İade-i muhakeme

Dün bu sayfadan “Vali rezaleti” başlığı ile verdiğim haber, gün boyunca tüm medyanın gündeminde idi. Akşam da Fox TV başta olmak üzere pek çok ana haber bülteni rezaleti duyurdu.

Burada ve benim için hâlâ Twitter olan X’de paylaştığım kazanın videosu ise pek çok kanal tarafından aynen alınıp paylaşıldı. Her ne kadar kaynak göstermeseler de, zaten amacımız kaynak olmak değil bu rezilliğin geniş kitleler tarafından öğrenilip, bir daha hiçbir kamu görevlisinin yakınlarını korumak için böyle bir rezilliğe tevessül etmemesini sağlamaktı.

Ayrıca bu haberde asıl alkışlanması gereken, yerel basının bu işi 1 yıl boyunca unutmadan takip etmesidir, yerel BRTV kanalıdır.

Benim yayınladığım görüntülerle ilgili binlerce de yorum yapıldı. Okurlar arasındaki trafik uzmanları “Ölen çift kusurlu. Kavşağa kontrolsüz giriyorlar” diye buyurdular.

Trafik ışıklarının yanıp söndüğü kavşağa yani “Buraya yavaş ve dikkatli girin” anlamına gelen ve “Dur, yol ver” levhası ile aynı anlamı taşıyan ışıklara rağmen hiç yavaşlamadan hatta hızlanarak kavşağa 150 km/s sürat ile giren suçlu değil.

Üstelik bu yorumu yapanlar, meseleyi hiç ama hiç anlamamışlar.

Kimin haklı, kimin suçlu olduğu değil mesele…

Ona delillere bakarak, bilirkişileri dinleyerek yargı karar verir. Biz değil, ben değil.

Buradaki mesele, bir valinin oğlunun karıştığı trafik kazası sonrası elindeki gücü kullanarak delilleri karartması, olayın aydınlanmasını sağlamaya yarayacak MOBESE görüntülerini saklaması, saklatmasıdır.

Mesele kavşağa kimin önce kimin sonra girdiği değil, mesele bu görüntülerin ancak valinin görev yeri değiştikten sonra ortaya çıkabilmesidir.

Herkes gibi, valilerin, belediye başkanlarının, bakanların, başbakanların oğlu da kaza yapabilir. Mesele, kazadan sonra kamu görevinden kaynaklanan gücün kötüye kullanımı ve adaleti engellemek için devreye sokulmasıdır.

Şimdi hayatını kaybeden öğretmen çiftin geride kalan çocukları, dava sonucunu etkileyebilecek yeni delillerin ortaya çıkması nedeniyle “iade-i muhakeme” istemeliler.

Adalet anca böyle tecelli eder.


Susuz kentte dağ taş çim olur mu!

Benim haftalardır süren “Su tasarrufu çağrısı yapın” isteğim nihayet karşılık bulmaya başladı.

En sonunda İSKİ “dilek beyanından öte” bir çağrı yaptı ve susuzluk tehlikesine karşı vatandaşları dikkatli olmaya davet etti.

Aslında bu bir davetten çok bir “yasaklar listesi” olmalıydı. Oto yıkamalar bir süreliğine durdurulmalı, bahçe sulamaları sınırlandırılmalı ve yüksek tüketime dönemsel olarak “çok yüksek fiyat” uygulamasına geçilmeliydi.

Ama aslında bunların hiçbiri “gerçek tedbir” değil, herhalde farkındasınızdır!

Asıl mesele “kent planlamasıdır”.

İstanbul gibi su sorunu olan kentler, tüm planlamasını ona göre yapmak zorundadır.

Mesela İstanbul’da yol kenarlarını, bırakın yolu otoyol kenarlarını çimle kaplamak hiç akılcı bir iş değildir. Güzel görünür ama kent planlama açısından büyük hatadır.

Çünkü bir metrekare çim yaz aylarında günde 6 litre, çok sıcak günlerde günde 10 litre su ister. Kentleri bilgi ve görgü ile yöneten ülkelerde, hele ki bol yağmur alan bir kent değilse dağın taşın çimle donatıldığı, bol su isteyen çiçeklerle donatıldığı bir kent göremezsiniz.

Küresel ısınmanın etkisini göstermesi ile birlikte pek çok kent artık kentteki bitki örtüsünü değiştirmeye başladı. Daha az su gerektiren kaktüs benzeri nebatlar, çok daha az su gerektiren çim benzeri örtücü bitkiler ve çimin onda biri kadar bile su istemeyen bodur veya uzun ağaçlar akılcı yönetilen kentlerin yeni bitki örtüsü olmaya başladı.

Eğer belediyecilik anlayışını değiştirmezseniz, kentlerin bitki örtüsünü kentin su kaynakları ve iklimi ile paralel hale getirmez iseniz, dikey bahçe, dağ taş çim, otoyol kenarları bile halı saha kıvamında çim derseniz sonra vatandaşa çağrı yapar su tasarrufu istersiniz.

Elbette isteyebilirsiniz ama biliniz ki, uzun vadede bu çare değildir.

Çare, kenti iklimine göre yönetmektir.


Togg’da haklı çıktım

Birkaç yanlış anlaşılmayı ve cehaletten veya kötülükten kaynaklanan bazı hataları düzelteyim.

Togg ile ilgili olarak sürekli bir biçimde “Olmaz diyordun, oldu” diyenler çıkıyor.

Benim “Togg olmaz” diyen tek bir yazım yok. Hatta tam aksine “olur” diyen onlarca yazım var.

Togg’un merkezini ziyaret edip, Gürcan Karakaş ile ilk gerçek röportajı yapan, otomobili planlayan ekip ile tanışıp, sizlere tanıtan benim. 

Togg fabrikasını inşaat halinde iken gezip sizlere anlatan, detaylarını aktaran fabrikayı ilk gören gazeteci benim.

Togg’un planlandığı gibi olursa iyi bir otomobil olacağını yazan da benim.

Togg’un planlamasında ve organizasyonunda gördüğüm yanlışları da eleştiren benim.

Ama bir kez bile “Bu araç olmaz” demedim, bir kez bile “kötü” demedim.

29 Mayıs’ta başlayan üretimden sonra “Üretim yok” dendiği zaman Togg yönetimine hem yazıyla hem şahsen “Bunu engellemenin yolu, fabrika içine bir kamera koyup üretimi 24 saat canlı yayınlamaktır” dedim, gazetecilerin fabrikaya götürülüp üretim bandını görmelerine ve yayınlamalarına imkan sağlanmasını önerdim.

Bu aylarca yapılmadı. Muhtemelen yapılamadı.

Çünkü büyük bir ihtimalle üretim bantları doğru düzgün çalışmıyordu.

Bu da çok garip değil. Yeni bir fabrikada böyle şeyler olur. Bu bantları kuran yabancı firmalar zaman zaman gecikirler, zaman zaman çuvallarlar. Hatalar olur düzeltilir.

Muhtemelen Togg’un üretim bandında da bu oldu.

Normaldir. 100 robotun biri aksasa bant çalışmaz. Bir kaynak makinası dursa bant durur. Bir vida eksik takılsa bant devreye alınamaz.

Artık net ki, durum tam da buymuş.

Üretim bandı çalışmaya başlar başlamaz, tüm otomobil bloggerları, daha doğrusu iktidarın sevdiği tüm otomobil yazarları oraya götürülmüş ve bandın çalışmaya başladığı göğüsler gerile gerile gösterilmiş.

Aylardır kimseye gösterilmeyen üretim bandı artık gösterilir olmuş.

Şimdi bazıları “Bu da sana kapak olsun” diyor.

Bana değil onlara kapak oldu.

Çalıştığı anda görücüye çıkararak daha önce çalışmadığını kanıtlamış oldular. 


Aşağılık

Pınar Altuğ’un eşi Yağmur Atacan’a yönelik hakaretlerin ardı arkası kesilmiyor.

İlginç olan ise bu hakaretlerin genelde kadınlar tarafından yapılıyor olması ve had hudut tanımaz hale gelmesi.

Yağmur Atacan’ı tanımıyorum ama tanıyan herkes çok iyi, çok aklı başında biri, çok iyi bir eş olduğunu söylüyor.

Zaten belli ki, mutlu bir çiftler ve mutlulukları daim olsun.

Son olarak rezilin biri Yağmur Atacan’ın bir olaya tepkisine sosyal medya üzerinden eleştiri yaparken “Herkes kadın eteğinde para kazanmıyor” diyerek kendince Atacan’ın Pınar Altuğ’un geliri ile yaşadığı algısı yaratarak bunun üzerinden hakaret etmeye çalışmış.

Öyle midir, değil midir bilemem ama velev ki, Atacan ailesinin geçimini Pınar Altuğ sağlıyor olsun.

Ne ayıp var bunda!

Çalışmayıp, kocasının geliri ile yaşayan bir kadına böyle bir şey söylüyor musunuz! Ona da ‘Erkek pantolonunda para kazanmak” diyor musunuz! 

Ne fark var arada!

Ben de şu anda işsizim ve para kazanmıyorum. Evimizin, ailemizin giderlerini eşim karşılamak zorunda kalsa ayıp mı! Bundan utanç mı duymalıyım!

Bu ne hadsizlik, bu ne terbiyesizlik, bu ne edepsizlik!

Bu pisliklere yanıt bile vermeye gerek yok. O seviye gerçekten çok aşağılık!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İnsan seviyesizliğinin bir alt sınırı olmamasından rahatsızlık duyduğumuz zaman.

Erişilebilirlik Araçları