin ve “Herkes merak ediyor, bunlar o kadar da özel sorular değil” diyerek farklı zamanlarda yolladığın soruları bugün yanıtlayayım.
Her ne kadar gündem yoğun ve konuşacak çok şeyler olsa da onlaro en sona bırakalım ve senin son bir ay içinde farklı zamanlarda ilettiğin, bir kısmı da izleyicilerden gelen sorularına bugün yanıt vermeye çalışayım.
Öncelikle haftalar önce sorduğun “Kendini nasıl hissediyorsun? sorusuna yanıt vereyim.
Dingin. İlginç bir şekilde kendimi çok huzurlu hissediyorum.
Diyeceksin ki “Ülkede bunlar olup biterken nasıl dingin hissedebilirsin?”
Haklısın ama kendimi olayların, olan bitenin dışında; gözlemci, doğru bir biçimde tarafsız değerlendirebilen bir noktada görüyorum.
Daha açıklayıcı biçimde söylemek gerekirse, cezaevinde öfke ya da kızgınlık duygum törpülendi.
Öfkenin yerine mantığı daha fazla koydum.
Şunu görüyorum, büyük bir çoğunluk son derece insani biçimde ya da insani bir zaafla, kendi kişisel ya da kısa süreli menfaatini toplumun hatta belki kendi uzun vadeli menfaatinin önüne koyuyor.
Ama bunu görmek beni öfkelendirmiyor artık.
Benim o soruma yanıt verirken bu yanıtın sizi Silivri’ye götürme ihtimali hiç aklınıza gelmiş miydi?
Karşımda sen oturuyordun. Senin geldi mi? Hiç aklıma gelmedi.
Çünkü bu millet demokrasiyi sever diye başlıyorum. Demokrasinin erdemini anlatabilmek için de demokrasi öncesinin sıkıntılarını anlatıp, demokrasi ve sandığın ne kadar önemli olduğunu, halkın sandık tutkusunu anlatıyorum. Hiç tehdit aklıma gelmedi. Zaten dinleyen çoğunluğun da gelmemiştir. Gerçekten söyle senin geldi mi! Yumuşak bir tonda anlatıyorum. Hiç düşünmedim bile.
Peki bu durumda kendinizi haksızlığa uğramış gibi hissediyor musunuz?
Emin ol hissetmiyorum. Dünyada öyle büyük haksızlıklar var ki benim haksızlığım ile hakkı oyalamaya değmez. Üç aydır hücredeyim. Kolay mı? Değil. Ama ben şükreden bir insanım. Suçsuz yere ya da sözlerim yanlış değerlendirildiği için buradayım, yüz kızartıcı bir suçtan değil. Bir hastalık nedeniyle de üç aydır bir odada olabilirdim. Bir kaza geçirmiş halde bir hastane yatağında olabilirdim. Daha kötüsü sevdiğim bir yakınım bu söylediğim durumlardan birinde olabilirdi. Halime şükrederim ben. Ben cezaevindeyken çok sevdiğimiz bir arkadaşımız 20 yaşındaki evlatlarını kaybettiler. İçimden geçen şuydu; ben sonsuza kadar hücrede kalsaydım, o yavrucağa bir şey olmasaydı. Hangisi daha büyük haksızlık Emre…
Peki tutuklama kararını duyduğunuz zaman aklınıza ilk gelen ne oldu?
Önce sen ve Teke Tek ekibi geldi. Çocukların maaşlarını ne kadar süre ödeyebiliriz, benim yokluğumda ne kadar ekibi bir arada tutabiliriz… Aklıma ilk gelen buydu. Sonra da ertesi gün burs vereceğimiz öğrencileri belirleyeceğimiz toplantı vardı, onu düşündüm. Bursları ne kadar sürdürürüz?
Geçen yıl belirlenen öğrencilerin 5 yıllık doktora programları boyunca yapacağımız ödemeleri zaten verdik ilgili fona ama bu yıl kaç öğrenciye verebileceğiz, sözümüzü tutabilecek miyiz onu düşündüm. Hande ve Zeynep’le ilgili bir şey düşünmedim. Onların bensiz de yapabileceğini, Hande’nin de Zeynep’in de yeterince güçlü olduğunu biliyordum. Bir de annemin paniğinden korktum. Avukatım Rezzan Aydınoğlu ile annemin arası iyidir Allah’tan, Rezzan’a “Annemle sen konuş, rahatlat” dedim. O da alıştı oğlunun hapishanede olmasına. Ama haftada bir, daha doğrusu 15’te bir aradığımda gözyaşlarını tutamıyor. Hande cuma günleri görüşe geldiği için çarşamba günleri 10 dakikalık telefon hakkında bir hafta kızımı arıyorum, bir hafta annemi.
Cezaevine girince boş koltukla “Fatih Altaylı yorumlayamıyor” diye devam etmeyi önceden planlamış mıydınız diye soruyor izleyiciler, tanıyanlar, tanımayanlar…
Biliyorsun troller uzunca bir zamandır benim tutuklanmamı istiyorlardı. Küçük bir ihtimal bile olsa böyle bir risk vardı. Yasalara uyan bir tip olduğum için daha önce Zekeriya Öz’ün de hedefindeydim ve o günlerde de tutuklanmamı isteyenler ilginçtir aynı kişilerdi. Seninle bu olasılık üzerine konuşmuştuk ve böyle bir şey olursa, koltuğu herkese açık bir demokrasi ya da fikri özgürlüğü mikrofonu yapmak istiyorduk. Birlikte böyle bir şey düşündük. Ben de haftada bir cezaevi mektubu yazarım diyordum. Ancak mektup her gün olmaya başladı, koltuk ise sizin davet ettiklerinizin yanında kendi gelmek isteyenlerle her gün doldu. Bizim düşündüğümüz gibi değil, doğaçlama olarak koltuğun kendi istediği şekilde gelişti. Artık orası benim ya da senin değil. Koltuk bağımsızlığını ilan etmiş gibi görünüyor. Bana ihtiyacı kalmadı.
Konuğumuz olan bir hukukçu “Fatih Bey siyasetçilerin çoğundan daha dik bir duruş gösterdi cezaevinde” dedi bize. Böyle bir kaygınız var mıydı?
Emre, Habertürk‘teki zamanların ve buradaki beraber çalışmamız… Kaç yıldır birlikte çalışıyoruz 7 mi 8mi! Beni gayet yakın tanıyorsun. Benim böyle bir derdim olabilir mi! Benim dik durmak, yan durmak, eğri durmak gibi bir derdim yok. Ben gazeteci gibi duruyorum. Dur sana yine eski bir hikaye anlatayım. 1980’lerin başı, Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyorum. Ali Sirmen zannederim Barış davasından tutuklu. Her gün gazeteye müstear isimle yazı yazıyor. Çıkıncaya kadar düzenli yazdı. Sonra çıktı, gazeteye döndü, yazmaya devam etti. Çok severdim rahmetliyi. Çok iyi dost olduk sonra. Sultanahmet’te bir salon ayarlamıştı. Haftada iki gün basket oynardık. Keza Doğan Koloğlu… 12 Mart‘ta Akşam Gazetesi’nin yayın yönetmeni ya da yazı işleri müdürü idi. Çok iyi dostumdu. Çok anlatırdı o günleri. Oktay Kurtböke keza... 12 Eylül‘de Cumhuriyet’in başındaydı. Cumhuriyet’i bırakıp Çemberlitaş’ta bir ofis tutmuş, yayıncılık yapıyordu. 12 Eylül günlerini anlatırdı yanına gidip sohbet ettiğimizde. Çetin Altan… Milliyet’ten Güneş’e geçmiş Cağaloğlu Hamamı’nın oralarda kendine ofis tutmuştu. Akşamüzeri sohbete giderdik bazen. 12 Mart’ta tutuklanmış. Herkes buna kahraman muamelesi yapıyor diye sinirlenmiş “Ben kahraman falan değilim, gidin kendinize başka kahraman bulun” demiş. Seversin sevmezsin, bunların hepsi gazeteci idi. Ben gazeteciliği o kuşaktan öğrendim. İlginçtir saydıklarımın hepsi Mekteb-i Sultani’den de büyüklerim. Ne siyasetçiyiz ne başka bir şey, gazeteciyiz. Tek derdim oldu hayatta; iyi gazeteci olmak, bilerek yanlış yazmamak. Duruş dediğin, dedikleri şey benim bildiğim bu, öğrendiğim bu. Biliyorsun benim dostlarımın hemen hepsi benden büyüktür. Ben onlardan öğrendim nasıl davranmak gerektiğini. Yavru av köpekleri nasıl eğitilir bilir misin? İki yolu vardır... Ya avda döve döve öğrenir ya da yaşlı tecrübeli av köpekleri ile birlikte ava çıkarılır, yaşlı köpeklere baka baka öğrenirler. Nerede ferma yapacak, ne zaman kuşu kaldıracak, nasıl kafası yerde dolaşacak, kuş havalandığı zaman niye takip etmeyecek… En iyi yöntem budur. Yani anlayacağın özel olarak şöyle durayım, böyle durayım demedim asla. Meslek böyle eğitmiş beni. İçeri gazeteci olarak girdim yine gazeteci olarak çıkacağım.
Sizin üzerinizden muhalif gazetecilere gözdağı verildiği iddiası için ne diyorsunuz?
Zannetmiyorum. Eğer öyleyse yanlış yapmışlar. Çünkü ben muhalif gazeteci değilim. Ben gazeteciyim. Asla takıntı ile hareket etmedim. Ben özneye değil, fiile bakarım. Fiil hatalı ise öznenin benim için önemi yoktur. Tabii bir de genelde iktidarı, gizli ya da açık iktidarı eleştiririm. Ben her iktidarla sorun yaşadım, yaşarım. Şöyle söyleyeyim, yarın CHP iktidar olsun ben hala gazetecilik yapıyorsam bir seneye kalmaz CHP beni “muhalif” olmakla suçlar. Hep böyle oldu. Bak sana birkaç örnek vereyim. Tansu Çiller başbakan, ben çok sert yazılar yazıyorum. Sonunda Tansu Hanım beni gözaltına aldırdı. Belki de haklıydı, gazetecilik sınırlarını zorluyordum. Gençtim. Tansu Hanım’ın rakibi Mesut Yılmaz. Sonra Mesut Yılmaz iktidara geldi. 6 ay sonra o zamanki patronuma beni kovdurmaya çalıştı.
Başka bir örnek vereyim. Tayyip Bey İstanbul Belediye Başkanı… Okuduğu bir şiir yüzünden hapse giriyor. O gün çalıştığım gazete “Muhtar bile olamaz” manşeti ile çıkmış. Ben o gün orta sayfadaki köşemde “5 yıl içinde başbakan olacak adamı bugün içeri attık” diye yazdım. Ya da Erdoğan’a darbe yapılacak söylentileri varken ben demokrasi adına Erdoğan’dan yana durdum. Bugün de hukukun üstünlüğü, adalet ve demokrasi demek muhalif olmak değildir. Ben durduğum yerde duruyorum demektir. Bir de haksızlığa uğrayanın yanında olmak gibi bir yaklaşımım var. Mesela şu İBB operasyonlarına da kızmamın nedeni bu. Benim Ekrem İmamoğlu’nu eleştirme özgürlüğümü kısıtladılar. Oysa tutuksuz yargılasalar; dosyaları, suçlamaları açık açık yazıp önümüze koysalar belki biz de eleştirirdik. Şu anda bunu yapamıyoruz. Yapmak haksızlık olur çünkü.
Peki Fatih Bey cezaevinden çıkınca ne yapmayı planlıyorsunuz?
Ne zaman çıkarım bilmediğim için net bir planım yok Emreciğim. Şunu biliyorum, benim yokluğumda sen çok yoruldun. Keşke bir tatil yapsan. Benim şöyle bir arzum var. Er ya da geç çıkarım, çıkınca eşimi ve kızımı alıp bir tatil yapmak istiyorum. Biliyorsun avuç içi kadar bir yazlık evimiz var Bodrum’un merkezinde. Çıkınca önce bir anneme giderim, aylardır görmedim. Biraz onun dizinin dibinde otururum birkaç gün. Sonra doktora gitmem lazım. Aort ölçümü yaptırmam gerek. Bir de şu ağrımaya başlayan böbreğim. Sonra da senden izin alabilirsem birkaç gün Bodrum… Çekirdek aileyle. Anneme gitmişken Hande’nin annesine de uğrarım tabii. Sonra da döner çoğunu tanıdığın senyör dostlarımla vakit geçiririm. Faruk Süren, Satvet Çiftçi, Talha Ebuzziya… Hepsini çok özledim. Uluslararası Otomobil Federasyonu’ndaki görevimden hala atılmadıysam, bir arada onlara uğramam lazım. Formula1’i getirmek için çalışmalıyız.
İşe gelmeyi düşünmüyorsunuz galiba dediğini duyar gibiyim…
Güldürme beni. Sadece biraz izin istedim senden. Biliyorsun ki benim en sevdiğim, yapmaktan en çok hoşlandığım program Teke Tek Bilim. Bu programı yıllarca hiçbir maddi beklentim olmadan yaptım çalıştığım kanalda. Tek nedeni vardı; Türkiye’de bilimin, aklın, felsefenin konuşulmadığı ya da yeterince önemsemediği bir dönemde özellikle gençlere bunu aktarmak, bilim insanlarını popüler hale getirmek suretiyle bilimi popüler hale getirmekti. Bu programın başarısı ile ilgili karamsarlığa düştüğüm bir gün şöyle bir olay yaşadım. Bir fabrika açılışına davetliydim. Açılıştan sonra fabrikayı geziyoruz. İri yarı, mavi tulumlu bir işçi yanıma geldi. Koluma girdi ve şöyle dedi “Fatih Abi senin şu bilim programına teşekkür etmek istiyorum. Benim ellerinden öper bir oğlum var, ortaokulu bitirdi. Geldi ‘Baba ben okumak istemiyorum, çalışmak istiyorum’ diye tutturdu. Çok kızdım. ‘Olmaz’ dedim. Liseye devam etmesini istedim, zorla. Sonra senin bilim programlarını izlemeye başladı, birden değişmeye başladı.
Müptelası oldu. Sonra eski programları internetten izlemeye başladı. Sonra üniversite sınavına hazırlanmaya başladı. Şimdi ODTÜ’ye girdi.
Bir programla benim, ailemin hayatını değiştirdin. İki-üç seneye mühendis olacak” dedi.
Ben başladım ağlamaya… Ve o programı, Teke Tek Bilim’i Allah bana ömür ve güç verdikçe yapmaya karar verdim.
Bir dönem YÖK başkanlığı yapan Yekta Saraç program sayesinde temel bilimler ve tarih alanlarına ilginin arttığını söyledi. İlber Ortaylı, Celal Şengör, Murat Bardakçı elbette önemli ve değerli isimlerdi ama popüleriteleri kendi alanlarının uzmanları ile sınırlıydı. Toplum onları daha yakından tanıdı. Rol model oldular. Murat, Erhan Afyoncu’yu tanıttı. Erkcan Özcan, Emre Onur Kahya gibi isimler halkın karşısına çıkma fırsatı yakaladı. Şimdi bu işi bizden daha iyi yapan birçok bilim programı çıktı ortaya. Bilim teknoloji festivalleri yapılıyor artık. Ben de yapabildiğim müddetçe bu programı yapacağım. Çünkü bir yandan beni de çok eğitiyor bu program. En iyi bilim adamlarından özel ders alıyorum düşünsene… Teke Tek Bilim çok önemli. Ve şimdi bir de o programdan elde ettiğimiz gelir ile her yıl doktora öğrencilerine yurt dışı bursu veriyoruz. 5 yıl boyunca bu bursu alıyor her öğrenci. Eğer becerebilirsek bir de bilim yurdu kurmak istiyoruz. 20-25 odalı bir yurt binası... İçinde bol ortak alanlar olan ve burada temel bilimler alanında eğitim gören yüksek lisans ve doktor öğrencileri için kalacak bir mekan. Burada bir arada olup farklı disiplinlerde tartışacakları, konuşacakları, bilimsel heyecanlarını paylaşacakları bir mekan. Böyle bir arzum, hedefim var.
“Fatih Altaylı yorumluyor”u sürdürmeyi düşünüyor musunuz?
İstesek de istemesek de sürmek zorunda. Bunu seninle başlattık. Aslında başlangıç niyetimiz günlük bir program değildi. Haftada 2 gün yaparız dedik, ancak talep arzı getirdi. İzleyici, özellikle de genç izleyici haber bolluğu içinde güvenebileceği bir seçki ve bu haberleri güvenebileceği bir yorumla duymak, öğrenmek istiyordu.
Biz bunu yaptık. 30 küsur yıl önce radyolarda yaptığım ve kült bir program haline gelen işin yeni ve modern versiyonu ortaya çıktı.
1990’ların başında en çok dinlenen radyo programıydı, YouTube’un en çok izlenen programı oldu. Tabii bu arada ben de yaşlandım, öğrendim, geliştim, olgunlaştım. Programda özellikle gençlere olayların, kişilerin geçmişi ile ilgili bilgiler verip siyasal kültürü, siyasal geçmişi bugünle karşılaştırma imkanı sunduk. Sonunda bizim programımız olmaktan çıktı, halkın programı oldu. Program bizim olmaktan çıktı, biz programın olduk. Şimdi bu talep varken biz bu arzı kesemeyiz. Soğukkanlı, Türkiye’deki tansiyonu düşürmeye çabalayan, gerçeği tarafsızca iletmeye çalışan bir şekilde bu programı birkaç yıl daha yaparım inşallah. Sonra da başkası, belki de sen sürdürürsün.
Elbette cezaevinden çıkınca önce stüdyoya geleceğim. Ama sonra izleyicilerimizden birkaç gün izin isteyeceğim. İki yıldır bir gün bile ara vermeden program yaptık. Cezaevi beni bedenen dinlendirdi ama zihnen, ruhen yordu. Biraz dinlenmek istiyorum. Ama tarafların giderek keskinleştiği bir dönemde Türkiye’nin Halk TV ve A Haber’den ibaret olmadığını anlatacak sesler, makul çoğunluğun ihtiyaç duyduğu yayınları yapacak birileri de lazım.
Bu sürecin sizi siyasete yönlendireceğini söyleyen siyasiler var. Sizi tanıyan biri olarak ihtimal vermiyorum ama yine de sormam lazım…
Beni tanıyan biri olarak haklısın. Ben gazeteciyim, siyasetçi değilim, mesleğim gereği siyaseti izliyorum. Siyaset ve siyasetçilerle asla yakın olmadım, tam aksine hep uzak durdum. Özel hayatımda görüştüğüm siyasetçi yoktur. Evime gelmiş tek bir siyasetçi yoktur. Pardon, yıllar önce yaklaşık 25 yıl önce Bebek’te oturuyordum, o zaman 10 dakika uğramıştı bir eski siyasetçi. Kızımın doğumunu tebrik etmek için… Namuslu, edepli siyasetçiye saygı duyarım. Siyaset önemli bir iştir. Ama benim işim değildir. Herkes işini yapmalı, iyi yaptığı işi yapmalı. Ben genç olsam otomobil yarışçısı olurdum ya da otomobil tamircisi de olabilir. Siyaset olmaz. Tipim müsait değil.
Dur daha hoş bir şey anlatayım. Cezaevinde eski AK Parti milletvekili, beğendiğim de bir siyasetçi geldi “Fatih Bey çıkınca ya bir büyük medyanın başına geçmeli ya da bir medya grubu kurmalısınız” dedi. Kızdım. “Bakın” dedim “Ne medya grubu kurma niyetim olur ne de bir medya grubu ile çalışmak, hele başına geçmek. Ben gazeteciyim, bağımsızım, beni dinleyenler ve kendim dışında kimseye bir sorumluluğum yok. Bana böyle beklentiler yüklemeyin.”
Çıktığım zaman nerede bıraktıysam oradan devam ederim. Şimdiye kadar başka yerden bir talep gelmediği için mi YouTube’dayım ya da siyasete girmedim… Siyasetçi olmak istesem bir partiye, kahraman olmak istesem silahlı kuvvetlere girerdim. Halimden çok memnunum.
Bir süre önce uluslararası bir medya kuruluşu bu programı kendi platformlarında yapmamız için çok müthiş bir teklif yaptı. Sen ve ben ne yaptık! Düşünmeden reddettik. Beklenmedik, istenmedik bir şey olmadıkça bundan böyle tek işim budur. Medya gruplarının haline bakınca doğru yaptığım anlaşılmıyor mu? Demedim mi burada “Medya patronu diyebileceğimiz kimse yok” diye, “Karapara, gri para medyayı ele geçiriyor” diye.
Tutuklandınız ve cezaevine yollandınız. Fatih Bey, o an neler geçti aklınızdan? Yani cezaevi ile ilgili…
Silivri’ye gideceğimiz söylenince “İyi ki Ümit Özdağ’ı ziyaret etmişim” dedim. Nasıl bir yere gideceğimizi az çok tahmin ediyordum. Tabii kafamda sorular… Tek başıma bir hücreye mi, kalabalık bir koğuşa mı, nereye gidiyorum? Polisler beni 9 numaralı cezaevine getirince kalabalık koğuşa koyulmayacağımı anladım. “Güvenlik nedeniyle tek kişilik hücreye koyulacaksınız” dediler. Mal kabul girişi gibi bir yerden cezaevine alındım. Üzerim didik didik arandı. Allah’tan gözaltına alınırken yanıma ilaçlarımı almıştım.
İlginçtir kravatlarımı aldılar ama deri kemerimi verdiler. Bir takım elbise, iki beyaz gömlek, bir mavi gömlek, bir beyaz pantolon ve bir espadril ile cezaevine girdim. Kol düğmelerimi ise aldılar. Saat 17:00-18:00 gibi hücreme geldim. Leş gibi ot içinde bir avlu, kuş pisliği ile kirlenmiş bir hücre... İki katlı... Cezaevi müdür yardımcısı karşıladı hücrede. Yeni boyanmış, tamirat görmüş bir hücreydi ama kurusun diye camlar açık bırakılınca kuşlar mahvetmişti hücreyi. Kullanılmamış bir yatak, bir yastık, bir kışlık battaniye ve bir nevresim takımı verdiler. İnfaz korumalar avluyu hemen bir hortumla yıkadılar. Baş memur Mustafa Bey birkaç gün idare edecek kadar deterjan, çay ve 2 tane 5 litrelik su yollattı. Sonra beni hücremde bırakıp gittiler. Şaşkındım ama hemen işe koyuldum.
Üst kattaki üç demir somyayı sildim, temizledim. Nevresimi yatağa geçirdim. Yastığı kılıfına taktım. Yorgundum ama uykum yoktu. Sonra hücre kapısındaki delik açıldı. Genç pırıl pırıl bir infaz koruma memuru bir torba içinde birkaç domates, birkaç biber ve salatalık ve biraz zeytin peynirle bir ekmek uzattı “Fatih Altaylı, yemek saatini kaçırdın. Geceyi aç geçirme” dedi. Birkaç dakika sonra iki kullanılmış tabak da verdi. Nasıl mutlu oldum anlatamam… İyi insanlar hayatımıza ışık gibi, güneş ışığı gibi bir etki yapıyor.
Sonra kantin alışverişi nasıl yapılır, ne almak lazım yavaş yavaş onları keşfettim, düzenimi kurdum. Allah’tan ev işi yapma, yemek konularında tecrübeli ve becerikliydim, yoksa hayatım zordu. Şunu da söylemem lazım, Silivri’de Marmara Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun diğer cezaevlerini bilmem ama 9 numaralı cezaevi saat gibi işleyen, her şeyin çok iyi disiplin içinde, büyük bölümü hatta tamamı iyi insanlardan oluşan bir ekibin idare ettiği bir kurum. Tüm mahkumlara karşı son derece düzgün bir tavır içinde olduklarını gözlemliyorum. Keşke tüm kamu kurumları böyle işlese. Hızlı intibak ettim sisteme ama bunda buradaki personelin payı büyük. İnfaz koruma ekibi, doktoru, hemşiresi, psikoloğu, hepsi...
