Evladınız hasta iken önce komşuyu mu tedavi ettirirsiniz?

Size basit bir soru soracağım.

Basit ama üzücü, zor bir soru.

Biricik evladınız, zorlu, ölüm riski yüksek bir hastalığa yakalanmış.

Sizin maddi durumunuz ise evladınızı tedavi ettirmeye yetecek düzeyde değil.

Zor bela bulduğunuz üç beş kuruşla çocuğunuzu hayatta tutundurmaya çalışıyorsunuz. Öyle ki bazı ilaçlarını alamıyorsunuz, tedavisini tam da olması gerektiği gibi sürdüremiyorsunuz.

Tam da bu sırada sizin bir aşağı mahallede oturan bir aile daha benzer bir durumla karşı karşıya.

İşsiz ve evinden atılmış bir ailenin çocuğu da benzer bir hastalığa yakalanmış.

Onlar da çocuklarını tedavi ettiremiyorlar.

Ne yaparsınız?

Kendi çocuğunuzun tedavisini doğru düzgün yapamazken, elinizde zaten kıt olan kaynakları aşağıdaki mahalledeki çocuğun tedavisi için kullanıp, kendi çocuğunuzu ölüme mahkum eder eder misiniz?

Üstelik bir de aşağı mahalledeki ailenin bu tedaviyi yaptırabilecek güçte zengin komşuları varken!

Bu acıklı hikaye nereden çıktı diyeceksiniz…

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamasını duyunca geldi aklıma.

Koca, Gazze’deki kanser hastalarının tedavi için Türkiye’ye getirileceğini söyledi.

Elbette zor durumda olana el uzatmak son derece insani.

Ama Türkiye’deki sağlık sisteminin hali ortada.

Zaten üzerinde milyonlarca Suriyeli’nin yükü var.

Bu yükün altında ezilen sistem artık çalışmıyor, SGK tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Batık durumda.

Bu yüzden de Türk vatandaşları sağlık hizmetine her geçen gün daha zor erişiyor, vatandaşlarımız hastanelerden randevu alamıyor.

Kanser hastalarında ise durum daha da zorlu.

Yakın zamana kadar Türkiye’de en zorlu kanser vakalarında bile en iyi tedaviler uygulanırdı. Ama epey bir süredir Türk hastalara bazı kanser ilaçları verilemiyor.

Özellikle yeni nesil akıllı ilaç denilen ilaçlarla yapılan tedaviler iyiden iyiye sınırlandı.

Bu tedavilere karar veren komisyonlar, parasızlık nedeniyle ilaç temin edilemediği için bu ilaçları hastalardan esirgiyorlar.

Ve “yerli ve milli” hastalarımıza bile ilaç verilemez, gerekli tedaviler uygulanamazken, şimdi Gazze’den hasta getirilmesi, millete hakarettir derecesinde bir haksızlıktır.

Bunu daha önce bu köşede “İsrail ve BM ile konuşup, anlaşarak Gazze’ye hastane gemisini yollayalım” diyen biri olarak söylemek, yazmak zorundayım.

Gerçi artık o da mümkün değil.

“Hamas terör örgütü değildir” diyen bir ülkenin, oraya hastane gemisi yollamasına da kimse izin vermez.


Evet diyen Siyonist maşadır

İsrail operasyonunu ve ölümleri durdurmak için Gazze’nin boşaltılmasını istemek, İsrail’in hedefine kurşun atmadan ulaşmasını sağlamak demek.

İsrail destekli bir örgüt olduğu su götürmez bir gerçek olan Hamas’ın saldırısı ile İsrail’in Gazze’yi önce işgal etme, sonra da topraklarına katma bahanesi bulduğunu başından beri söylüyoruz.

Şimdi iddia ediliyor ki, ABD Dışişleri Bakanı bölge ülkelerle görüşüp, Gazze’de yaşayan halkın 900 binini Mısır’a, 750 binini Türkiye’ye ve eğer kabul ederlerse 400 binini de körfezdeki Arap ülkelerine gönderecekmiş.

Bunun için Türkiye ve Mısır’a ciddi paralar ödemeye de hazırlarmış.

Bunun için 30 milyar dolarlık bir kaynak ayırmışlar.

Son derece akıllıca bir plan.

Aslında “Ya siz alın ya da biz öldürelim”in Amerikan lehçeli İbranicesi.

Böylelikle İsrail, muhtemelen çok daha pahalıya mal olacak kirli bir savaştan kurtulacak, Gazze’yi ele geçirme planını çok daha ucuza ve risksiz olarak halledecek.

Gazze önündeki denizlerde bulunan hidrokarbon yatakları İsrail’in kontrolüne geçecek.

Birkaç yıl sonra Yahudi yerleşimcilere açabileceği kupon araziler elde etmiş olacak.

Eğer varsa, bu plana kim evet derse biliniz ki, o İsrail ve ABD’nin maşasıdır.

İnsanlık dramına son verme adı altında, İsrail’in planlarına yol vermektir.


Gitti Kubi, geldi Nebi

Türkiye’deki siyasetin gelmiş geçmiş en “utanç verici” karakterlerinin başında Kubilay Uygun isimli şahıs gelir.

Tabii siz onu bu isimle hatırlamayabilirsiniz.

Onun bilinen adı “Fırıldak Kubi”dir.

20. dönem milletvekili idi.

DSP listesinden seçilerek TBMM’ye girdi.

Bir dönem içerisinde önce DYP’ye geçti. Daha sonra yakasına ANAP, MHP ve DTP rozetlerini taktı.

Adı da haklı olarak Fırıldak Kubi’ye çıktı.

Rezil bir siyasetçi portresi olarak aklımıza kazındı.

Bundan 7 sene önce de bir otel odasında intihar ederek yaşamına son verdi.

Şimdi artık Kubi yok ama Nebi var.

İYİ Parti’den TBMM çatısı altına giren ve seçimden önce kendisine sorulan “AK Parti’ye geçer misiniz?” sorusuna kendinden gayet emin “Asla. Biz hizmet için siyaset yapıyoruz” yanıtı veren ama dün yakasına AK Parti rozeti taktıran Nebi Hatipoğlu.

Tabii AK Parti’nin de durumu ilginç.

Kendisinden gidenleri “hain” diye yaftalayan AK Parti herhalde “hain” açığını kapatmak için Nebi Hatipoğlu’nu bağrına basıyor olmalı.

Sonuç olarak Türk siyasetinden gitti Kubi geldi Nebi.

Bu benzetmeye kızanlar olabilir.

Haklı da olurlar.

Ne de olsa Kubi “Ben asla başka partiye geçmem” de dememişti, şirketine 1,3 milyar teşvik de almamıştı.


Tarikat lideri bağırsa!

Kemal Kılıçdaroğlu “Lütfen bırakın artık” diyen milyonlara kulağını tıkamış ve Kurultay günü “Bizi bırakamazsınız” diyen depremzede muhtara kulağını tıkamamış ve onu dinlemiş.

Gerçi muhtar ve depremzede olduğunu da sonradan öğrenmiş ama olsun, yersen.

Yayınlanan video görüntülerinde, kim olduğu belirsiz, hatta belki de biraz karanlık İmambakır Üküş adlı kişinin Kılıçdaroğlu’na bağırarak “Bırakmayacaksın” dediği görülüyor, duyuluyor.

Hâlâ Kılıçdaroğlu savunan ve ona buna saldıranlara soruyorum.

Benzer bir görüntü AK Parti kongresinden gelse ve bir tarikat liderinin Erdoğan’a “Bırakmayacaksın, izin vermiyorum” dediği görülse bugün ne diyor olurdunuz?

Peki sizce arada bir fark var mı?


Bu tarz bu soyadına uymuyor

Fenerbahçe’nin her yenilgisi sonrası olduğu gibi Ali Koç gündemi değiştirecek bir şey yapmayı başardı.

Ben yıldız tartışması beklerken o daha da öteye taştı.

Kulübünün simge isimlerine önce hakaretler, sonra tehditler savurdu.

Muhtemelen Ali Koç doğmadan önce Fenerbahçe forması giymiş olan Ogün Altıparmak’ı salondan attırmakla tehdit etti, Selim Soydan’a saydırdı.

Ve sonrasında akla ziyan laflar etti.

Tehditler, hakaretler, özel hayata müdahale etme girişimleri, şantajlar.

Ali Koç başkan seçilmeden önce Spor Saati programında “Ali Koç Aziz Yıldırım’ı aratır” demiştim ama bu kadarını ben de tahmin edemezdim.

Ali Bey’e taşıdığı soyadını hatırlamasını, Türkiye’nin en önemli ailelerinden birinin, iyi eğitimli bir ferdi olarak kendisine yakışması daha mümkün bir tarzı benimsemesini, ailenin diğer fertlerini örnek almasını öneririm.

Normalde kendisinden randevu dahi alamayacak insanların dolduruşuna gelmemesini, seviyeyi olduğu yere değil, geldiği yere göre belirlemesini, ayağa düşen değil, tepeden bakan bir tarzı benimsemesini, kendi kulübünden Faruk Ilgaz, Razi Trak, Fikret Arıcan ve burada saymakla bitiremeyeceğim Fenerbahçe Başkanları ya Alp Yalman veya Faruk Süren tipi bir başkanlığın taşıdığı soyadına daha çok yakışacağını bilmesini isterim.  

Bu yaptığı ne sürdürülebilir bir şey, ne de Koç ailesine yakışıyor.


 NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Partiler görünür bir pisliği partiye sokmadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları