Soruşturma mı soruşturmama mı!

Dilan Polat ve Engin Polat ile özdeşleşen ama aslında suç yoluyla elde edilmiş paranın, sosyal medya ve paravan şirketler yoluyla aklanmasına yönelik soruşturmayla ilgili polislerin ve bunu bir dava haline getirmekle görevli savcıların ani bir biçimde görevden alınması, toplumdaki güvensizliği bir kez daha körükledi.

Milletin büyük bölümünün çok ilgisini çeken ve ülkedeki pisliğin en azından bir bölümünün ortaya çıkıp, bir ölçüde de olsa temizlenmesi umudunu yeşerten bu davada böyle bir gelişme olması, pek çok kişide “Bu soruşturma da mı ortadan kaldırılıp, suçlular serbest bırakılacak” kaygısı doğurdu.

Bu kaygı haklıdır ve yersiz de değildir.

Genel kanaat, bu meselenin çok yukarılara uzanmasından korkulup, davayı bir yerde kesmek üzere önlem alındığı yolunda.

İşin harcadığı para ile kazandığı para arasında orantısızlık olan bazı popüler isimlere kadar uzanması ihtimali üzerine davanın engellenmeye çalışıldığı iddiası da bazı siyasetçiler tarafından bir olasılık olarak ortaya atılıyor.

Ancak bir diğer olasılık da, yargıdaki rüşvet iddiaları ve kokuşmuşluk nedeni ile savcıların değiştirildiği iddiası.

Söz konusu polis ve savcıların şaibeli işlere bulaştığı ve bu yüzden değişikliğe gidildiğini de iktidara yakın kaynaklar kulaklara fısıldıyor.

“Bu değişiklikler, soruşturma düzgün ilerlesin diye yapıldı” diyor ve adaletin tecellisinde asıl sorunun bu kişilerin yerlerinde kalması halinde ortaya çıkacağını söylüyorlar.

Burada vahim olan ise her iki iddianın da inandırıcı olması.

Ve herkesin meşrebine göre olan iddiaya inanmayı tercih etmesi.

Bana göre ise ekonomisi ve adaleti bu halde olan bir ülkede, kara para soruşturmaları çok da derine gitmez.

Çünkü dibinden ne çıkacağını kimse bilemez.


Siz cemaat okuluna gitmezseniz, cemaat sizin okula gelir!

Ana muhalefet partisi liderinin ağzından kerpetenle de olsa Şeyh Sait’in hain olduğuna dair birkaç kelime çıkarabildik. 

Şimdi sıra geldi Milli Eğitim ile ilgili fikrini öğrenebilmeye. 

Milli Eğitim Bakanı Tekin, dinî cemaatlerin okullardaki varlığının engellenemeyeceğini, bunu yapmaya devam edeceklerini açıkladı.

Bazı hainler buna gösterilen tepkilere “Ne yani okullarda itfaiyecilik bile öğretiliyor, dinin öğretilmesi mi rahatsız ediyor” diyerek suyu bulandırmaya çalışıyorlar. 

Kimsenin “Okullarda din dersi kaldırılsın” falan dediği yok.

Okullarda zaten din dersi ve din dersi öğretmenleri var. 

Karşı çıkılan, karşı çıktığımız tarikatların ve cemaatlerin okullara sokulması ve hiçbir pedagojik formasyonu olmayan, hangi eğitimi aldığı belirsiz hatta eğitim alıp almadığı belirsiz birtakım tiplerin okullara sokulması, çocuklarımızın tepesine dikilmesi. 

Çocuklarını tarikat okullarına yollamayıp, modern eğitime gönderenlere inat, tarikatların bu okullara sokulması. 

FETÖ’nün Cemaat okullarında yetişenlerin memleketi ne hale getirdiği bilindiği halde, şimdi tüm okulların cemaat okulu haline getirilmesi.

Tepkiler buna.

Ben çoğunluğun aksine Bakanlar Kurulu’nun en zayıf halkası olarak gördüğüm Milli Eğitim Bakanı’na da kızmıyorum. 

Bu iş onunla başlamadı. 

O sadece samimi davranıp, durumu itiraf etti. 

Benim kızdığım muhalefet partileri. 

Bu konu ile de ilgili ağızlarından doğru düzgün tek bir tepki duyamıyoruz.

Tüm okulların cemaat okuluna çevrilmesi hakkında ne düşünüyorlar? 

Cemaatçilerin çocuklarının ve torunlarının haklarını aramasını haklı mı buluyorlar?


Yine egzoza atlet mi tıkacaksınız?

Tuzla’daki teğmenler tartışması aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin geldiği, getirildiği ya da getirilmeye çalışıldığı durumu göstermesi açısından da önemli.

Atatürk fotoğrafını yakasına takmak istemeyen ve Atatürk’e hakaret eden bir teğmene, diğer teğmenlerin tepki gösterdiği ortaya çıkmış, olayın doğru olduğunu kesinleşince Atatürk’e hakaret eden teğmenle birlikte, Atatürk’e hakareti engellemeye çalışan teğmenler de cezalandırılmıştı.

Ülkenin kurucusuna hâlâ saygı, minnet ve sevgi duyanlar duruma tepki gösterince, Genelkurmay’dan “Atatürkçü teğmenlerin yaptığı da doğru değil.

Cezayı kendileri vermeye kalkışmışlar. Oysa yapmaları gereken disiplin süreçlerinin işletilmesi için üstlerine haber vermekti” açıklaması gelmişti.

İlk bakışta haksız da sayılmazlardı.

Bir hukuk devletinde ihkakı hak olamazdı, olmamalıydı.

Ancak öğrencilerin savunmaları ile durumun pek de böyle olmadığı ortaya çıkmaya başladı.

Atatürk’e hakaret edilmesini içlerine sindiremeyen teğmenler bu durumu üstlerine bildirdiklerini ama hiç kimsenin bir şey yapmadığını söylemeye başladılar.

Aslına bakarsanız bu durum beklenmedik ya da umulmadık bir şey de değil.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bugün siyasete batırılmaya çalışıldığı artık bir sır değil.

Pek çok subaydan, siyasetçilerin gideceği camileri öğrenip, o camide namaza gitmeye çalışan komutanların, kışlalarda örgütlenmeye çalışan cemaat veya tarikatlara göz yuman sorumluların, askerlik değil, dindarlık gösterisi yapan subayların haberleri geliyor.

Aslına bakarsanız bu da beklenmedik bir durum değil.

Okullara cemaatleri, tarikatları sokanların, sokmaya çalışanların askerî okulları bunun dışında tutmaları beklenemezdi.

Tüm kamu kurumlarını dinî örgütlenmelerin oyuncağı yapanların, silahlı kuvvetleri de buna dahil etmeyeceklerini düşünmek saçmalık olurdu.

“Ordunun inançlı olmasından mı rahatsız oluyorsun” diyenler olacaktır.

Silahlı Kuvvetlerdeki bireylerin inançlı olup olmamaları beni hiç ilgilendirmez.

Türk Ordusu’nun inanç sorunu zaten hiç olmamıştır.

Ama ordu içinde farklı bir hiyerarşi ile birtakım dinî grupların örgütlenmesi, TSK’nın komuta yapısını bozmaları beni çok ilgilendirir.

Bence sizi de, bu örgütlenmeye göz yumanları da ilgilendirmesi lazım.

Çünkü sonra çıkıp “Bize darbe yapacaklardı” diye ağlaşıyor, “Milletim bizi affetsin” diye yalvarıyorsunuz.

Darbe girişimlerinden gerçekten şikayetçiyseniz, ordu içindeki tarikatları, cemaatleri engellerseniz.

Yok “Bu darbe girişimleri de aslında hiç fena olmuyor’ diye düşünüyorsanız o zaman durmak yok yola devam.

Nasıl olsa atletle tankları, sapanla F 16’ları durdurmayı başarıyorsunuz.


Okeye dönen ülke

Anayasa Mahkemesi, bir kez daha Can Atalay ile ilgili “hak mahrumiyeti’ kararı verdi.

Karar bir kez daha umursanmayacak.

Anayasa’ya göre, daha doğrusu AK Parti’nin hazırlayıp “Daha iyisi dünyada yok” diyerek halka onaylattığı Anayasa’ya göre Türk yargısında en üst organ Anayasa Mahkemesi.

O mahkeme bir karar veriyor ve karar uygulanmıyor.

Bu çok açık bir Anayasal suç.

Mahkeme aynı kararı bir kez daha veriyor.

Bu da uygulanmayacak, baştan belli.

Ve kimseden ses seda çıkmıyor.

Bir ülkede hukuk bu denli ortadan kalkmışsa, en üst yargı organının verdiği karar bile uygulanmıyorsa, bu durum tüm vatandaşların can ve mal güvenliğini tehlikeye düşürecek boyuta ulaşmışsa ve buna kimse ses çıkarmıyorsa…

Ana muhalefet partisi dahil, tüm muhalefet partileri bu “rezalet” karşısında sessizse ve ihaneti yargı kararı ile tescilli 100 yıllık bir hainin hain olup olmadığı tartışması bile hukukun ayaklar altına alındığı bu meseleden daha önemli görülüyorsa…

Bu ülkede geleceğe güvenle bakmak, korkmadan bakmak kolay değildir.

Adaletin bitirildiği bir ülke bitmiştir.

Adaletin bitirilmesine muhalefet de ses çıkarmıyorsa, bitmenin ötesine geçmiş, okeye dönmeye başlamıştır.


Zorunlu din dersi Kenan Evren işidir

Benim şahsi olarak düşüncemi merak ediyorsanız, okullardaki din dersine bugünkü hali ile karşıyım. 

Laik bir ülkede okullarda ibadet öğretilen bir ders olamaz. Din dersi, Dinler Tarihi dersi şeklinde okutulabilir ama bir dinin nasıl uygulanması gerektiğini öğretmek olmaz. Böyle bir ders okullarda olmalı ama seçmeli olarak yer almalıdır.

Zaten bugünkü hali ile din dersi bir 12 Eylül Darbesi ürünüdür. Okullara zorunlu din dersi, Kenan Evren ve saz arkadaşları tarafından koyulmuştur ve Türkiye’nin dindarlaştırılması projesinin bir parçasıdır.

Evren Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne kimin emri ile onay verdi ise din dersini de aynı emirle zorunlu hale getirmiştir.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Adalete kayıtsız şartsız güvenebildiğimiz zaman.

Erişilebilirlik Araçları