Sizin oraya VIP cezaevi diyorlar. Komşularınız kimler?
Bir kişi hariç tüm belediye başkanları burada. Sana onların dedikodusunu yapacak değilim.
Zeydan Karalar, Buğra Gökçe ve İnan Güney’in farklı olduklarını düşünüyorum. Başka ünlü konuklar kimler bir düşüneyim… Selahattin Yılmaz geldi mesela. Çok güler yüzlü, tanıyınca şaşırdım. Neşeli. Eski MKE yönetim kurulu başkanı burada, onun keyfi yok gibi. Avukat Cem Duman’ı zaten anlatmıştım. Bunun dışında, Mehmet Boransu buradaymış, görmedim hiç. Hidayet Karaca’yı bir kez gördüm, çok yaşlanmış. Başka FETÖ’cüler de var tabii. Bir general varmış, onu da görmedim. Reina katliamcısı burada. Minicik biri, bayağı bir radikal. Tipik IŞİD’ci. Geçenlerde koridorda Özdemir Sabancı’nın katilini gördüm. Birkaç uyuşturucu baronu var. Yenidoğan çetesinin 4 yöneticisi olduğu söylenenler burada. Seçil Erzan burada. Çokça da DHKP-C mensubu var. En çok onlar gürültü yapıyor. Sürekli slogan atıyor ya da demir kapıları tekmeliyorlar. Adnan Oktar çetesi buradayken çok eğlenceliymiş burası. Avukat kabinlerini sürekli onlar dolduruyormuş.
Duruşmaya iki hafta kaldı. Hazırlanıyor musunuz?
Özel bir hazırlığım yok. Aslında durumumu garipsiyorum. Niye diyeceksin… Biliyorsun bana yöneltilen suçlama tehdit. Ben hayatımda kimseyi tehdit etmedim. Güçlüleri de güçsüzleri de… Tam aksine ben hep tehdit edilen oldum. Aklına gelen tüm terör örgütlerinin tehdidi altında yaşadım. Aileme yaptığım en büyük kötülüktü bu, eşim, kızım yıllardır bana bir şey olacak korkusu ile yaşadılar. Onları üzdüm, tedirgin ettim. Şimdi tehdit suçu ile yargılanıyorum. Aklımdan geçmeyen, izleyen bir kişinin bile aklına gelmesi mümkün olmayan bir suçlama. Ne diyeyim Emre… Eminim Cumhurbaşkanı kendi izlese, o bile kastımın bu olmadığını görürdü. Hayırlısı inşallah. İyi diyelim iyi olsun!
Tek kelimelik birkaç soru sorayım!
En çok hangi yemeği özlediniz?
Kaşarlı tost
En çok ne yapmayı özlediniz?
Sokakta boş boş yürümeyi
Cezaevi size bir şey kazandırdı mı?
Sinirlerimi aldırdım.
Cezaevi size bir şey kaybettirdi mi?
Sevdiklerimle geçireceğim bir yazı
Cezaevine girdiğiniz için üzüldünüz mü?
Hayır. Cana gelmeyen şeyler için üzülmem.
İçerdeyken sizin canınızı en çok ne sıktı?
Bak buna uzun yanıt vereceğim Emre. Cezaevinde olduğum sırada beni çok üzen bir olay oldu. Çok sevdiğimiz bir aile dostumuz 20 yaşlarının başında bir evlat kaybetti. O günlerde onların yanında olamamak beni kahretti. İki gün ağladım. Buradakiler niye perişan olduğumu anlamadı. Çok kötü idi. Bu yüzden halime hep şükrederim.
Sorular haftalardır birikince biraz uzun oldu.
Görüş sırasında ek sorular da sorunca umarım sıkıcı uzun bir şey olmamıştır.
Yarın yaş günüm olduğunu hatırladığın ve kutladığın için teşekkür ederim.
İnşallah uzak sayılmayacak bir gelecekte karşı karşıya konuşur, uzun uzun bugünleri anarız.
Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum.
Sağlıcakla kalın…
X’te yazı hakkında yorumlarınızı paylaşın.
Geçmiş yazılar
Videolar