Kabile devletinde bile olmaz

Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlunun bir motosiklet sürücüsüne çarparak ölümüne neden olması, haftasonunun en çok konuşulan gündemiydi herhalde.

Elbette mesele kaza değil, kazadan sonra olanlar.

Çünkü kaza herkesin başına gelebilir ama sonrasında olanlar için “Cumhurbaşkanı çocuğu” olmak gerekir.

Cumhurbaşkanı oğlu kazayı yapıyor.

Olay yerine gelen iki polis memuru o an için ağır yaralanmalı kazayı yapan “yabancı şahsı” serbest bırakıyor.

İddiaya göre, ilk hazırlanan bilirkişi raporunda Cumhurbaşkanı çocuğu “suçsuz” görünürken, daha sonra savcının istediği bilirkişi raporunda “tam kusurlu” olduğu anlaşılıyor.

Bu arada daha da garip bir şey oluyor, hayatını kaybeden motosiklet sürücüsünün eşine “Kocanız intihar etti” deniyor.

Bunların tümü “garabet”.

En başta iki polisin Cumhurbaşkanı çocuğu sürücüyü serbest bırakması çok garip. Çünkü yasal olarak ölümlü kazaya karışan bir sürücüyü serbest bırakmaya hakları yok.

Eğer söylendiği gibi kazaya ilk intikal eden polislerin hazırladığı bir rapor olsa bile sürücüyü serbest bırakmaları görülmüş şey değil.

Ben olaya müdahale eden ilk polislerin bunu “kimden aldıkları” talimat doğrultusunda yaptıklarını çok merak ediyorum.

Bu öyle durduk yere, nedensiz, talimatsız yapılacak bir şey değil.

Ve tabii hemen akla çeşitli sorular geliyor.

1. Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu kazayı yaptığı sırada yanında birisi var mıydı?

2. Bu kişi Türkiye’de korunuyor mu, Merkez Koruma Şube Müdürlüğü’nün bu kişiyi korumak için tahsis ettiği bir veya birkaç koruma var mı?

3. Somali Cumhurbaşkanı’nın çocuğu Türkiye’de diplomatik dokunulmazlık altında mı? Eğer diplomatik dokunulmazlığı var ise, bunu hangi görevi nedeniyle elde etmiş?

Şimdi iki polis hakkında soruşturma başlatılmış.

Ben bu rezaletin iki polis memurunun tek başına, kaza yerinde alacağı bir kararla olabileceğini düşünecek kadar saf değilim.

Bu mesele bu kadar basit değil.

Cumhurbaşkanı çocuğunun diplomatik dokunulmazlığı var ise serbest kalabilir ama onun da yöntemi bu değildir.

Böylesine hukuksuz, baştan savma, ilkel bir anlayışla bir olası suçlunun serbest bırakılması hukuk devleti ile hiçbir ilgisi kalmamış, 3. sınıf kabile devletlerinde olabilecek bir şeydir.

Ne yazık ki durum tam da budur.


Şerefsizlerin korunduğu ülke

Yine soruldu, yine net bir yanıt yok.

“Tek Yürek” kampanyasında yapılan bağışlardan 30 milyarı hâlâ ödenmedi.

Ödemeyen şerefsiz, haysiyetsiz, onursuz reziller hâlâ gizleniyor.

O gün hatırlayacaksınız kamu veya kamu yönetimindeki şirketler toplam bağışın yüzde 80’den fazlasını yapmışlardı.

Kamu bankaları, sermayelerinden daha fazla miktarda yardım vaadinde bulunmuşlardı.

Merkez Bankası 30, Ziraat 20, Vakıfbank 12, Halkbank 7 milyar yatıracaktı.

TMSF bile 2 milyar yardım vaadinde bulunmuştu.

Turkcell, THY gibi kamu yönetimindeki şirketler de milyarlık yardımlarla kuyruğa girmişlerdi.

Ben de başından beri yardımların akıbetini soruyorum.

41 milyar eksik varken sorduğum soruya bazı şirketlerden “Genel kurullarımızı yapmadık. Yapalım hemen ödeyeceğiz” yanıtları gayriresmî yoldan iletilmişti.

Aradan 3 ay geçince sorduğumuzda ödenmeyen miktar 30 milyardı ve hâlâ 30 milyar.

Genel kurullar yapıldı, sözde ödemeler takside bağlantı ama ödenmeyen miktar azalmıyor.

Ve söz verilen yardım enflasyonla, kur artışı ile eriyip gidiyor.

Ve Devlet’i idare edenler, bu şerefsizlerin hangi şirketler, hangi şirketlerin yöneticileri olduğunu açıklamıyor.

Bu ülkede her zaman olduğu gibi “şerefsizler” korunuyor.

Niye olduğunu merak ediyorsanız üstteki yazının son paragrafını tekrar okuyun.

Beni yeniden yazmak zorunda bırakmayın.


Yat sektörü artık parlamıyor Bakan Bey

Ulaştırma Bakanı Uraloğlu, Türkiye’nin uluslararası mega yat sektörünün parlayan yıldızı olduğunu söylemiş.

Hangi zaman kipini kullandı bilmiyorum ama zannederim bu söylediği cümle biraz “di”li geçmiş zaman olmalı.

Çünkü gerçekten de bir ara müthiş parlayan Türk yat üretim sektörü ve yat üreten tersanelerimiz şu an aynı durumda değil.

Ve ne yazık ki, bunun nedeni sektördeki oyuncular değil, Türkiye’yi yönetenler.

Türkiye bir dönem 30 ila 80 metre arasındaki süper yat ve mega yat olarak tanımlanan boyutlardaki yat üretiminde gerçekten çok ciddi bir pay edindi.

Hollanda ve İtalya’nın ardından üçüncü sıraya yerleşti.

Bazı Türk tersaneleri, üretim kaliteleri ve fiyat/performans orantısında elde ettikleri başarı ile çok ciddi siparişler almaya başladılar.

Tuzla, Antalya Serbest Bölge, Bodrum İçmeler gibi üretim merkezlerinde siparişlere yetişemez hale geldiler.

Kalite çıtası giderek yukarı çekiliyor, fiyatlar da Avrupalı rakiplerine yaklaşmaya başlıyordu.

Bu arada daha küçük boy tekne üretiminde de giderek başarılı olan ve tecrübe kazanan markalar da ortaya çıkmaya başlamıştı.

Ancak sayın bakan benden duymuş olmasın ama artık durum bu değil.

Bu yıl tekne üreticilerimizin katıldığı iki fuardan da gelen haberler çok olumlu değil.

Fransız ve İtalyan Rivieralarında yapılan üç önemli yat fuarı Türk yat üreticileri için beklentinin çok altında kaldı.

Yabancı müşteriler artık Türkiye’de yat yaptırma konusunda çok da istekli değiller.

Bunun temelde iki nedeni var: imaj ve hukuk.

En önemli neden Türkiye’nin imajı.

Türkiye’nin özellikle Avrupa ve ABD’deki imajı nedeniyle Türkiye imalatı bir teknenin çok da “cool” ya da “havalı” olduğunu düşünmüyorlar.

Buna takılmayanlar, Türkiye’ye sık sık gelerek teknelerinin imalat aşamalarını görecekleri seyahatlere Türkiye’nin imajı nedeniyle çok hevesli değiller.

Siparişlerinin imalat aşamalarını izlemek için İtalya, Hollanda ve hatta Dubai’ye gitmeyi daha çok tercih ediyorlar.

Türk hukuku ile ilgili sorun ise şu.

On milyonlarca dolarlık imalat sırasında bir sorun çıkması halinde Türk yargısına güvenmiyorlar, yüksek maliyetli hakemlik müessesesine de girmek istemiyorlar.

Buna bir de Türkiye’nin çarpık ekonomisi nedeniyle, maliyet konusunda eskisi kadar avantajlı olmaması da eklenince sektör artık pek de parlamıyor.

Ancak fiyat ile rekabet edebiliyor.

Bu da tersaneleri zorluyor.

Gemi inşa tarağını bilmem ama yat tarağında durum budur.

Bakan Bey’in haberi olsun.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İşimize geleni duymakla yetinmediğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları