Bir büyükelçiden “esas” milliyetçilik dersi

Ümit Yalçın ismi sizin için bir şey ifade ediyor mu bilmiyorum.

Tanımayanlar için tanıtayım.

2018-2023 Türkiye Cumhuriyeti’nin Londra Büyükelçisi idi.

Türk dışişleri geleneğine sıkı sıkıya bağlı, iki ülke ilişkileri konusunda çok maharetli ama bir yandan da İngiltere’de giderek kalabalıklaşan “Türk cemaatinin” sorunları konusunda da son derece duyarlı ve çok sevilen bir diplomattı.

Emekli olarak görevden ayrılması pek çok kişiyi üzdü diyebilirim.

Büyükelçi Ümit Yalçın, özellikle pandemi döneminde pek çok olumlu vesile ile bu köşeye konuk oldu.

Emekli olmasından sonra da kendisi ile yazışmaya ve muhabbetimizi sürdürmeye gayret ediyoruz.

Büyükelçi Yalçın, dün de çok güzel bir mektup gönderdi.

Bir büyük devlette 5 yıl büyükelçilik yapmış biri olarak “büyük devlet olmanın” ve daha da önemlisi “büyük devlet olarak kalmanın” şartları ile ilgili.

Kendisinden izin alarak, bu şahane mektubu sizinle paylaşıyorum.

Eskaza Türkiye’yi “idare edenler” de belki okur da, bir fikir edinirler:

“Geçen hafta İngiltere Kralı, parlamentonun yeni dönemini hükümetin programını okuyarak açtı. Buna King’s Speech deniyor. Ve bu gelenek 1605’den beri 418 yıldır milimine kadar (kılık kıyafet, süre, senaryo, mekan) tıpkısının aynısı devam ediyor. Dünya değişti, ne lüzumu var bu eski adetlere denmiyor. 
Geçen hafta yine 500 yıllık başka bir tören de aynen tekrar edilerek The City Mayor (Londra finans merkezinin -eski ahilik düzeninin devamı- Belediye Başkanı) devir teslimi de yapıldı. Ben Londra’dayken bu törenlere konuk olarak katıldığımda 2 duyguyla boğuşurdum: Gıpta ve üzüntü.
Dünyada bugün ‘Büyük Devlet’ diye tabir edilen ülke sayısı BM’de kayıtlı 193 ülkeye rağmen hâlâ 10 civarındadır. Ve bunların büyüklükleri, paraya, nüfusa falan değil, tarihsel ve kurumsal devamlılıklarına, kültürel nüfuzlarına dayanır. (Mesela ordu da kurumsal devamlılığın bir parçasıdır)

Ne kadar zengin olursa olsun Singapur veya ne kadar refah ülkesi olursa olsun Norveç ‘büyük devlet’ sayılmazlar.
İngiltere büyük devlettir, çünkü, ne yaşarsa yaşasın Brexit, Liz Truss, Boris Johnson, siyasi skandallar, ekonomik iniş çıkışlar, kurumsal ve tarihsel devamlılık milim şaşmaz. İktidar partisi kendi liderini yanlış yapınca değiştirebilir. Emniyet Genel Müdürü İçişleri Bakanı’nın isteğine rağmen ‘İşimiz yasaklamak değil güvenliği sağlamak’ diyerek Filistin gösterisine izin verebilir. Her hafta evet her hafta Çarşamba saat 12.00’de Başbakan parlamentoda 1 saat soruları cevaplar. Tek bir tane gazeteci soruşturması yoktur. Hükümet göçmenleri Ruanda’ya göndermek istese de Yüksek Mahkeme kararına uymamayı aklına bile getirmez ve gönderemez.

Ve halk da bütün bunların neden olabildiğini bilir ve bu devamlılığın bozulmasına izin vermez. 
Türkiye uzun yıllar boyunca ve her şeye rağmen, bugün dünyada tam mutabakat olmasa da, büyük devletler arasında görülmüştür. Ancak, şu unutulmamalıdır: siyasi kavgalar, ekonomik krizler olabilir, fakat kurumsal ve tarihsel devamlılık kesildi mi o devlet artık büyük devlet olamaz.
Cumhuriyet ve Atatürk törenleri, güçler ayrılığı, hukuk devleti, siyasi slogan veya ideolojik tercih meselesi değildir: Bunlar tarihsel ve kurumsal devamlılığın yani büyük devlet olmanın esaslarıdır ve gerçek milliyetçilik bunları korumayı gerektirir.”


Oğlu öldürülen babaya, edepsiz bir dava

Emekli Tümgeneral Ethem Büyükışık’ı askerler “kahraman komutan” olarak bilir.

Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda, Dağ Komando Okulu’nda, NATO’da, NATO tarafından gelen özel taleple Afganistan’da görev yapmış “ciddi” ve “değerli” bir askerdir.

Ama kamuoyu açısından bir cinayete kurban giden oğlu Dorukhan’ın katillerini yıllardır bulmaya çalışan ve üzeri örtülen bir cinayeti aydınlatmak için her şeyi yapan acılı bir babadır Ethem Paşa.

Büyükışık’ın iki diplomalı, sporcu oğlu Dorukhan’ın cinayeti çok acılı bir hikayedir.

Ben de bundan birkaç ay önce Büyükışık’ı Youtube programımda konuk ederek cinayeti ve sonrasındaki “örtbas” sürecini anlatmasını istedim.

Program milyonlarca kişi tarafından izlendi ve çok da etkili oldu.

Ve Büyükışık önceki gün gelişmelerle ilgili bilgi verdi.

“Fatih Bey,

Öncelikle yaptığınız program ile sesimizi tüm ülkeye duyurduğunuz ve oğlumuz Dorukhan için yürüttüğümüz adalet arayışına destek verdiğiniz için size tekrar şükranlarımı sunarım.

Sizinle yaptığımız program sonrası bizim soruşturmalarda birçok önemli gelişme oldu:

1) Adalet Bakanı Sayın Yılmaz Tunç ile kapsamlı bir görüşme yaptım. Olaya ve gelişmelere çok üzüldüğünü ve bu davanın takipçisi olacağını söyleyerek Adalet Bakanı Yardımcısını görevlendirdi.

2) Daha sonra Adalet Bakanı Yardımcısı Akın Gürlek, HSK Teftiş Kurulu Başkanı, HSK Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı ve İzmir Cumhuriyet Başsavcısı ile ikişer saatlik toplantılar yaparak yaşanan hukuksuzlukları aktardım. Bu yetkililerin tamamı adaletin tecellisi için ellerinden geleni yapacağına dair söz verdi ve kendi alanlarında işlem başlattı.

3) Adalet Bakanı kasten öldürme soruşturmasının kapatılmasına itirazımıza dair kanun yararına bozma dilekçemizi aldı ve işleme koydu.

4) Bu arada suç işleyen Başsavcı Vekili, Savcılar ve Polisler ile ilgili yeni bilgi ve belgeler ortaya çıktı, bunları ilgili makamlara aktardık.

5) Son olarak kimliğini saklayan bir şahıs bir gazeteci aracılığıyla telefon numarasını bıraktı ve Whatsapp üzerinden görüşmeyi talep ederek yaklaşık 1,5 saatlik ihbarda bulundu. Yapılan bu görüşmeyi kaydedip savcılığa suç duyurusunda bulundum. Suç duyurusu dilekçemizin bir örneğini size de gönderiyorum.

Ancak dün bir bilgi aldık.

İzmir İl Emniyet Müdürlüğü sizinle yaptığımız programdan sonra benim ve sizin hakkınızda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına “kamu görevlisine hakaret” suçundan suç duyurusunda bulunmuş.

Benim organize suç örgütü ve yaratık tanımlamalarım nedeniyle İzmir İl Emniyet Müdürlüğü Başsavcılığa ihbarda bulunmuş. İhbar yazısını size gönderiyorum. Başsavcılık inceleme görevini bir Başsavcı Vekiline vermiş. Başsavcı Vekili de benim konuşmamda zikrettiğim şahısları arayıp ifadelerini almış.

Fatih Bey, benim ifadelerim yüzümden böyle bir soruşturmanın muhatabı olmanız nedeniyle çok üzgünüm ve sizden özür diliyorum. Ayrıca avukatımla birlikte soruşturmayı takip ederek gece gündüz her an yanınızda olacağımı ve maddi ve manevi olarak tüm sorumluluğu üstleneceğimi bilmenizi isterim.

Sevgi ve saygılarımla.”

Ben de ona yanıt verdim.

“Aman Paşam, demirden korksak trene binmezdik. Utanması gerekenlerin üste çıkmaya çalıştığı bir dönemde bu davayı açmasalar şaşırırdım. Siz rahat olun. Bu davalar benim için şereftir.”


Büronun kirası emekli maaşından mı!

Kemal Kılıçdaroğlu AK Parti’ye karşı 12 yenilgisinden sonra, genel başkanı olduğu partide de bir gecede iki kez seçim kaybederek Guinness Rekorlar Kitabı’na girebilecek bir rekora imza atarak genel başkanlığa veda etti.

Açıkçası ben kendi adıma 75 yaşındaki bu “başarısız” siyasetçinin bu saatten sonra siyasete veda edeceğini, artık milletvekili de olmadığı için keyifli bir emeklilik hayatına geçeceğini ve siyasetle ilişkisinin dost sohbetleri ile sınırlı olacağını zannediyordum.

Ancak duyduk ki, Kemal Bey Ankara’da bir ofis tutacak, burayı bir güzel tefriş edecek ve orada siyaset üretmeye devam edecekmiş.

Cesur bir tavır.

Bunca yıldır ürettiği siyasetteki başarıyı gördüğümüz için, bundan sonra üreteceği siyaset de mutlaka çok etkili olacaktır.

Belli ki, Kılıçdaroğlu’nu “Sizden daha şahane bir Cumhurbaşkanı adayı bulmamız mümkün değil” diyenler kendisini şimdi de bu işe yöneltiyorlar.

“Efendim, Özgür Özel kim genel başkanlık kim! Bu işi beceremeyeceği kısa sürede ortaya çıkar ve ibre yine size döner. Biz o güne hazırlıklı olmalıyız” dediklerinden eminim.

Benim merak ettiğim ise bu ofisin masraflarını kim karşılayacak.

Çünkü bildiğimiz kadarı ile Kemal Kılıçdaroğlu zengin falan olmayan, namuslu bir siyasetçi.

Devlet memurluğundan emekli, şimdi de milletvekili emeklisi.

Milletvekilliğinden emekli olarak da 2023 yılında 122.225 gösterge rakamı* Maaş katsayısı 122.225* 0,509796 yani 62 bin 309 TL emekli maaşı alıyor.

Bu maaş ile bir büro tutacaksın.

Dayayıp döşeyeceksin.

Hiç değilse bir sekreter ya da özel kalem müdürü işe alacaksın.

En azından bir çaycı ya da bir garson istihdam edeceksin.

Gelen gidene çay, kahve ikramı yapacaksın.

Üstüne bir de ev geçindireceksin.

Bunu başarabilen, ülke ekonomisini de kurtarırdı vallahi.

Ama ben Selvi Kılıçdaroğlu’nun yerinde olsam “Kemalcim madem bu büroyu tutup dayayıp döşeyecek kadar paramız vardı, niye şu mutfağı yaptırmadın da, o videolarla bizi rezil ettin” derdim. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Cinayeti örtbas etmekle suçlananlar, cinayeti aydınlatmaya çalışana dava açamadığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları