Sayelerinde gerçek bir bayramımız oldu

Kötü komşu insanı mal sahibi yapar diye bir laf vardır ya, düne ne kadar da uydu aslında.

AK Parti, milleti bayram sahibi yaptı.

Cumhuriyet Bayramı’nın sahibi olduk.

Hatırladığım ilk Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında zannederim 6 yaşında idim.

Rahmetli babam ve Allah uzun ve sağlıklı bir ömür versin annem beni elimden tutup zannederim Taksim’deki kutlamalara getirmişlerdi.

İkinci hatırladığım ise ertesi yıl İzmir’de izlediğim kutlamadır, nur içinde yatsın anneannem ile beraberdik. Hayatımda gördüğüm ilk fener alayıdır. Çok etkilenmiştim.

Hepsinde bir resmiyet, bir askerî tören havası, bir devlet ağırlığı vardı.

Sonrasında da resmî bayramları, 23 Nisan ve 19 Mayıs dışında hep böyle görüp bildik.

Devlet kutlar, biz izlerdik.

Sonra AK Partili yıllar başladı.

23 Nisan giderek önemsizleştirildi. O kurucu Ata’nın büyük öngörüsü ile çocuklara armağan edilen ilk ve tek bayram olan 23 Nisan’ın uluslararası özelliği giderek iğdiş edildi, TRT’nin bir gelenek haline getirdiği çok milletli kutlama yavaş yavaş sönükleştirildi, yanına bir de Kutlu Doğum Haftası diye bir şey eklemlendi, bu güzelim bayram neredeyse ortadan kalktı.

Benzer bir şey gençlerin 19 Mayıs’ının başına geldi.

Askerlerin 30 Ağustos’taki Zafer Bayramı askerlerin elinden gasp edilircesine alındı.

29 Ekim ise kerhen kutlanan bir angarya haline getirildi.

Kulak ağrıları, baş dönmelerinin devlet katına egemen olduğu raporlu bayramlara dönüştü milli bayramlar.

100. yıl bile devlet için asgari gösterişle kutlanması gereken ve Filistin uğruna vazgeçilmiş bir etkinliğe dönüştürülmek istendi.

Ve orada devreye millet girdi.

Mirasa millet ve sivil toplum sahip çıktı.

Varlıklarını Cumhuriyet’e borçlu olduğunu bilen şirketler kutlamaya başladı. Sivil toplum örgütleri organizasyonlar yaptılar, sanatçılar kimsenin talebi olmadan onlarca 100. yıl marşını canıgönülden yazdılar.

Gerçek yerli ve milliler bayraklarını pencerelerine, balkonlarına, otomobillerine, teknelerine astılar.

Belediyeler dev etkinlikler düzenlediler. Konserler, oyunlar, balolar…

Tam bir sivil şölene, milletin canıgönülden kutladığı gerçek bir milli bayrama dönüştü 29 Ekim.

Milyonlar sokakta olduğu halde, en ufak bir olay olmadan, huzur içinde, birbirimize sarılarak kutladık bayramımızı.

Her marşı, her paylaşımı, her cümleyi, gözlerim yaşararak izledim, dinledim gün boyunca.

Biz 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın bu kadar gönülden, bu kadar içten, bu kadar coşku ile kutlanmasını zannederim iktidara borçluyuz.

Bize kutlamadıkları Cumhuriyet’in değerini, kutlamayarak hatırlattılar.

Milli bayramlara önem vermeyerek milli bayramların önemini gösterdiler.

Biz bayrama sahip çıkmayı, bayrama sahip çıkmayanlardan öğrendik.

Tıpkı Ebu’l Alâ El-Maarrî’nin dediği gibi.


Yanlışta ısrar mı edilmeli?

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, dün şahane bir Bayram Mesajı yayınlayıp, sosyal medyadan tam da bu Cumhuriyet’in bir evladının yapması gerektiği gibi bir paylaşım yapınca ben de “Bugün Ali Yerlikaya’yı görürsem sarılasım var” diye yazdım Twitter’a.

Özünde AK Parti politikaları ile yıldızı barışık olmayan pek çok kişi de benzer paylaşımlar yaptı.

Ve bu paylaşım üzerine, bir gruptan yemediğimiz hakaret kalmadı.

O Ali Yerlikaya’nın geçmişte yaptıklarını biliyor muymuşuz, IŞİD ile ilgili sözlerini hatırlıyor muymuşuz, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na nasıl eziyet ettiğini unutmuş muyuz!

Merak etmeyin, tüm bunları sizden daha iyi hatırlıyor, sizin hatırladığınızı zannettiklerinizin arka planını da biliyoruz.

Ama tüm bunlar Ali Yerlikaya’nın çok doğru bir şey söylediği, çok örnek bir davranış sergilediği, iktidar çevresinde bunları söyleyebilen tek kişi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Doğruya doğru deme cesaretimiz, doğruyu alkışlama huyumuz olmazsa, yanlışa yanlış dememizin ve yanlışı yuhalamamızın da bir anlamı olmayacak.  

Diyorsunuz ki, Ali Yerlikaya geçmişte yanlış yaptı.

Yanlışta ısrar etmesini mi tercih ederdiniz?


Yanlış adres

İstanbul’da Türk Deniz Kuvvetleri’nin Boğaz’daki resmî geçidini Vahidettin Köşkü’nden izlemek pek iyi bir fikir değildi.

Ne de olsa Sultan Vahidettin döneminde, o Boğaz’da Türk Donanması değil, 77 parçalık işgal donanması resmî geçit yapmıştı.  

Vahidettin Efendi de o resmî geçidi izlemiş, tam 4 yıl sonra da o donanmanın bir gemisine binerek yurdunu terk etmişti.

Türk Donanması’nın resmî geçidini izlemek için, onun padişahlık öncesi kullandığı şahsi mülkünü seçmek bu açıdan iyi bir seçim olmadı.

Onun yerine en azından Sultan Abdülhamit’in pek sevdiği Beylerbeyi Sarayı’nın balkonu tercih edilebilirdi.

Gerçi Sultan Abdülhamit de, kendisine yönelik bir darbe girişiminden korktuğu için Devlet-i Aliye Donanması’nı Haliç’e hapsedip çürütmüştü ama en azından donanmanın artık çürüyen değil, büyüyen bir donanma olduğu onun Sarayı’ndan görülebilirdi.


Evliyalar

İsrail, Gazze’ye insanlık dışı saldırısını başlattığı zaman memleketteki din tacirleri hemen “Evliyalar Gazze’ye savaşmaya gitti” diye başlamışlardı bağırmaya.

Aynı ekip şimdi “Mehmetçik Gazze’ye diye bağırıyor”.

Peki ne oldu evliyalara?

Hani Çanakkale Zaferi’ni kahraman askerlerimiz değil, evliyalar kazanmıştı, hani Kıbrıs’ta şanlı ordumuz değil de savaşa giden Balıklı Göl’deki balıklar zafere taşımıştı.  

Ne oldu!

Gazze’de niye olmadı!

Bakın, ey din tacirleri.

Milletin kutsalları ile bu kadar alay etmeyin, kutsalı bu kadar ayağa düşürmeyin.

Bırakın milletin evliyaları yattığı yerde yatsın.

Durduk yere kendi palavralarınızla, evliyaları İsrail Ordusu karşısında rezil etmeyin.


Bayrak astırmamak

Bu kadar vatandaşlık satmayın, bu kadar kontrolsüz yabancı yerleşimine izin vermeyin dedikçe bir grup ahmaktan türlü hakaret yedik.

Dün Alanya’da bir site yönetimi Cumhuriyet Bayramı nedeniyle bayrak asmak istedi.

Sitede yerleşik Ruslar kıyameti koparıp bayrağı astırmadı.

Asamadılar.

Anladınız mı niye bunca zamandır bağırdığımızı?

Bugün bayrağımızı astırmayanlar, yarın bayrağımızı indirmeye kalkacaklar.

Milleti, milliyeti fark etmeyecek!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Gazze’ye asker değil hastane gemisi yollamayı konuştuğumuz zaman.

Erişilebilirlik Araçları