İktidarımız bu çocukları merak etmiyor mu!

Epstein sapıklığının Türkiye’yi de etkilediği kimin aklına gelirdi. 

İddialara göre etkilemiş. 

Hem de olabilecek en kötü şekilde. 

Sosyal medyada dolaşan iddialara göre, 1999 Depremi sırasında Türkiye’den kaçırılan çocuklar, Epstein’in sapık organizasyonuna dahil edilmiş. 

Doğru mudur bilemem ama bir de korkunç bir video dolaşıyor ortalıkta. 

İşkenceye uğrayan bir çocuk, Türkçe özür diliyor. 

İnsan izleyemiyor bile. 

Çocuğun kimliği açıkça ortada. 

O günlerde sadece çocukların değil, organ ticareti için başkalarının da kaçırıldığı haberleri konuşulmuş ve çok derinine inilmemişti. 

Devlet kendince sorumlu davranmaya çalışıyordu. 

Hatta Amerikalı bir kumarhane kralının Türk eşinden 3 çocuğu Gölcük’te anneannelerinin evinde enkaz altında kalıp hayatını kaybedince aile depremde yetim kalmış üç çocuk evlat edinmek istemiş ancak kabul edilmemişti, hatırlıyorum. 

6 Şubat Depremi’nde de benzer dedikodular dolaştı, pek çok kayıp çocuk hikayesi kulaktan kucağa yayıldı. 

Bazıları için sosyal medyada yardım çığlıkları atıldı. 

Mesela Hatay’da ambulansa koyulan bir çocuğun izi Ankara’ya kadar sürülüp sonra kayboldu. 

Bu konudaki iddialar ise idare tarafından hiç ciddiye alınmadı, hatta bunları yazıp söyleyenler için “Toplumda infial yaratarak hükümeti yıpratmayı amaçlayan teröristler” suçlaması yapıldı. 

İktidarın hoşuna gitmeyen her şey halkı kin ve düşmanlığa yöneltmek için yapılıyordu zaten. 

Ve şimdi Epstein rezaletine ek olarak, Hollanda’da bir çocuk sokakta tek başına dolaşırken bulundu.

Tek kelime Felemenkçe bilmeyen çocuğun tek bildiği 6 Şubat Depremi’ni yaşadığı ve sonra da kendini Hollanda’da sokakta bulduğuydu.

Ortalık bu haberlerle yıkılırken, olaya kayıtsız kalan tek grup ise iktidar partisi. 

Ne bir ses, ne bir nefes, ne de bir araştırma, soruşturma gereği. 

Derin bir sessizlik ve yok sayma, umursamama. 

Bir yandan dört çocuk talebi ile çocuğa verildiği söylenen değer. 

Diğer yanda kayıp çocuklar ile ilgili böyle bir rezalet ortaya çıkmışken, bu rezaleti görmezden gelme. 

Tutarlılık diye buna derim. 


Gazeteciler ve iktidar kafası

İktidarın gazetecilere bakış açısının ne olduğunu ya da gazetecileri ne zannettiğini, yerel seçimlere giderken yaşadığımız iki örnekle daha iyi anlamış olduk.

Önce AKP’nin Eskişehir Belediye Başkan adayı, eski İYİ Parti, şimdi AK Parti milletvekili Nebi Hatipoğlu’nun seçim vaadine girdi gazeteciler.

Nebi Hatipoğlu seçimi kazanıp ve Eskişehir Belediye Başkanı olması halinde tüm Eskişehirli gazetecilere belediyeden asgari ücret bağlayacağını açıkladı.

İşin ahlaki tarafını geçtim, zaten bir siyasetçiden ahlaki tarafı düşünmesini beklemeyi bırakalı epey oldu ama bunun yasal imkansızlığı bile Hatipoğlu’nu durdurmuyordu. Ona göre gazeteciler satılık insanlardı ve onları belediye kaynakları ile satın alabilirdi. 

Bu satın alma yasal olsun olmasın yapılmalıydı. Bu aynı zamanda belediyeyi yönetme üslubunun da ön gösterimiydi.

Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti kendisine bilezik gibi bir yanıt verdi, şimdi koluna takmış oturuyordur herhalde.

Şimdi de iktidarın İstanbul Belediye Başkan adayı Murat Kurum, gazetecilere yönelik bir söz vermiş.

O da İBB Başkanı seçilir ise eğer, gazetecilere Marmaray dahil olmak üzere belediye tarafından işletilen tüm ulaşım araçlarında bedava yolculuk sözü vermiş.

Belediyenin parası babasından, belediye imkanları da ana tarafından miras ya, canının istediğine vermeye özgür.

Gazeteciler ise zaten satılık. Bas parayı, al desteği.

Zaten kimin gazeteci olup olmadığına da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı karar veriyor, kıyak da yabancıya gitmeyecek.

Murat Kurum gibiler bilmez ama ben sırf bu nedenle, yani gazetecilere böyle ayrıcalıklar sağlıyor diye Basın Kartı sahibi değilim.

Bizim gazeteciliğe başladığımız zamanlarda, İstanbul’da eve telefon bağlatmak 20 yıl falan sürerdi. Basın kartın varsa bu süre 1 yıla falan düşerdi. Üstelik hem bağlatma fiyatı hem de konuşma bedeli yarı yarıya indirimli olurdu.

Basın Kartı’nın sağladığı tek avantaj bu değildi.

Otobüs, vapur, tren yolculukları bedava, THY uçak biletleri ise yarı fiyatınaydı.

Sırf bu nedenle, yani ayrıcalıklı bir zümre yaratıyor ve kamu kaynaklarından haksızca pay sağlıyor diye Basın Kartı sahibi olmayı reddettim. Birkaç meslektaşım daha, galiba biri de Can Kozanoğlu idi, bu nedenle Basın Kartı almak için başvurmadık.

42 yıldır da almıyorum.

Ve şimdi biri çıkmış, “Beni seçtirirseniz size otobüsü, vapuru, treni, Marmaray’ı yine beleş yapayım” diyor.

İlle birilerini bedava taşıyacaksanız gazetecileri değil, öğrencileri bedava taşıyın.

Onlara göre herkes ve her şey satılık ya.

Ama etiği, ahlakı boş verseniz bile, “Bedava peynirin sadece fare kapanında olduğunu” bilmeyecek kadar da aptal değildir herhalde bu gazeteciler.

İktidar olarak gazetecilere ille bir şey vermek istiyorsanız, biraz özgürlük verin özgürlük.


Faruk Turgut: Devam ediyoruz

Kızıl Goncalar’ın yapımcısı Faruk Turgut aradı.

Faruk Turgut’u ve ailesini uzun yıllardır tanırım.

Türkiye’nin önde gelen yapımcılarındandır.

Siyasi bir yönü ön planda olmayan, Cumhuriyet değerlerine bağlı, düzgün bir adamdır.

Kızılcık Şerbeti’nin de yapımcısıdır ve büyük ihtimalle Kızılcık Şerbeti’nin başarısı üzerine, buradaki toplumsal meseleye farklı bir açıdan değinecek bir başka projenin de iş yapacağını düşündüğü için Kızıl Goncalar’ı da yapmayı planlamıştır.

Arkasında derin niyetler falan yoktur.

Bilirim.

Faruk Turgut, öncelikle Kızıl Goncalar’ın yayınına son vermediklerini belirtme ihtiyacı duymuş.

“Böyle haberler çıktı ve senin yazın da bunu pekiştirdi. Ama durmuyoruz. Kızıl Goncalar yayına devam edecek’” dedi ve anlattı.

“Dizi tamamen bitmedi. RTÜK iki bölüm durdurma verdi. Biz de İdare Mahkemesi’ne başvurduk. Ancak mahkeme de RTÜK paralelinde karar verdi ve yayın durdurma cezasını kaldırmadı, yürütmeyi durdurma kararı da vermedi. Yani karar bizim ve televizyon kanalının aleyhine çıktı. İlk bölüm cezamızı geçen pazartesi çektik. 15 Ocak’ta da 2. yayın durdurma cezamız tamamlanmış olacak. Bu durumda 22 Ocak’ta 3. bölümümüzü yayınlayacağız. Sonrasında başımıza bir şey gelmez ise yayına devam edeceğiz. Niyetimiz bu. Şartlar ne getirir tabii ki bilmiyoruz.“ dedi.

Bu durumda yayını sürdürme kararlılığı gösteren kanalı da, yapımcıyı da kutluyorum.

Umarım yeni “adaletsizliklerle” ve “baskılarla” karşı karşıya kalmazlar.


Sizce?

Akıl almaz vahşeti sosyal medyada gördüm.

Bir eşek.

Dört ayağından boynuna bağlanmış.

Hareket edemez hale getirilmiş ve araziye öylece terkedilmiş.

Ölümü bekliyor.

İhbar üzerine 112 ekipleri gelmiş ve hayvancağızı mutlak bir ölümden kurtarmışlar.

Zavallı eşek, kimbilir kaç gündür o şekilde hareketsiz bağlı durduysa, hareket edemiyor, zorlukla bacaklarını oynatmaya çalışıyor.

Anlaşılıyor ki, birisi ya da birileri eşeği bağlamış, tecavüz etmiş ve öylece bırakıp gitmiş.

Bunu yapan kişinin yarın öbür gün bir kentte LBGT karşıtı bir gösteride yer alacağını düşünen, bırakın düşünmeyi bundan neredeyse emin olan tek kişi ben miyim acaba!

Sadece bizde değil, dünyanın hemen her yerinde genelde böyle oluyor da!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

İnsanlığımızdan utanmak zorunda bırakılmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları