Zengin Arap ülkelerinde kaç Suriyeli mülteci var!

Bir grup “sözde” gazeteci Gerçek Hayat diye bir derginin adı altında bir video çekip, bazıları Türkçe, bazıları Arapça konuşarak Arapları Türkiye’ye davet etmişler. Videoda “Türk gazetecileri olarak” ifadesini kullandıklarına göre Türk gazetecilerini temsil ettiklerini düşünmüş olmalılar.

Söz konusu dergi, yani Gerçek Hayat dedikleri şey daha önce de Fetullah Gülen’i Türkiye’ye davet eden kapaklarla çıktığı için, davet konusundaki öngörüsü güçlü olmalı. Ya da başka türlü bir faaliyetin parçası, bilemem.

Ancak şunu biliyorum, eğer davet ettikleri kişiler Arap turistler ise zaten kimsenin onlara bir şey dediği yok. Birkaç kişi “Arap turist de istemiyorum” diyebilir ama genel bir Arap turist karşıtlığından söz etmek mümkün değil.

Zaman zaman kendilerine gösterilen tepkinin nedeni ise toplum kurallarına uygunsuz davranışları ile ilgili ama bunun da Arap olmaları ile ilgisi yok, içip içip sapıtan ve dağıtan İngiliz turiste de aynı tepki gösteriliyor.

Tam aksine büyük çoğunluk turizme, esnafa katkılarının farkında.

Mesele Arap turist değil, mesele göçmenler.

Birkaç yıl önce, İstanbul’da Nişantaşı’nda bir saatçide bir Arap ülkesinin, yönetici ailesinden biri ile karşılaşmamı yazmıştım.

Saatçi tanıştırınca sohbete başlamıştık ve bana şöyle demişti.

“Benim için İstanbul ezan okunan Paris’tir. Bu kente aşığım. Maçka’da ev alıp, her yıl birkaç ay burada yaşamayı planlıyordum. Ancak o kadar çok Suriyeli göçmen aldınız ki, İstanbul, İstanbul olmaktan uzaklaşıyor. Bu yüzden ev almaktan vazgeçtim.”

Türk vatanseverlerinin ülkenin geleceği için tehlike olarak gördükleri bir göç dalgasına karşı çıkmalarını ırkçılık olarak göstererek asıl ırkçılığı siz yapıyorsunuz. Arapları asıl siz korkutuyor, asıl siz ürkütüyorsunuz.

Bizim karşı çıktığımız bu ülkenin sessiz bir işgale uğraması. Irkçı olsaydık, 2006 yılında “Türkiye, eski Osmanlı coğrafyasından ve Türk Cumhuriyetlerinden her yıl belirli sayıda göçmeni aynen ABD’nin Green Card uygulaması gibi ülkeye kabul etmelidir” diye yazmazdım.

Kontrollü, ne olduğu bilinen kişileri ülkeye göçmen diye kabul etmek başka bir şeydir, nüfusunun yüzde 15’ine tekabül eden 13 milyon ipsiz sapsız adamı kontrolsüz biçimde ülkeye doldurmak bambaşka bir şeydir.

Biri güç getirir, diğeri ise yıkım. Kavimler göçünün, dünyanın en önemli medeniyetlerinden biri Roma’yı yıkması gibi.

Dün kendileri ya da ağabeyleri ve babaları 6. Filo’ya secde edenler, dün Fetullah Gülen’i Türkiye’ye davet edip elini eteğini öpenler bugün de emperyalistler tarafından Türkiye’ye doldurulan göçmenleri savunuyorlar.

Bunların kullanışlı aparatlar olmaktan öte bir fonksiyonları olmadığını hepimiz biliyoruz. Ama ciddiye alıyoruz. Çünkü bunlar ve atalarının Türkiye’yi yıkmaya ilk teşebbüsleri değil. Biliyoruz.

Onların bilmediği ise Arap şovenizmi diye bir şey olduğu, ırkçılığın Türklere değil, Araplara mahsus bir hastalık olduğu.

Ve burada bunların fikirdaşı Kuveytli bir şerefsiz var.

Hani şu Atatürk’e, Türk vatanseverlerine söven, hakaretler yağdıran ve bunun nedeni olarak da Türklerin Suriyeli göçmenlere karşı çıkmasını gösteren bir şerefsiz.

O şerefsize sormak isterdim.

Ulan pislik, senin ülkende, senin ülkenin komşuları Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Bahreyn’de, Suudi Arabistan’da kaç Suriyeli göçmen var, bir söyle bakalım.

Ulan aşağılık pislik, senin ülken Arap kardeşlerini köle olarak bile ülkene almıyor, Hintliyi, Pakistanlıyı işçi olarak bile onlara tercih ediyor.

Şerefsiz.

Senin memleketini 30 sene önce Türkler mi işgal etti, yoksa Arap kardeşin Saddam mı!


Mermer ocaklarındaki köleler

Turan Çömez Marmara Adası’na gitmiş ve oradaki tabloyu anlatmış.

2-3 bin kadar göçmenin adayı neredeyse işgal ettiğini, Cuma günleri adadaki kadınların ve kızların sokağa çıkamaz hale geldiğini anlatmış.

Adada yaşayan bir arkadaşımı aradım, “Durum gerçekten bu kadar vahim mi?” diye.

“Vahim” dedi.

Benim daha önce yazdığım adanın kuzeyinde yer alan ve adayı mahveden mermer ocaklarında çalıştırılmak üzere getirilen ciddi bir göçmen nüfusu adaya yerleşmiş.

“Çömez 3 bin göçmenden söz ediyor” dedim.

“O kadar yoktur. Zaten adanın yaz nüfusu 5-6 bin civarı. O kadar olduğunu zannetmiyorum ama kayıtlı olmadıkları için sayıyı da tam bilmiyoruz. 1000 kadar olduklarını tahmin ediyoruz.” dedi.

“Nereden akıllarına gelmiş adayı gelmek” diye sordum.

“Buraya kendileri gelmediler. Getirildiler. Mermer ocaklarında çalıştırılmak için getirildiler ve inan acınacak koşullarda çalıştırılıyorlar.” dedi.

Hep söylediğim gibi, Suriyeli ve Afgan göçmenleri isteyenlerin insanlıkla falan alakası yok.

Onlar köle istiyorlar.

Boğaz tokluğuna çalışan, insani olmayan koşullarda yaşatılmaya gıkı çıkmayan, sigortasız, güvencesiz köleleri “ensar ve muhacir” adı altında kullanmak.

Normal, medeni bir ülkede yarın bu mermer ocaklarını iş müfettişleri basar.

Türkiye’de ise bu kölelerin “sözde insaniyet” adına köleliğe devam ettirilir.


CHP’de kılıçlar kınına

CHP’de Kurultay öncesi sular duruluyor gibi. 

En azından illerde kanlı yarışlar yaşanmaması, dışarıya paramparça ve kavga içinde bir görüntü verilmemesi için temel bir uzlaşma sağlanması konusunda taraflar anlaşmış durumda. Anlaşma olmasa da anlaşmış gibi yapma ve kılıçları kınına sokma durumundalar. 

Bunun ilk sonucu Ankara İl seçiminde görüldü. 

İstanbul’da da hem İmamoğlu hem de genel merkez Özgür Çelik ismi üzerinde uzlaştılar. 

Özgür Çelik’e yeni görevi hayırlı olsun. 


TCG Anadolu ve yerel seçimler

Geçen gün bir arkadaşımın 13 yaşındaki oğlu ile sohbet ediyorduk.

Kafayı savunma sanayi, uçaklar, gemiler ve elektrikli otomobiller ile bozmuş bir çocuk.

Mühendis olmak istiyor.

Kendisini, benim tanıdığım en dahi mühendis olan Ekber Onuk ile tanıştırma sözü verdim.  

Sohbetimiz sırasında söz bir ara TCG Anadolu’ya yani uçak gemisi olarak lanse edilip, İHA/SİHA gemisi olarak yeniden tanımlanan ama aslında bir Amifibik Hücum Gemisi olan amiral gemimize.

Daha önce TCG Anadolu’yu gezmek istemiş ama bir türlü mümkün olmamış.

“Gezebilir miyim” diye sordu.

Güldüm.

TCG Anadolu 28 Mayıs’tan beni ortalıkta yok.

Seçim öncesi liman liman dolaştırılıp, herkese gezdirilen gemiyi o gün bugündür gören yok.

“Gezersin ama biraz sabretmen lazım. Yerel seçimler öncesi tekrar ortaya çıkar. O zaman gezeriz” dedim.


Spor ve Türk sermayesinin zavallı tavrı

Voleybolcu kızlarımızla gurur duyuyoruz ama bu gururu duyarken, bir şeyi unutmayalım.

Bu sporu destekleyenleri.

Bugün spor desteksiz olmuyor.

Destek yoksa, sponsor yoksa, para yoksa başarı da yok.

Bu yüzden de bu spora bunca yıldır büyük paralar harcayan Eczacıbaşı’nı, onu takip eden Acıbadem’i, Vakıfbank’ı, Fenerbahçe’yi ve kadın voleybol ligine ve kadın voleybol milli takımına yıllardır destek olan VESTEL’i de unutmayalım.

Onlar olmasa idi, bugün bu seviyede olamazdık.

Çok açık söyleyeyim, Türk burjuvazisi, Türk iş dünyası, Türk şirketleri özellikle spor konusunda utanç verici bir karneye sahiptir.  

Hiçbir alanda doğru düzgün sponsorlukları yoktur.

Patronlarının taraftarı olduğu takıma para vermek dışında bir spor branşını ya da bir sporcuyu destekledikleri asla görülmemiştir.

Mesela teniste.

Büyük umutlar beslediğimiz Çağla Büyükakçay yıllardır doğru düzgün bir sponsor bulamadığı için teniste umduğumuz yere bir türlü gelememiştir.

Son yıllarda yetişen en önemli Türk tenisçi olarak gördüğüm ve pek yakında bu sporun zirvesinde bir yer bulacağı neredeyse kesin olan Melisa Ercan, orta halli bir ailenin yetenekli çocuğu olarak bu sporu sürdürebilmek için gereken desteği bulamadı ve sırf bu yüzden Avustralya vatandaşlığına geçmek zorunda kaldı.

Çünkü ailesi her hafta bir tenis ayakkabısını, tanesi 10 bin TL civarı olan tenis raketlerinden her ay an az birkaç tanesini karşılayacak durumda değildi.

Bu yetenekli kızımız yarın öbür gün WTA sıralamasında üstlere çıktığında Avustralyalı sporcu olarak görünecek.

Çünkü Türkiye’de bu çocukları destekleyecek bir yapı yok.

O yüzden tenise destek veren bu şirketleri de alkışlamalıyız.

Yetenek, azim, çaba, çalışma elbette önemli.

Ama bir yandan da ne kadar ekmek o kadar köfte.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Köle ticaretini insanseverlik olarak yutturmadığımız zaman.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Erişilebilirlik Araçları