Yazık oldu Fazıl’a

Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in terör devleti tarzı yanıtı sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir durumda kendisinden beklenmeyecek kadar sakin ve makul tepkisi, barışı öne çıkaran dengeli tavrı, iç ve dış destekli siyasal İslamcıların hoşuna gitmese de, Türkiye’nin çıkarlarını her şeyden üstün tutan gerçek vatanseverler tarafından olumlu karşılanmıştı.

Bunlar arasında dünya çapındaki piyanistimiz ve bestecimiz Fazıl Say da vardı.

Zaman zaman siyaseti yorumlamayı seven Fazıl, Erdoğan’ın bu barışçı ve uzlaştırıcı tavrını doğru bulup alkışlayan ve Erdoğan’a destek veren açıklamalar yaptı.

Bu açıklamalarla Erdoğan’a verdiği destek Fazıl Say’a bir maliyet getirdi.

İsviçre’de MIGROS sponsorluğunda vereceği bir dizi konser, Say’ın Hamas’a, dolayısıyla teröre destek verdiği iddiasıyla iptal edildi.

Başta Fazıl herkes “Ne terörü, Erdoğan barış çağrısı yaptı. Destek barışa” dese de konserler iptal edildi.

Fazıl Say maddi manevi kayba uğradı.

Ancak Erdoğan’ın dünkü açıklamaları ile anladık ki, İsviçreli MIGROS aslında “geleceği görmüş.”

Erdoğan’ın “barışçı” tavrının uzun sürmeyeceğini, alttan veya yandan gelen baskılara boyun eğmek zorunda kalacağını ve önünde sonunda Hamas’tan yana tavır alacağını, almak zorunda kalacağını ve bir anda “terörist örgütü destekleyen ülke” ve lideri konumuna geçeceğini baştan biliyormuş.

Bu durumda Fazıl Say pek de geleceği olmayan bir tavrı boşu boşuna destekleyerek boşu boşuna konserlerinden oldu.

Her şey aslına rücu etti.

Olan, Fazıl’ın konserlerine oldu.

Peki ya Erdoğan’ın dönüşünün maliyeti?

Gelin onu da alttaki yazıda hesaplayalım. 


Hadi anlatın şimdi YPG’yi, PKK’yı

Dün Türkiye’nin Hamas’tan yana tavır almasını isteyenlerin, Türkiye’nin dostu, Türkiye’nin çıkarlarını düşünenler olmasının mümkün olmadığını yazmış, bu yönde baskı yapan sözde İslamcı grupların aslında yabancı gizli servislerin kontrolünde hareket eden etki ajanları olabileceğini ve bunların saf inananları etkileyerek Türkiye’nin başını ciddi belaya sokmak isteyenler olabileceğini yazdım.

Türkiye ne yazık ki, bu tuzağa düştü ya da düşürüldü.

Erdoğan’ın Hamas’ı bir terör örgütü olmaktan çıkarıp, bir özgürlük savaşçısı konumuna getirmesinin Türkiye’ye elbet bir maliyeti olacak.

Bazılarınızın aklına mutlaka bir ekonomik maliyet geliyordur.

Batı’da para arayan Mehmet Şimşek’in artık finans bulmakta daha da zorlanacağı, Türkiye’nin kredi maliyetlerinin iyice artacağı falan.

Ben işin orasına bakmıyorum bile.

An gelir o maliyetler düşünülmez bile.

Benim sözünü ettiğim maliyet bambaşka.

Ben siyasi maliyetten bahsediyorum.

İsrail, batısındaki topraklardan kendisine yönelik olarak saldırılar düzenleyen ve sivilleri de öldürmekten çekinmeyen bir örgütü “terör örgütü” olarak tanımlıyor.

Türkiye ise güneyindeki topraklardan kendisine yönelik saldırılar düzenleyen ve sivilleri de hedef alan bir örgütü “terör örgütü” olarak tanımlıyor.

Bunlardan ilkinin adı Hamas, ikincisinin ise YPG/PKK.

Şimdi sen kalkıp, Müslüman Arap ülkelerinin dahi terör örgütü dediği Hamas’a “vatanlarını savunan mücahit çocuklar” dersen, bu saatten sonra kalkıp kimseye “YPG/PKK bir terör örgütüdür. Ben de bunlara karşı kendi meşru müdafaa hakkımı kullanıyorum” diyemezsin.

Senin ülke olarak yapman gereken Hamas’a sahip çıkmak değil, YPG/PKK ile Hamas’ı uluslararası kamuoyunda aynı şey haline getirmektir.

Türkiye’nin çıkarı oradadır.

Hamasçılıkta değil!


Plakalar

Dilan Polat’ın derdi olunca eski bir İçişleri Bakanı’nı aramasını ilginç buldum.

Müthiş bir cüret.

“Sorunum var Bakan Bey’i arayayım da çözsün” diye düşünebilmek gerçekten büyük düşünmek olsa gerek.

Hele hele bir sosyal medya fenomeni için.

Ama emin olun Dilan Polat tek değil. Ortalık bu tiplerle kaynıyor.

Zaten sorun onlarda ve onların bu cüretinde değil, onları bu kadar cüretkar hale getirip yüz verenlerde.

Bu Polatgillerde ilgimi çeken bir başka şey ise otomobilleri.

Daha doğrusu otomobillerinin plakaları.

Ailenin nasıl bir para ile alındığı belli olmayan süper lüks bir garajı var.

Gerçi araçlarının tamamının siyah olması paranın kaynağı ile ilgili bilinçaltı bir bağlantıdan dolayı olabilir ama ben orada da değilim.

Benim ilgimi çeken otomobillerin plakaları.

Ultra pahalı araçlarının tamamının plakası çiftin isimlerinin baş harflerini taşıyor.

22 milyon TL’lik bir Range Rover’un plakası EP 0088.

22 milyonluk bir diğer Range Rover’ın plakası DP 0088.

15 milyonluk bir Mercedes G arazi aracının plakası DP 8800.

17 milyonluk Porsche Panamera otomobilin plakası EP 1998.

45 milyonluk Ferrari 296 otomobilin plakası ise 34 EDP 034.

Bunca otomobilin plakalarını, kendinin ve eşinin baş harfleri ile hem de bazılarını aynı sayılarla alabilmek kolay iş değil.

Üstelik bu harf gruplarının yaşadığın bölgede veriliyor olması da gerek. Açıkçası çok merak ettim, nasıl olmuş da bu plakaları alabilmişler.

Yasal mı?

Her isteyene veriliyor mu?


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Makamları ayak takımına düşürmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları