Bir vali rezaleti

Bu anlatacağım gerçekten bir utanç hikayesidir. Bir kamu görevlisinin, kamu görevinin verdiği gücü kötüye kullanmasıyla yaşanmış bir rezalettir.

Bundan 1 yıl kadar önce, 30.06.2022 günü Karabük’te bir kaza meydana geldi.

Ali Emre Gürel isimli bir kişinin kullandığı Ford marka bir araç, bir kavşakta Toyota marka bir otomobile büyük bir şiddetle çarptı ve otomobilde bulunan öğretmen bir çift, Behiye Portakal ve Salih Portakal kaza sonucu hayatlarını kaybettiler.

Gece 01:15’te meydana gelen kazanın iki de görgü tanığı vardı. Görgü tanıkları ifadelerinde Ford marka aracın saatte en az 150-180 kilometre saatlik bir süratle kendilerini solladığını ve hızla kavşağa dalarak kazaya sebebiyet verdiğini anlattılar.

Ancak bu ifadeye rağmen olay örtbas edildi.

Kazayı gösteren MOBESE kayıtları yok oldu.

Ve tanık ifadelerine rağmen tanıkların “en az 150 kilometre” ile kavşağa girdiğini söyledikleri Ali Emre Gürel değil, kendi yollarında giderken cinayet gibi bir kaza ile hayatlarını kaybeden Portakal çifti suçlu bulundu.

Olay bununla da bitmedi.

Ford marka aracı sigorta eden şirket, hayatını kaybeden Portakal çiftinin çocuklarına Ford marka aracın tamir masraflarını içeren bir fatura yolladı ve üzerine bir de icra takibi yaptırdı.

Anasız babasız kalan çocuklar bir de icra takibi ile karşı karşıya kaldılar.

Peki niye böyle oldu biliyor musunuz!

Çok basit.

Kazayı yapıp, iki kişinin ölümüne neden olan Ali Emre Gürel’in babası Fuat Gürel Karabük Valisi idi. Ancak son valiler kararnamesi ile Fuat Gürel valilikten alınıp, mülkiye müfettişliğine atanınca 1 yıldır bulunamayan MOBESE kayıtları bulundu ve kazanın tam da görgü tanıklarının anlattığı gibi meydana geldiği ortaya çıktı.

Şimdi umuyorum ki, bu dava yeni delillerin ışığında yeniden görülür.

Umuyorum ki, vicdanlı biri olduğu söylenen Adalet Bakanı bu konuda inisiyatif kullanır.


Pasaportunu böyle sınırsız ve böyle aptalca satan yok

Çift taraflı sarmal alabildiğine devam ediyor.

Bir yandan kevgire dönmüş sınırlarımızdan, dingonun ahırına dönüştürülmüş vatanımıza Afgan asıllı CIA askerleri doğudan, ne idüğü belirsiz IŞİD artıkları güneyden girip, adı henüz koyulmamış bir işgali gerçekleştirirken, diğer yandan “memleketin tapusu” karşılığı vatandaşlık satışı da devam ediyor.  

İçişleri Bakanımız da Al Jazeera’ya verdiği röportajda “vatandaşlık satışının” devam edeceğini duyuruyor.

Şunu biliyoruz ki, dünyanın çeşitli ülkeleri o ülkede yatırım yapma ya da belirli bir değerin üzerinde emlak alma şartına bağlı olarak oturma izni ya da vatandaşlık veriyorlar.

Vatandaşlık verenler arasında Malta ve Portekiz gibi Avrupa ülkeleri de var, bazı küçük ada ülkeleri de.

Bazı Avrupa ülkeleri ise 500 bin dolarlık emlak karşılığı sadece oturma izni veriyorlar.

Ancak bu ülkelerle Türkiye arasında çok net bir farklılık var.

Bunların para karşılığı kaç kişiye vatandaşlık ve kaç kişiye oturma izni vereceği baştan belli.

Mesela bu konuda başarılı bir program yürüten Malta yılda en fazla 400 kişiye vatandaşlık verileceğini ve toplamda 1500 vatandaşlığın yatırım yolu ile kabul edileceğini baştan açıklıyor.

Diğer ülkelerin de de tamamında bu sayı baştan belli.

Ve Türkiye gibi 2 ayda vatandaşlık veren yok. Bizde 400 bin doları bastıran 2 ay sonra vatandaş. Hem de tüm hakları ile.

Ama mesela Malta’da 36 aylık bir süre gerekiyor. Bu süre içinde her türlü güvenlik soruşturması yapılıyor. Bizde ise tüm bunlar hak getire.

Yıllardır “Bari en azından bir deneme süresi olsun” diye yırtınıyoruz ama takan yok. 2 ayda kim olduğunu bilmediğin, araştırmadığın, parasının kaynağını öğrenmediğin, sabıka durumuna bakamadığın on binlerce kişiyi vatandaş yap sonra uluslararası suçlu çıksın, al başına belayı.

Çok bir şey istemiyoruz kardeşim.

İstediğimiz şu.

Kaç kişiye vatandaşlık satmayı planladığınızı baştan açıklayın.

Vatandaşlık verdiklerinizi doğru düzgün araştırın ki, dünyanın itini, kopuğunu, kaçakçısını, insan tacirini, uyuşturucu baronunu vatandaş yapmayalım. Vatandaş yaptıklarınızı 2 ay içinde yağmadan mal kaçırır gibi vatandaşlığa almayın, en az 2 sene deneme süresi koyun ki, kıçını koklayarak anlayamadığımız taze vatandaşın ne mal olduğunu iki senede biraz anlayalım.

Böyle yapmıyorsunuz ve hep birlikte sonuçlarını görüyoruz zaten. Dünyada ne kadar organize suç örgütü var ise, alayının lideri, tetikçisi burada. 400 bin dolara sınırsız vatandaşlık sat sonra o vatandaşların bahçesinde ceset ara.

Tacizcisi, tecavüzcüsü, etek altı fotoğrafçısı, toplu taşıma mastürbasyoncusu da cabası.

Sonra da çık yerlilik, millilik nutukları at.

Salaklar da yesin.


Atatürk’ün koltuğunda oturup Atatürk’ü anmayanlar

Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı her zaman yaptığı gibi, bir kez daha Büyük Taarruz’u anarken o taarruzun Büyük Komutanı, bu ülkenin ve içinde bulundukları kurumun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü anmadı.

Büyük bir çoğunluk haklı bir tepki gösterdi ve eli kılıçlı Diyanet İşleri Başkanı zevahiri kurtarmak için yayınladığı mesajda Atatürk’ün adını da zikretti. Ama Allah var, geçen sene de hemen hemen aynı mesajı yayınlamış ve orada da Atatürk’ü anmıştı.

Peki Diyanet İşleri Başkanlığı dışında, 26 Ağustos’ta Atatürk’ün adını anmayan kim var dersiniz.

Söyleyeyim.

Kemal Kılıçdaroğlu.

Atatürk’ün kurduğu partinin genel başkanı, Atatürk’ün koltuğunun işgalcisi Kemal Kılıçdaroğlu, 26 Ağustos’ta bırakın Atatürk’ü, Büyük Taarruz’u bile anmaya gerek görmemiş.

Tweet atmayı siyaset yapmak zanneden zat-ı muhterem, 26 Ağustos’da tek bir tweet atarak bile ne Atatürk’ü hatırlamış, ne de Büyük Taarruz’u.

Erdoğan’a “sevgili Erdoğan” diye başlayan bir şeyler söylemiş, uzman erbaşların haklarını savunan bir şeyler karalamış ama ne Büyük Taarruz’u, ne Atatürk’ü, ne de Malazgirt Zaferi’ni anmış.

Yani anlayacağınız ha Kemal kılıçdaroğlu, ha Diyanet İşleri Başkanlığı.

Yok aslında birbirlerinden farkları.


Mehmet Başer: Kurtaran ben değilim

Dün Vuslat ve Ali Sabancı’yı denizde bulup hastaneye götürenin bir başka Adanalı sanayici, Mehmet Başer olduğunu yazdım. Çünkü tüm medyada olay böyle anlatılmıştı.

Yazım yayınladıktan kısa süre sonra Mehmet Başer aradı.

“Vuslat ve Ali Sabancı’nın geçirdiği kazada basında benim kaza yerine ulaştığım ve kurtardığım haberi hakkında bir düzeltme yapmanı rica ediyorum” dedi ve anlattı:

“Emine ve Erhan Kamışlı kaza sonrası saat 23:00 gibi telefonla arayıp kaza haberini verdiler. Leros’ta olup olmadığımı sordular ve benim hastaneye giderek yardımcı olmamı istediler. Ben de hemen hastaneye koşturup, yardımcı olmaya çalıştım. Şükürler olsun her ikisinin de sağlık durumlarının iyi olduğunu öğrendim. Denizde bulup kurtaran ben değilim ama bu sabah senin sayfana girip, senin de böyle yazdığını görünce bu hatalı bilginin hayli yaygınlaştığını anlayıp, düzeltmek istedim” dedi.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Hainin hangi koltukta oturduğunun önemi olmadığını anladığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları