Bir bankacı gözüyle Denizbank meselesi

Denizbank Şube Müdürü Seçil Erzan’ın aralarında ünlü futbolcuların ve teknik direktörlerin de bulunduğu bir grubu açgözlülüklerinden istifade ederek dolandırdığı dava gündemden düşmüyor.

Her gün yeni boyut kazanan dava ile ilgili okurlar çok soru soruyor.

Burada merak edilen bazı soruları yanıtlamaya çalışayım.

En fazla sorulan soru “Banka bu dolandırıcılığın bir parçası mı?”

Bence kesinlikle değil.

“Banka genel müdürü bu işin parçası mı?”

Bence bu da pek olası görünmüyor.

Peki, böylesine büyük bir dolandırıcılık banka yönetiminden gizli yapılabilir mi?

Bunu bir başka büyük bankanın genel müdürüne sordum.

Aldığım yanıt şu oldu:

“Banka şubesine milyonlarca dolar girip çıkacak ve sisteme kaydedilmeyecek. Banka üst yönetimi bunu fark etmiyorsa, ortada büyük bir zaaf var demektir. Burada bırakın futbolcuların dolandırılmasını, banka da kendi müdürü tarafından dolandırılıyor demektir. Seçil Erzan şube içinde şube gibi hareket etmiş ve yönetim bunu fark etmemiş. Bu çok büyük bir yönetim zafiyetidir. Bahsedilen para 44 milyon dolar. Bu yaklaşık yarım ton para demektir. Sadece Emre Belözoğlu’nun tek seferde getirdiği para 4,5 milyon dolar yaklaşık 50 kilo eder. Bu öyle cepten çıkarılıp masaya koyulacak para değildir. Şube içinde böyle bir para trafiği oluşuyor ve banka üst yönetimi bunu fark etmiyorsa, bankada sorun vardır.”

Bir diğer soru “Banka bu rezalet nedeniyle büyük prestij kaybına uğradı. Marka değerindeki kayıp, 45 milyon doların çok üzerinde. Banka bu parayı ödeyip, bu rezaleti engelleyemez miydi?”

Bunu da bir büyük bankanın genel müdürüne sordum.

“Banka sahiplerinin böyle bir yöntem düşündüğü söyleniyor. Bilmiyorum. Ama banka yönetimi, yasal olarak böyle bir şey yapamazdı. Bankaya giriş kaydı olmayan bir paranın çıkışını yapamazsınız. Bu bankacılığın en temel kurallarına aykırı. Bankaya yatırılmayan bir para, birine verirseniz bu düpedüz hırsızlıktır. Bankacılık açısından da zimmet suçudur. Ödemeyi yapan ve yaptıran açısından ağır cezalık suçtur. Cumhurbaşkanı da emretse bankacı bu parayı ödeyemez. Ancak Cumhurbaşkanı örtülü ödenekten öderse öder.”

“Futbolcular paralarını geri alabilirler mi?” sorununun yanıtını da yine aynı genel müdürden istedim.

“Mahkeme ne karar verir bilmiyoruz elbet. Ama gördüklerimize bakarak parasını geri alma ihtimali olan bir belki iki kişi var. Basına yansıdığı kadarı ile Emre Belözoğlu’nun elinde banka kaşeli, mühürlü bir dekont benzeri kağıt var. Eğer bu kağıt Emre Belözoğlu parayı yatırdığı sırada kendisine verilmiş ise o parasını büyük ihtimalle geri alır. Ama iddia edildiği gibi bu belge aylar sonra hazırlanmışsa, o zaman Emre Belözoğlu’nun başı belaya girer.”

Ve hep söylediğim gibi bankalarda böyle olaylar çok oluyor.

Pek çoğunda banka ya sorumlu olmuyor ya da sorumluluktan kaçıyor ve davalar yıllarca sürüyor.

Gelin size aşağıdaki yazıda, bir bankanın mahkemece tescilli müşteri dolandırma hikayesini anlatayım.


86 yaşındaki kadının parası bankada nasıl buhar oldu!

Bundan 8 yıl kadar önce, bir zamanların ünlü bir iş adamının 86 yaşındaki dul eşinin ve birlikte yaşadığı kızının başına gelenleri anlatayım.

Yaşlı kadın, eşinden kalan bir gayrimenkulü satarak, bunun faizi ile geçinmek ister.

Ve çok değerli bir gayrimenkulünü 15 milyon dolara satarak, yabancı sahipleri olan bir bankanın Bebek Şubesi’ne yatırır.

