“Deniz korkakları ve cesurları sevmez”

Ali Sabancı ile eşi Vuslat Doğan Sabancı’nın geçirdikleri kaza sonucu ağır yaralanmaları zannederim herkesi üzdü.

Her ikisi de, Doğan Grubu’nda çalıştığım günlerden tanıdığım, sevdiğim insanlar.

Vuslat Hanım ile onun henüz bir üniversite öğrencisi olarak Hürriyet’te staj yaptığı günlerden, Ali Sabancı ile ise o kadar olmasa da 20 yıllık dostluğumuz var.

Ali, zekası, amcasından aldığı sempatikliği ile şahsen tanıyan, tanımayan herkesin sevdiği bir iş insanı.

Her ikisinin de, bir an önce sağlıklarına kavuşması ve bu felaketi en az izle atlatmaları en büyük dileğimiz. Tek tesellimiz ise çocukların bu kazayı ciddi bir yara almadan atlatmış olmaları.

Kazadan sonra medyamız, haberi verirken “bir Zodyak kazası” olarak duyurdu ve ailenin Zodyak botla teknelerine giderken kayalıklara çarptığını yazdı.

Ali ve Vuslat Sabancı’yı kaza sonrası ilk fark edip bulup kurtaran ise bir başka Adanalı sanayici Mehmet Başer olmuş.

Ne yazık ki, bu kaza Ege kıyılarımızda meydana gelen ne ilk bot kazası ne de bu gidişle son kaza olacak. Her yıl ne yazık ki, pek çok bu tarz kaza meydana geliyor ve çok hayat kaybediliyor. Giderek güçlenen motorlar, giderek hızlanan tekneler ve son yıllarda moda olan hızlı sportif botlar bu kazaların hep baş aktörü.

Her yıl birkaç zengin iş insanını bu tip teknelerde meydana gelen kazalarda kaybediyoruz.

Benim gençliğimde dıştan takma deniz motorlarının en güçlüsü 200 beygirlik Mercury Black Max modelleriydi.

Onun bir altında 150 beygirlik Mercury’ler, 135 beygire kadar çıkabilen Johnson’lar Evinrude’lar vardı. Daha sonra piyasaya giren Yamaha’nın 55 beygirlik motoru ise o zaman için iyi bir hız makinası idi. 50 beygiri geçen dıştan takma motorları şöyle 5-6 metrelik fiber teknelere taktığımız zaman müthiş bir sürat motoruna sahip olduğumuzu düşünüyorduk.  

Bugün artık bu motorların yüzüne bakan yok ve 300, 350, 400, 450 beygirlik motorlar sıradan hale geldi. Mercury 600 beygirlik yeni V12 dıştan takma motorunda müşteri kuyruğu varken, Seven Marine’nin 675 beygirlik motorunu ise zaten görebilen yok.

Ve kocaman motorlar artık “şişme botlara” takılıyor.

Tabii şişme bot dediysek onların da artık havalı bir ismi var: RIB

Yani Rigid Inflatable Boats

Türkçe meali Sert Şişirilebilir Bot. Bunlar, tabanı genelde fiberglas veya benzeri kompozit bir materyalden üretilmiş, yanlarında ise plastik şişme tüpler bulunun botlar.

Medyamız ve halkımız bunlara genel olarak “Zodyak” diyor ama bunların pek azı Zodiac.

Bir Fransız firması olan Zodiac bu tip şişme botları ilk üretenlerden biri. Geçmişte TRT’de yayınlanan Jacques Cousteau belgeselleri nedeniyle Türk halkının en iyi bildiği bot markası olmuş ve nasıl ki her kağıt mendile Selpak diyorsak, her şişme bota da Zodyak demeye başlamışız.

Bana göre Zodiac hâlâ bu tip teknelerin en güvenilir ve en kalitelisi olsa da, artık hayatımızda çok değişik marka ve modellerde şişme bot var ve bunların pek azı Zodiac.

Bu aşırı güçlü ve hayli büyük botları çok popüler ve çok havalı hale getirenler zannederim İtalyanlar.

Bu tip büyük, konforlu RIB’ler önce büyük mega yatların “Tender’ları olarak ortaya çıktı. İçten ve dıştan takma motorlu hızlı, konforlu botlardı. Novurania ve Castoldi en bilinen, en popüler olanlarıydı.

Bu teknelerin pratikliği ilgi çekince yat tender’ı olarak değil, günlük tekne olarak kullanılmak üzere üretimlerine başlandı.

Pirelli ve Sacs ilk popüler olan markalar olarak göze çarptı.

7-8 metreden başladılar sonra 10, 12, 15 ve sonunda 19 metreye kadar uzadı boyları.

Şu anda Pirelli”nin tek seride, Sacs’ın ise iki ayrı modelde en büyüğü 19 metreyi bulan RIB’leri var.

Ukrayna’dan Brig 10 metreye kadar olan tekneleri ile pazarda sağlam bir yere sahip.

Polonya’nın Parker’ları de rakipleri kadar şık olmasa da güçlü sağlam ve askerî görünümlü RIB’leri ile oldukça popüler.

Bu botlara olan talep öylesine fazla ki, bazı markalarda iki üç yılı bulan sıralar var ve pazara her gün yeni markalar giriyor.

Türkiye’de de birkaç firma bu alanda çaba gösteriyor ve Northstar ile Yuka rakipleri ile boy ölçüşebilecek, çok kaliteli RIB’ler yapmaya başladı.

RIB’ler konusundaki ölümcül çılgınlığın müsebbibi ise bana göre Yunanlılar.

Denizcilik yazarı ve tekne düşkünlüğünü babası Emre Kunt’tan devralmış olan Emir Kunt bir gün Göcek’te yanımıza gelip bir deniz aracından çok bir hava aracına benzeyen, arkasında iki 300 beygirlik motorlu botunu gösterinceye kadar benim gördüğüm en hızlı şişme bot bizim Ali Dürüst’ün tek 300 beygir motorlu şişme botuydu ve bana göre çok hızlı ve çok da tehlikeli idi.

Emir’in botunda ise iki adet 300 beygirlik motor takılıydı ve botun uzunluğu 9 metreydi. 65 mili çakıyordu ve Göcek’ten Rodos’a yarım saatte gidiyordu. “Ne bu?” diye sorduğumda Technohull yanıtını aldım. Yunanlı bir girişimcinin eseriydi.

Technohull RIB 3 (450 beygir motorlarla)

“Çok tehlikeli” dediğimde “Yok abi, altı çok özel. Çok stabil” yanıtını aldım. Daha sonra bu tekneyi iki 350 beygirlik motorla denediğimde çok haklı olduğunu gördüm. Daha sonra bu botlara 450 beygirlik Mercury Racing’ler takanlar oldu. Hız çılgınlığı sınır tanımıyordu.

Bu arada botların boyu da büyümeye başladı. Technohull 50 feet yani hemen hemen 15,5 metrelik botlar üretir oldu. Bunların arkasına ise iki adet 600 beygirlik ya da 3 adet 450 beygirlik motorlar koyuldu.

Sonrasında yine Yunanlı bir üretici olan Ribco popüler olmaya başladı. Technohull’a olan aşırı talebin karşılanamıyor olması Ribco’ya yaradı.

O da şık ve kaliteli botlar üretiyordu. Technohull’dan bir tık daha az sporcuydu ve şıktı. Onun da 15 metreye kadar botları vardı ve arkalarındaki dev 600 beygirlik makinalarla fiyatları 1 milyon dolara kadar çıkıyordu.

Süratler ise denizde korkunç sayılabilecek 70 knotlar civarındaydı, bazıları 80-85 knota kadar çıkıyordu.

Ve tehlike de tam buradaydı.

Bunları hızlandırmak çok kolaydı.

Elinizin altındaki iki ya da üç gaz kolunu iterek tekneyi 75 knot sürate çıkarmak için bir şey bilmeye gerek yoktu.

5 yaşında bir çocuk da bunu becerebilirdi.

Ama o süratteki tekneye doğru düzgün manevra yaptırabilmek ya da beklenmedik durumlarda tekneye hakim olmak ve olası bir kazayı savuşturmak epey bir deneyim ve bilgi gerektiriyordu. Hele hele iyi bilinmeyen denizlerde bu süratler gerçekten kazaya ve ne yazık ki ölüme davetiye çıkarmak gibiydi. Üstelik bu tekneler süratleriyle diğer tekne kaptanlarının da şaşırmasına neden oluyordu.

Üstelik de denizde, o süratte görüş de çok zorlaşıyordu.

Yani anlayacağınız bu botların sayısı çoğaldıkça, biz daha çok böyle üzücü haber alırız.

Herkes bilmeli ki, tekne kullanmak gaz kolunu ileri itmekten ibaret değildir.

Peyami Safa’nın yeğeni, ressam Behçet Safa’nın dediği gibi “Deniz korkakları ve cesurları sevmez”miş.

Erişilebilirlik Araçları