Kapitülasyonlar hortluyor

Geçtiğimiz günlerde Sağlık Bakanlığı’nın e-reçete sistemine 5 yabancı dil eklemesini eleştirdim.

Hiçbir saygın egemen devletin, kendi resmî dili dışında bir dili kullanmadığını, bir devletin kendi resmî dili dışında bir dili hizmet dili haline getirmediğini belirttim ve böyle bir uygulamayı “kapitülasyonların hortlaması” olarak gördüğümü söyledim. Benim bu meseleye bakışım bazıları gibi “Arapça” ile sınırlı değildi.

Çok zorlarsanız belki “Lingua franca” olarak İngilizce’nin sisteme dahil edilmesi kabul edilebilirdi ama gerisi egemen bir devletin kendi kendine hakareti, kapitülasyonların yavaş yavaş geri gelmesi idi bana göre. Eğer mesele sağlık turizmi ise bunun için ayrı bir sistem kurulabilir, çok dillilik oraya mahsus kalabilirdi.

Benim “kapitülasyon” tanımımdan sonra Sağlık Bakanı Koca bir açıklama yaptı ve bu yorumun ileri bir yorum olduğunu, 6 dilli yeni e-reçete uygulamasının turistlere yönelik olduğunu açıklamak zorunda kaldı.

Ancak benim için inandırıcı değildi. Turistler Sağlık Bakanlığı’nın 2013 yılından bu yana 6 değişik dil ile hizmet verdiği çağrı merkezinden faydalanabiliyorlardı.

Ancak şimdi Sağlık Bakanlığı’nın bu uygulamasını gölgede bırakacak yeni bir “gerçek kapitülasyon” adımı atıldı.

Kanuni Sultan Süleyman tarafından önce Fransızlara tanınan, ardından neredeyse tüm Avrupa devletlerine uygulanmaya başlanan “vergi muafiyetleri” Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünün en önemli nedenlerinden biri olarak görüldü. İmparatorluğun, kendi topraklarındaki egemenliğinin adım adım yok olmasına neden oldu.

Lozan’da da üzerinde en çok tartışılan ve sona erdirilmesi Avrupalıları en fazla rahatsız eden unsur kapitülasyonlardı.

Ve şimdi yeniden kapitülasyon dönemi başlıyor.

Cumhurbaşkanlığı kararı ile, Birleşik Arap Emirlikleri’ne, yani mevcut iktidarın birkaç ay öncesine kadar Türkiye’deki darbe girişiminin arkasındaki güç olarak gördüğü ülkeden yapılacak ithalata “vergi muafiyeti” getirildi.

Sorarsanız “sınırlı” diyeceklerdir.

Doğru sınırlı. “Tarım ve sanayi ürünleri” ile sınırlı.

Peki sorarım size, bu ülkeden “tarım ve sanayi ürünü” olmayan ne ithal edebiliriz ki!

Çok açık söylüyorum, eğer bu anlaşma “karşılıklılık ilkesi” içermiyorsa çok açık bir kapitülasyondur.

Birleşik Arap Emirlikleri ile başlamıştır.

Emin olun bunu Suudi Arabistan, Katar takip eder ve sonra da gerisi gelir.

Ve bir gün bu ülkeyi yeniden kuracak olanların gelecekteki en önemli sorunu da muhtemelen bu olur!


Saygı, Kabe, Capitol

Ankara’da Anıtkabir’e yakın bir bölgede, bambaşka amaç için ayrılmış bir araziye, Anıtkabir ile aynı aks üzerinde, Anıtkabir siluetini bozacak şekilde cami yapılmasına karar verilmesi epey bir tartışmaya neden oldu ve daha da olacak gibi duruyor.

Bu tartışmaya, ABD’den bir örnekle katkı yapmak isterim.

Bilmem bilir misiniz, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington’da hiç gökdelen yoktur.

Bırakın gökdeleni, yüksek bina da yoktur.

Washington DC’de izin verilen en yüksek bina yüksekliği bölgeye göre 27 metre ile 40 metre arasındadır. Pennsylvania Caddesi üzerindeki birkaç yerde ise 57 metredir.

Bunun edeni ise öyle olmadığı söylense bile aslında Washington DC’nin ve ABD’ye göre demokrasinin simgesi olan Kongre binasının yani Capitol’ün 88 metrelik yüksekliğini aşmamak ve bu binayı gölgede bırakmamaktır.

Ankara’nın imar planlarının da böyle bir saygıya dayalı olması gerekir.

Ya ABD gibi geçmişinize ve geleneğinize saygı gösterirsiniz ya da Suudiler gibi dinin en önemli sembollerinden gördüğünüz Kabe’yi bile bir gökdelen çukurunun ortasına gömer, Kabe manzaralı yatak odası satarsınız.

Bu bir tercihtir. Sadece tercih…


Alkol yasağı bağcıya mı!

İstanbul Valiliği’nin belirli yerlerde alkol tüketimini yasakladığı haberi geniş bir infial uyandırır ve yaşam tarzına müdahale olarak algılanırken, ben kendi çevreme bile “Yahu bu yeni bir karar değil ayrıca pek çok medeni ülkede de benzer yasaklar var” demeye çalışıyordum.

Gerçekten de pek çok Batı ülkesinde de açık havada ve kamuya açık alanlarda içki tüketimi ile ilgili sınırlamalar vardır.

Mesela ABD’nin pek çok eyaletinde kamusal alanlarda alkol tüketimi yasaktır. Filmlerde bile görürsünüz, evsizler bile alkolü şişeyi kağıda sarararak tüketirler. Yasaktır.

İngiltere’de Londra’da genel olarak böyle bir yasak yoktur ama belediyeler bazı bölgelere yasak getirebilirler. Ancak orada da sokakta, başkalarını rahatsız edecek şekilde sarhoş olarak gezmek yasaktır. Gezerseniz hemen paketleyip götürürler.

Alkol tüketimi konusunda en rahat ülke olarak görülen Fransa’nın da başkentinde yani Paris’te kamusal alanlarda ve caddelerde içki içmek yasaktır. Caddelerde sadece içki ruhsatı olan kafelerde içki tüketebilirsiniz. Parklarda ise tamamen yasaktır. Şöyle Seine nehrine bakan bir banka oturup, iki kadeh şarap içeyim diyemezsiniz.

Tabii bu ülkelerdeki yasaklar genelde üzüm yemek içindir.

Bizdeki yasak ise muhtemelen bağcıyı hedef almaktadır.

Eğer gerçek amaç huzur ve asayişse işe İstanbul’u 19.yüzyılın Teksas’ına, 20. yüzyıl başının Chicago’suna çeviren eli silahlı çetelerden başlanırdı.

Tekel bayilerinden ve alkol yasağını hatırlatmaktan değil. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Zerafet zafiyet zannedilmediği zaman.

Erişilebilirlik Araçları