Klasik, eski moda bir banka müşterisidir. İnternet bankacılığı falan bilmeyen, tüm işlemlerini banka şubesine giderek yapan ve yaptığı her işlemi banka hesap cüzdanına işleten anam babam usulü bir müşteri.

Bir süre sonra bankadan kendisine bir teklif gelir.

“Yüksek montanlı bir müşterisiniz. Sizi özel bankacılık bölümümüze alalım.”

Ne olduğunu bilmediği bu bölümle ilgili yaşlı kadının hoşuna giden “özel” lafıdır.

Özel bankacılık şubesine geçer.

Özel bankacılık şubesi, kendisine özel muamele etmektedir.

Daha yüksek getirili hesap türleri önerilir.

Anlamaz bile.

Adına işlemler yapılır.

Ana ve kızı yurt dışında iken adlarına düzenlenmiş işlem emirleri imzalanmış görünür.

Ve birkaç içinde para buharlaşır.

15 milyon dolar yok olur.

Azalır demiyorum.

Para sıfıra iner.

Kendileri ile ilgilenen müşteri temsilcisi, kadının ve kızının bilgisi dışında, ana kızın hayatında duymadığı bilmediği riskli işlemler yapar, 1,2 olan dolar euro paritesinin birkaç içinde 0,8’e düşeceğini varsayımına dayalı hesapsız oyunlar oynar.

Ve 2 ay içinde 15 milyon dolar sıfıra iner.

Ana kızın paralarının buhar olduğundan haberi bile yoktur.

Bir gün şubeye gittiklerinde, beş kuruşlarının kalmadığını öğrenirler.

Hemen bankaya dava açarlar.

O sırada banka bir yabancıdan, bir başka yabancıya satılmak üzeredir. Banka ödemeyi yaparak, bankanın değerini düşürmek istemez.

Dava görülmeye başlanır.

Mahkeme davayı bilirkişiye götürür.

Bilirkişi raporu yaşlı kadının lehine gelir.

Banka suçludur.

Banka itiraz eder.

Bir bilirkişi raporu daha istenir.

O da banka aleyhine gelir.

Mahkeme, bankayı 9,5 milyon dolar ödemeye mahkum eder.

Ancak konu orada kapanmaz.

Dava istinafa gider.

İstinaf mahkemesi, yeni bir bilirkişi raporu istemeden, yeni bir araştırma inceleme yapmadan aynı dosya ve aynı bilirkişi raporu üzerinden tam tersi bir karar verir ve bankayı kurtarır.

Sonra Yargıtay aşamasına geçilir.

Bankanın hukuk servisi güçlüdür ve bankanın sermayedarlarının arkasında siyasi güç de vardır.

Yargıtay da ne bir ek bilirkişi raporuna, ne de bir başka incelemeye gerek duymaksızın, bilirkişinin banka yönetimini suçlu bulduğu rapora rağmen bankayı haklı çıkarır.

Şimdi 86 yaşındaki kadın Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekliyor.

Bankanın gücünün oraya kadar uzanmayacağını umarak.

Sonuçta bankalar güçlü kurumlardır.

Hele Türkiye gibi adaletle ilgili tartışmaların olduğu ülkelerde çok güçlü.

Hele bir de arkasında “dost ve kardeş” ülkelerin sermayeleri var ise!


Hepimizi muhalefet partisi zannetmeyin!

Türkiye Cumhuriyeti’ne isyan etmiş tescilli bir hainin adı Diyarbakır’da bir caddeye verilmek isteniyor.

Maaşını Diyanet İşlerini Başkanlığından alan, henüz hainliği tescillenmemiş birileri bu haini savunuyor.

Yakasına Atatürk resmi takmak istemeyen teğmen adayını uyaran teğmenler, sanki suç işlemişler gibi okuldan uzaklaştırılıyor.

Ama sorarsanız Türkiye’de yerli ve milli bir iktidar var.

Ve bunlar vatanı savunuyor.

Tescilli vatan hainlerine sahip çıkmak yerli ve millilik.

TBMM çatısı altındaki bir parti ile görüşmek ise ihanet.

Hadi canım siz de!

Bu kadar da ahmak yerine koymayın bizi.

Bize muhalefet partisi muamelesi yapmayın. 


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Bir bankacının açgözlülüğünün tüm sisteme güveni çürüttüğünü bankalar anladığı zaman.

Erişilebilirlik Araçları