Yargıtay’a kalsa AK Parti yoktu

Anayasa Mahkemesi mi yoksa Yargıtay mı daha üsttedir tartışması yapan ve iktidar uğruna hukuk cinayeti işlemeye hazır olanlara acıyorum.

Ve onları 2008 yılına geri götürmek istiyorum.

2008 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi’nde bir dava açtı.

Davanın konusu “AK Parti’nin kapatılması ve partinin yöneticilerine ve eylemleri ile partinin kapatılmasına neden olanlara siyasi yasak getirilmesi” idi.

Dikkat edin, davayı açan Yargıtay’dı.

Davanın görüldüğü yer ise Anayasa Mahkemesi.

Sonuçta Anayasa Mahkemesi 3 gün süren görüşmelerden sonra Yargıtay’ın talebini karara bağladı ve Başkan Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi’nin kararını açıkladı.

“AK Parti’nin kapatılmasına yönelik açılan dava sonucunda AK Parti kapatılmamıştır.”

Şimdi “Yargıtay mı üsttedir, Anayasa Mahkemesi mi üsttedir? Hangisinin kararı hukukidir, hangisinin kararı hukuki değildir?” tartışması yürütenlere ve sözde hukukçu geçinenlere bu durumu hatırlatıyorum.

Eğer şimdi işinize geldiği gibi “Yargıtay kararı daha önemli” idi ise AK Parti bundan 15 sene önce kapatılmış ve tüm yöneticileri siyasi yasaklı hale gelmiş olacaktı.

Ama öyle olmadığı için, Anayasa Mahkemesi kararı ile AK Parti kapatılmadı ve Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ü de kapsayan “siyasi yasak talebi” gerçekleşmedi.

Üstelik de, o Anayasa Mahkemesi henüz daha AK Partili iktidar tarafından şekillendirilmiş bir Anayasa Mahkemesi bile değildi.

O beğenmediğiniz “eski Türkiye”den kalma bir Anayasa Mahkemesi heyeti vardı.

O yüzden daha fazla saçmalamayın.

Anayasa Mahkemesi’ne dua edin!


Starbucks’ı bırak Suudilere bak!

“İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bugün Gazze gündemiyle olağanüstü bir toplantı gerçekleştiriyor. 

Toplantının ana gündem maddesini Gazze’de 60 göstericinin İsrailli askerler tarafından öldürülmesi ve Müslüman ülkelerin gelişmelere vereceği yanıt oluşturdu.

Toplantının açılış konuşmasını yapan Türk Dışişleri Bakanı ‘İsrail’in insanlık suçlarına en sert yanıtı vermeliyiz. Filistin sorununun çözümü için sorumluluk almalıyız’ dedi.”

Yukarıdaki satırlar yeni değil.

Bundan tam 6 yıl öncesine ait.

ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımış, bunu protesto eden Filistinleri İsrail öldürüyor.

İslam ülkeleri de her zamanki gibi toplanmışlar ve İsrail’i eleştiriyorlar, büyükelçiliğin Kudüs’ten Tel Aviv’e geri dönmesini istiyorlar.

Peki aradan geçen 6 yılda ne oldu!

Büyükelçilik Kudüs’e iyice yerleşti.

Körfez ülkeleri İsrail ile anlaştı, Suudi Arabistan tam anlaşmak üzereyken Hamas saldırısı gerçekleşti, onlar da anlaşmayı bu olayların yatışması sonrasına ertelediler.

İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri üç gün önce yine toplandılar.

Hiçbir karar alamadılar.

İsrail’i boykot kararı da, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri engeline takıldı.

Bu arada Türkiye’de ne oluyor?

Bir grup serseri, Starbucks basıyor, kahve içenleri boykota katılmadıkları gerekçesiyle tartaklıyor, kahvelerini ellerinden alıp döküyorlar, tehdit ediyorlar.

Ve güvenlik güçleri bu rezaleti izlemekle yetiniyor.

Hiç kimse bu it sürüsüne gıkını çıkarmıyor.

Oradaki gençler bu it kopuk taifesine karşı çıksa, muhtemelen olaylar büyüyecek.

Olayların büyümeme sebebi, milletin itle it olmama kaygısı.

Oysa boykot dediğin zorunlu değil gönüllü bir iş.

Sen yemiyorsan yeme, içmiyorsan içme.

Millete zorla boykot mu yaptıracaksın!

Madem boykota katılmamak, boykotu bozmak suç, orada çoluk çocuğa saldırıp kahvesini döken serseriler hadi sıkıysa “İsrail’i boykot ettirmem” diyen Suudi Arabistan Büyükelçiliği’ni ya da konsolosluklarını bassınlar.

Baksınlar bakalım, Starbucks’ta kahve içen gençlere, Mc Donaldslara, Burger Kinglere, Coca Cola satanlara yönelik saldırılarda rezaleti görmezden gelen güvenlik güçleri o zaman ne yapacak!

Öyle ya, bu İslam ülkelerinden daha boykot kırıcı kim var!

Siyonist destekçisi arıyorlarsa orada arasınlar, kahveci bahçesinde değil!


Vize ve ulusal onur

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Schengen ülkelerine tepki gösterip, “Schengen vize müracaatında ret oranları 2014, 2015 ve 2016 yıllarında yüzde 4 seviyesindeydi. Ret oranları 2016 yılından sonra her yıl artarak 2021 yılında yüzde 17’ye çıktı. 2022’de azalış gösterse de ret oranı yüzde 15,7.” dedi.

Böyle söyleyince aslında durumun vahameti tam olarak anlaşılmıyor.

Hakan Fidan’ın yaklaşımı gerçek durum karşısında “iyimser” kalıyor.

Oranlar ne bilmiyorum, elimde tam bir veri, tam bir istatistik yok.

Ama bildiğim şeyler var.

Vize bekleme süreleri makul olmanın çok ama çok ötesinde.  

Eskiden 3 gün, bilemedin 1 haftada çıkan vizeler şimdi çok daha uzun sürede veriliyor.

Haftalarca beklemek vaka-i adiyeden oldu.

Dahası verilen vizelerin geçerlilik süreleri.

Eskiden 1 yıl, 2 yıl, 5 yıllık verilen vizeler şimdi günlerle sınırlı.

Artık 15 günlük, 1 aylık vizeler veriliyor.

Yıllardır 3 yıllık, 5 yıllık vizeler alan bir iş insanına 3 aylık vize veriliyor.

Avrupalı bir firmanın Türkiye’deki müdürü bile vize alırken büyük sıkıntı yaşıyor.

Öğrenci vizeleri daha da büyük sorun.

Öğrenciler haftalarca bırakın vizeyi vize başvurusu randevusu alamıyorlar.

Randevu alanlar evraklarını teslim edip görüşme yaptıktan sonra haftalarca bekliyorlar. Okulları açılıyor, onlar okullarına gidemiyorlar.

Ünlü bir sanayici ailenin kızı, öğrenci vizesi için 5 ay bekledikten sonra almış ve okulunun bir dönemini kaçırmış.

Marmaris’te yaşayan bir okurumun kızı, çok önemli bir profesörün yanında mikrobiyoloji doktorası imkanını vizesi bir türlü çıkmadığı için bilim insanının “Çok özür dilerim ama seni daha fazla bekleyemeyeceğim. O postu başkasına vermek zorundayım” demesi ile gözyaşları ile kaçırmış durumda.

Anlayacağınız durum Bakan Fidan’ın sayılarla anlattığından çok ama çok daha vahim.

Ve tüm bu ülkelerin vatandaşları Türkiye’ye pasaporta bile ihtiyaç duymadan ellerini kollarını sallayarak gelebiliyorlar.

Ben asıl ona yanıyorum.

Hani bunlar “ulusal onur, yerli, milli” falan diyorlar ya.

Gülüyorum.

Bir haftalık tatilde 300 avro harcayan karşısında ne onur var, ne yerlilik, ne millilik.


Eski İl Başkanı: Tehdit etti

İYİ Parti dağılma sürecine girdi.

Partinin önemli isimlerinin peş peşe istifaları ile parti sarsılıyor, dağılıyor.

Meral Akşener ile yaptığım röportaj sonrası, bu durumun kaçınılmaz olduğunu söylemiş ve İYİ Parti’nin kendini bitirme sürecine girdiği yolundaki kanaatimi belirtmiştim.

Gelişmeler beni haklı çıkaracak gibi.

Parti içindeki tartışmaların odağında oturan ve partinin parçalanma sürecinin sorumlusu olarak gösterilen Sedat Aksakallı’nın bana yaptığı açıklamalara da itirazlar geldi.

Partinin eski Ankara İl Başkanı ve yine eski genel sekreter yardımcısı Uğurhan Tiryaki aradı.

“Fatih Bey, siz adımı vermediniz ama bahsi geçen il başkanı benim. Sedat Aksakallı’ın tehdit ettiği il başkanı benden başkası değil. Kendisi beni arayarak bazı milletvekillerinin ofisime gelmesinden genel başkanın rahatsızlık duyduğunu, bu yüzden partiden hemen istifa etmemin genel başkan tarafından istendiğini söyledi ve istifa etmemem halinde bunun sonuçlarına katlanmam gerektiğini üzerine basa basa belirterek beni tehdit etti.” dedi.

“Suç dedikleri birkaç partilinin bir araya gelmesi. Uğur Poyraz, Ümit Dikbayır gibi bu partinin temel direği diyebileceğimiz abilerimin iş yerime çay kahve içmeye gelmesinin partiye ne zararı var? 32 yaşında bir eski il başkanından mı korkuyorlar? Şimdi Bahadır Erdem’in istifası ile ben GİK üyesi olmaya hak kazandım. Ne olacak şimdi!” dedi ve istifa etmeyi düşünmediğini de ekledi.

Benim gördüğüm ise şu.

İYİ Parti’de yerel seçimlerde en azından bazı illerde işbirliği yapılmasından yana olanlara yönelik bir yıldırma politikası var.

Partiden yollanan Murat İde, istifa eden Bahadır Erdem, Durmuş Yılmaz gibi isimler bu konuda farklı düşünüyor ve bazı illerde işbirliği yapılması gerektiğini savunuyorlardı.

Belli ki, İYİ Parti’de yerel seçimi AK Parti’ye hediye etmek isteyenlerle, istemeyenler arasında bir savaş var.

Ve galiba AK Parti yanlıları şimdilik de olsa önde.  


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Hukuku eğip bükenler nereden kırılacağını bilemeyeceklerini anladığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları