Bölücü

Bugün Çanakkale kahramanı, Kurtuluş Savaşa’nın başkumandanı, büyük asker, Cumhuriyetimizin kurucusu, fikir babası, büyük devlet adamı, Türkler’in son 1000 yılda yetiştirdiği iki büyük devlet adamının sonuncusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün unutulmazlığa geçişinin 85. Yıldönümü.

İçinde bir nebze insanlık, bir damla vatan sevgisi, bir katre vefa duygusu olan herkes ama herkes onun aziz hatırasını saygı ile anıyor.

Bir kurum hariç.

Diyanet İşleri Başkanlığı…

Bir dönem FETÖ’nün tüm toplantılarının demirbaşı olan, FETÖ’nün tezlerinin yılmaz savunuculuğunu yapan, Abant toplantılarının vazgeçilmez katılımcısı, FETÖ talebelerinin vazgeçilmez tez jürisi Ali Erbaş’ın başında olduğu Diyanet.

Amacının ne olduğu çok açık.

Bölücülük yapmaya çalışıyor.

İktidarı yıpratmayı amaçlıyor.

Bir ulusal kahramanı, aramızdan fiziki ayrılışının yıldönümünde, üstelik de Cuma gününe denk gelmişken, Cuma hutbesinde tek kelime ile bile olsa anmamanın başka hiçbir gerekçesi olamaz.

Ali Erbaş, çok açık biçimde bu toplumu bölmeye, fay hattı yaratmaya çalışmaktadır.

Ülke için büyük tehlikedir.


Yeni Anayasa’nın işaret fişeği 

Yargıtay’daki bir dairenin, kendi başına, kafasına göre Türk Yargı sisteminin en üst mahkemesi olan Anayasa Mahkemesi’ne kafa tutabileceğine, Anayasal düzene tek başına meydan okuyabileceğine herhalde inanmıyorsunuz değil mi!

Türkiye’de Anayasa’ya karşı yargı darbesi niteliğindeki karar, Can Atalay’ın mağdur olduğu bir yargı hatasını, artık tüm bir milletin mağdur olduğu bir yargı darbesine çevirdi.

Çok açık ki, bu kafa tutma, bu Anayasa’ya karşı darbe girişimi planlı bir işin parçası.

Bu olan bitenden şunu anlıyoruz.

Son birkaç aydır çokça sözü edilen “Yeni Anayasa”da artık bir Anayasa Mahkemesi olmayacak.

Ve bu Can Atalay ile ilgili bir mesele değil.

Bu daha başka bir planın adımı. 

Bunun ilk işaretini geçtiğimiz 11 Mart günü Devlet Bahçeli vermiş ve Anayasa Mahkemesi’ne “Adı yüksek, ahlakı düşük mahkeme” diyerek ağır sözlerle yüklenmiş ve “Kapatılması gerekir” demişti.

Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’ne tepkisi 29 Nisan’da tekrar gündeme gelmiş ve “Bu mahkemenin statüsü, üyeleri, yetkileri yeniden gözden geçirilmeli ve düzenlenmelidir. Bunu hep birlikte yapacağız” demişti.

Yani perşembenin gelişi, çarşambadan değil, salıdan belli idi.

Yarın öbür gün “Yeni Anayasa” önünüze getirildiği zaman göreceksiniz ki, içinde Anayasa Mahkemesi olmayacak.

Yerine mutlaka başka bir şey koyacaklar.

Yüksek mahkeme ya da başka bir isim altında bir mahkeme elbette olacak.

Ama mevcut üyelerin “İktidarı rahatsız” eden ve Beştepe tarağından atanmamış olanları gidecek ve yerine “Yüzde yüz Beştepeli” bir Yüce! Mahkeme oluşturulacak.

Ve millete bu Yeni Anayasa’yı “Bakın size dini özgürlükler veriyor, yaşam tarzınızı garanti altına alıyoruz” diye onaylatmaya çalışacaklar.

Bunu bir kez daha yerseniz.

Ben artık size ne diyeyim!


11. Cumhurbaşkanı’nın alınganlığı

Dün 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün basın sorumlusu aradı.

Abdullah Bey, her zaman olduğu gibi benim köşe yazımı okumuş ve çok üzülmüş.

Yazımda kendisini hedef aldığımı, yargıda gelinen noktada onun da sorumluluğu olduğunu ve yargının bu hale gelmesinin onun da içinde yer aldığı bir plan sonucu gerçekleştiğini anlattığımı düşünmüş.

Aslında kastım o değildi.

Ben 2002 seçimleri öncesi Abdullah Gül’ün daha samimi ve daha dürüst davrandığını anlatmak istemiştim.

Ama yazıyı tekrar okuyunca, Abdullah Gül’ün düşündüğü gibi anlaşılabileceğini de gördüm.

Kimsenin hakkını yemek istemem.

Abdullah Bey, Türkiye’nin bu hale gelmesinde 11.  Cumhurbaşkanı olarak elbette sorumluluk sahibi.

Ama kendisinin özgürlükçülük konusundaki sicili bugün olan bitenle karşılaştırılmaz.

Her şeye rağmen bugün Anayasa Mahkemesi’nde hala var olan özgürlükçülük kalıntıları, onun döneminden kalma.

Onun döneminde “İnsan Hakları Komisyonu”nuna karşı tavrının da tanığıyım.

Bu yüzden de sıklıkla eleştirsem de, Abdullah Gül’ü aynı kefeye koyamam.

Ama zannederim o da geçmişteki bazı kararlarından, bazı imzalarından, bazı onaylarından pişmandır.

Herhalde pek çokları gibi o da “İslam” ve “Siyaset” kelimelerinden bir “Tamlama” üretmenin doğru olmadığını görüyordur.


Vesayetten vesayete koşmak

Bu yazacaklarımı, yakın bir zamanda yine yazdım mı hatırlamıyorum. Yazdıysam bile tekrarlamakta bir beis görmüyorum.

Anayasa Mahkemesi’ne yönelik olarak Yargıtay’ın bir dairesi tarafından yapılan saldırı bana eski Anayasa Mahkemesi Başkanlarından Haşim Kılıç ile yaptığım bir sohbeti hatırlattı.

Haşim Bey, Anayasa Mahkemesi başkanı iken, telefonum çaldı.

Arayan bizzat kendisi idi.

“Fatih Bey, Ankara olduğunuzu duydum. Eğer uygunsanız bugün öğleden sonra bana uğrayabilir misiniz, biraz sohbet ederiz” dedi.

“Uygun olmasam da, uygun olurum” diyerek öğleden sonra Anayasa Mahkemesi’ne gittim.

Uzun bir sohbet yaptık.

İktidar partisini, yani Ak Parti’yi ağır biçimde eleştiriyor ve benim de iktidara yönelik eleştirilerimde ne kadar haklı olduğumu söylüyordu.

İktidarın siyasi anlayışının, Anayasa Mahkemesi’ndeki temsilcisi gibi görünmekten rahatsız olduğunu hissetmiştim.

Bu siyasi anlayış geçirdiği evrimin, kendi hukuk anlayışı ile bağdaşmadığını vurguluyordu.

Bu sohbetten aklımda kalan en önemli cümlesi ise şuydu:

“Fatih Bey, beni Anayasa Mahkemesi üyeliğine rahmetli Turgut Özal atadı. Ve göreve başlamadan önce benimle görüşmek istedi. Bana tek bir tavsiyesi oldu. ‘Haşim Bey, sizi bu göreve atarken Cumhurbaşkanı olarak sizden tek bir beklentim var. Vesayetle mücadele etmeniz. Anayasa’nın üzerinde bir hak iddia eden, kendini vesayet makamı zanneden herkese karşı bu Anayasa’yı koruyun.’ Dedi. Kastettiği aslında Askeri vesayetti. Ben de o gün bugündür, zaman zaman sizin eleştirilerinize maruz kalsam da Anayasa üzerindeki vesayetle mücadele etmeye çalıştım. Bugün ise şunu söylemek istiyorum. Biz o vesayetle yerine başka bir vesayet gelsin diye savaşmadık. Kurumsal vesayet gitsin, kişisel vesayet gelsin diye uğraşmadık.” Demişti.

Bugün gelinen noktada gerçek “Muhafazakar demokratlar” ne düşünüyor acaba.

Mesela Haşim Kılıç.


Michelin patladı mı!

Yeni Michelin yıldızları dağıtıldı, listeye Bodrum’dan, İzmir’den lokantalar ve İstanbul’dan da yeni restoranlar dahil oldu.

Aslında bugün bu konuyu da yazacaktım ama Anayasa meselesi kafama takıldığı için Michelin yıldızları ile ilgili eleştirilerimi Pazar gününe bırakıyorum.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Amacımız çocuklarımıza huzurlu bir gelecek bırakmak olduğu zaman.

Erişilebilirlik Araçları