Kılıçdaroğlu İstanbul’u kaybetme peşinde

Kemal Kılıçdaroğlu’nun eski masa arkadaşlarının İstanbul İl Örgütleriyle gizli toplantı yaptığı geçen hafta ortaya çıkmıştı.

Ben de Kılıçdaroğlu’nun bu toplantıları organize etmesini, Kemal Bey’in İstanbul seçimini kaybetmeyi kesin hale getirme arzusuna bağlamıştım.

Çünkü zaten İstanbul’da kendi kendine gelişen bir durum vardı.

İYİ Parti’nin yerel seçimde her il ve ilçede aday çıkarma kararı almasına, DEVA’nın artık her yerde kendi adayları ile yola devam edeceklerini söylemesine, Gelecek-Saadet ortaklığının yerel seçime de iki ortak olarak gireceklerini açıklamasına rağmen İstanbul ve Ankara’da ilginç bir siyasi gelişme yaşanıyordu.

Bu partilerin seçmenlerinin önemli bir bölümü, partilerinin tavrına rağmen İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu, Ankara’da da Mansur Yavaş’ı destekleyeceklerdi.

Mayıs 2023 seçiminde tavan birleşmiş, taban ise bildiğini okumuş, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na oy vermemişti.

Mart 2024 yerel seçimlerinde ise tavan ayrılmıştı ve taban yine bildiğini okuyacak, İmamoğlu ve Yavaş’ı destekleyeceklerdi.

Elbette hepsi değil ama önemli bir bölümü.

İstanbul’daki bu tavırda Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve çevresinin pek de hazzetmediği birini seçerek Kılıçdaroğlu’na mesaj verme arzusu da vardı.

Bu durum anketlere de yansıyordu zaten.

Kılıçdaroğlu tam da bu nedenle İstanbul’da devreye girdi.

Kendi haline bıraksa zaten CHP adayına oy verecek partilerin il örgütleri ile sözde gizli bir toplantı yaptı.

Onca kişinin katıldığı toplantıların gizli kalmayacağını bilmeyecek kadar zeka yoksunu değildi.

Toplantılar sızdı veya sızdırıldı.

Burada amaç, İstanbul’da yerel seçim için bir işbirliği sağlamak, CHP’yi güçlendirmek değildi.

Tam aksine, tabanda kendiliğinden oluşmuş bir işbirliğini dinamitlemek, İYİ Parti ve DEVA gibi partilerin merkez yönetimlerini “İl örgütünüz bize kayabilir” diye uyarmak ve olası bir taban desteğini CHP’den uzaklaştırmak için, eski masa ortaklarını uyandırmaktı.

Nitekim tam da bu oluyor.

DEVA’lı Yeneroğlu’nun sert söylemi, Kılıçdaroğlu’nun istediği etkiyi yaratmış olduğunu gösteriyor.

CHP Genel Başkanlık koltuğunda oturan kişi, İstanbul’u ve Ankara’yı AK Parti’ye geri vermeden pes etmeyecek gibi duruyor.

Çünkü özellikle İstanbul’un AK Parti için ne kadar önemli olduğunu biliyor.


O asansörü denetleyen kim?

Aydın’daki kız yurdundaki facia dün zaten dertli bir milletin derdine dert ekledi.

Hepimiz, ölen genç kızın anası babası yerine koyduk kendimizi, ağladık.

Ve devlete olan güvenin çöktüğünü, artık resmî olan hiçbir şeye kimsenin inanmadığını müşahede ettik.

Gün boyu “Kayıp sayısını saklıyorlar, çok daha fazla genç kız öldü” mesajları dolaştı ortalıkta.

Ve kimse de yadırgamadı, topluma böyle bir konuda bile yalan söyleniyor olmasını.

Kimse kendinden emin bir şekilde “Yok canım. Burada da yalan söyleyecek halleri yok ya!” diyemedi.

Bana ise gün boyu, bu yurtta kalan ya da kalmış öğrencilerden “Bu kaza değil. Bile bile ölüm çünkü bu asansör yıllardır arızalı. Her zaman kayıyordu. Ve hep bir şey olacaktı” diyen mesajlar geldi.

Bu felakette tartışmasız sorumluluğu olan yurt müdürü hemen açığa alınmış bildiğimiz kadarı ile.

Benim merak ettiğim ise Kredi ve Yurt Kurumu yurtlarındaki düzen.

Binalardaki asansörler belediyeler ya da belediyelerin belirlediği denetim firmaları tarafından düzenli olarak denetlenmek ve sağlamlık raporu almak zorunda.

Kurum yurtlarındaki asansörler denetimden müstesna mı!

Yok eğer değil ise, bu asansörü denetleyen denetim firması hangisi!

Böyle bir asansöre nasıl rapor kullanılabilir raporu vermiş.

Ya da vermiş mi!

Denetim firmasının sorumluluğu yok mu!


Emir kulu adaleti

Artık işin iyice cıvığı çıktı.

Adaletten geçtim, artık hukuk mukuk tamamen bitmiş.

İşçi Partisi milletvekili Can Atalay’ı biliyorsunuz.

Milletvekili seçilince yargılamanın durdurulması, dosyasının diğer sanıklardan ayrılması, tutukluluk halinin sona erdirilmesi, cezaevinden çıkarak TBMM’ye gelerek yemin etmesi ve görevine başlaması gerekiyordu.

Yılların hukuk deneyimi ve geçmiş içtihatlar bunun böyle olması gerektiğini söylüyordu.

Bu rezil dönemde bile geçmişte hep böyle olmuştu.

Bir siyasi partinin ya da iktidarın uzantısı gibi davranan bir mahkeme heyeti böyle yapmadı.

Yargılamayı sürdürdü.

Milletvekili Can Atalay da hakkını aramak için en üst yargı organına, Anayasa Mahkemesi’ne gitti.

İlginç bir şekilde Anayasa Mahkemesi Can Atalay’ın haklılığını teslim etti.

Yargılamanın yeniden yapılmasını, Can Atalay açısından durdurulmasını ve Atalay’ın serbest bırakılması gerektiğini ilgili mahkemeye, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bildirdi.

Sonuç ne oldu!

İlgili mahkemenin başkanı olacak hakim, Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamamak için Adliye’den kaçtı.

Şaka yapmıyorum.

Bir hakim başında olduğu mahkemeyi terk edip giderek, mahkemenin Can Atalay lehine alması gereken kararı engelledi.

Bunun en muhtemel nedeni, “Böyle bir karar geldi. Ben şimdi ne yapayım” diye yukarıdan haber beklemesi, bir hakim olarak “emir beklemesi” gibi görünüyor.

Türkiye’de de bunun adına “adalet” deniyor.


Parlak bir marş

Yıllardır Türkiye’de Rap müziğin muhteşem bir yükseliş içinde olduğunu, ABD’den sonra Rap müziğin en iyi yapıldığı ülkenin Türkiye olduğunu söyleyip duruyordum.

Bu yüzden de Bloomberg’de yaptığım Bire Bir programında onlarca Rapçi konuk ettim.

Ama ne yalan söyleyeyim, Cumhuriyet’in 100. yılı için yapılmış en güzel marşın bir Rapçiden, Norm Ender’den geleceğini hiç ama hiç tahmin edemezdim.

Fazıl Say da, Kenan Doğulu da, Tarkan da çok iyi besteler yaptılar ama akılda kalıcılık olarak, marş formuna yakınlık olarak Norm Ender’in yaptığı marş daha kolay, daha akıcı, ağızlara daha fazla pelesenk olacak bir marş gibi duruyor.

Parla, gerçekten parlak bir iş olmuş.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Başkalarının çocuklarına da kendi çocuğumuz kadar değer verdiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları