Karadeniz’de Amerikan casus uçağı

Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nden bu yana bir “barış denizi” olan Karadeniz giderek bu özelliğini kaybetmeye başladı.

Rusya’nın yayılmacı politikası ve Batı’nın Ukrayna üzerinden Rusya ile yürüttüğü vekalet savaşı sayesinde Karadeniz artık sınırlı da olsa deniz savaşlarının sahnesi oluyor.

Ukrayna, Rus Deniz Kuvvetleri’nin Karadeniz filosuna üst üste darbeler vuruyor, büyük kayıplar verdiriyor.

Her ne kadar yaygın medyamız pek yer vermeye değer bulmadı ise de, dün Karadeniz’de Ukrayna yine bir Rus gemisini vurdu. Rusya gemiyi kaybetmenin yanı sıra çok sayıda da askerini yitirdi.

Bu kez vurulan gemi 112 metre uzunluğunda bir “çıkarma” gemisi, Suriye’de de görev yapan Tsezar Kunikov adlı gemi.

Ukrayna, bu gemiyi yeni silahı Magura V5 insansız deniz aracı (İDA) ile vurdu.

Bu, Magura V5 ile vurulan ikinci Rus gemisi oldu, Kasım ayında da yine Karadeniz’de bir Rus korveti aynı insansız deniz aracı ile vurulmuştu.

Magura, Maritime Autonomous Guard Unmanned Robotic Aparatus’un başharfleri. Ukrayna bu silahını 2022 yılında üretmeye başladı ve geçen yaz İstanbul’daki İDEF Fuarı’nda sergiledi. 800 kilometre menzilli araç, 700 kg patlayıcı taşıyabiliyor ve 78 km sürat yapabiliyordu. Aracın “Kamikaze” tipinin hizmette olduğu biliniyordu.

Ukrayna, bu silahla ikinci Rus gemisini batırmış oldu.

Ancak benim anlatacağım bu değil.

Ukrayna’nın bir Rus gemisini İDA ile batırdığını başka bir takım internet siteleri ve yabancı basın da yazdı.

Ben aynı andaki bir başka gelişmeye dikkat çekmek istiyorum.

Ukrayna, insansız deniz aracı Rus gemisini vurduğu sırada Karadeniz’de havada da ilginç bir olay yaşanıyor.

Sicilya’da, Etna Dağı eteklerindeki ABD üssü Sigonella’dan havalanan bir ABD casus drone’u Northrop Grumman RQ 4B (İran’ın 2019’da vurduğu casus drone’un bir üst modeli) Adriyatik, Yunanistan, Ege üzerinden uçup, oradan kuzeye yönelerek Batı Trakya ve Bulgaristan’ın üzerinden geçip Karadeniz’e çıkıyor ve Bulgar karasuları üzerinden uçtuktan sonra tam Türk karasuları sınırında saatlerce doğu batı aksında git gel yapmak suretiyle Karadeniz üzerinde kalıyor ve yer yer Türk hava sahasını da ihlal ediyor. Ancak Türkiye üzerinde asla uçmuyor.

Buradan anlamamız gereken şudur.

Montreux Sözleşmesi’ne dokunmamamız şart.

Kanal İstanbul saçmalığını gündemden düşürmek ise elzem. 


Prof. Görüm: Öngörülebilir bir kayma

İliç’teki maden kazası beklenmeyen bir şey değildi.

Konuyu biraz bilen herkes bu veya benzeri bir kazanın an melesi olduğunu yıllardır söylüyordu.

Daha kısa süre önce, siyanürlü su havuzunda meydana gelen sızıntı işlerin gerekli sorumluluk bilinci ile yürütülmediğinin kanıtı idi.

Madeni ayrıştırılmış toprakların toplandığı bilgede meydana gelen toprak kaymasının ardından toprak coğrafyası ve jeomorfoloji uzmanı Prof.Dr. Tolga Görüm’ü aradım.

Bu gibi konularda Türkiye’ye bilgisine başvurulacak kişiler arasında ilk sırada yer alır ve daha önce defalarca Teke Tek Bilim’e katılmıştı.

Siz bu satırları okurken Tolga Hoca İliç’te maden sahasında bu felaketi araştırıyor olacak. 2 gün boyunca bilgi toplayacak, inceleme yapacak. Toplam 9 kişilik bir bilim insanları grubu heyelan sahasına gidiyor.

Prof. Tolga Görüm’ün bana verdiği ilk bilgiler şöyle: “Olayın gerçekleştiği kesim, siyanür ile leaching yapılan alanda, henüz tetikleyicisi net bilinmeyen ama 3 milyon ton ayrıştırılmış toprağın akışa geçtiği ve bunun yapay bir malzeme üzerinde meydana geldiği.”

Peki bu bir sürpriz mi, bir afet mi yoksa öngörülebilir bir şey mi?

Tolga Görüm’ün yanıtı çok açık: “Bu alan, ilk belirlemelerimize göre 2015 yılından bugüne kadar 80 mm civarında bir hareketin olduğu ve öngörülebilecek bir kayma sahası. Biz de bu sonuçları InSAR yöntemi ile elde ettik”

Görüm’ün bahsettiği InSAR, yer yüzeyindeki milimetrik hareketlerin uydu gözlemlemesiyle tespit edilmesine verilen ad ve yer bilimlerinde yoğun olarak kullanılıyor.

Yani teknoloji ve bilgi diyor ki, bu kayma öngörülebilirdi.

Bu bir kaza değil, bu geliyorum diyen bir cinayet aslında.

Ve biz hâlâ siyanür sızdı mı, sızmadı mı tartışıyoruz, sanki sızsa sızdı diyeceklermiş gibi.

Oysa tartışmamız gereken sızıp sızmadığı değil.

Türkiye’nin neden hâlâ siyanürle altın ayrıştırma yöntemi ile madencilik yapılmasına izin verdiği.

Anagold şirketinin büyük ortağı Kanadalı SSR Mining kendi ülkesinde, Türkiye’de kullandığı oranda siyanür kullanabiliyor mu, ya da hangi eyaletlerde kullanabiliyor?

ABD’de altın madenciliği yapılan pek çok eyalet, siyanür kullanımını niye yasakladı?

Paraya bizim kadar ihtiyacı olan Arjantin’de bile siyanürlü madenciliğe artık izin verilmiyor.

Peki biz niye hâlâ siyanürle altın aranmasına izin veriyoruz?

Biliyor musunuz, İliç’teki maden işletmesinden Türkiye devletine kalacak olan para 198 milyon dolar.

Cumhurbaşkanının kullandığı uçağın yarı fiyatı bile değil.

Bu kadarcık para için ülkeyi katlettirmeye değer mi!


Mursi öldü yaşasın Sisi

Mısır Devlet Başkanı, namı diğer Darbeci Sisi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan gecikmeli de olsa buluştular.

Aslında Temmuz ayı içinde Sisi Türkiye’ye gelecekti ama ziyaret son anda iptal edilmişti.

O gelmedi ama bizim cumhurbaşkanı Mısır’a gitti.

Darbeci Sisi, “değerli kardeşim Sisi” oldu.

Bence bir mahzur yok.

Olmalıydı. Hatta çoktan olmalıydı.

10 yıl gecikmeli oldu.

Darbeye tepki göstermek başka idi, bölgenin iki güçlü ve önemli ülkesini bağlayan yüzlerce yıllık ipleri koparmak başka.

11 yıl boyunca bu ipler kopuk kaldı.

Şimdi barışmayı eleştirecek halimiz yok.

Elbette barışmalıydık.

Ama şunu da göz ardı etmek istemem.

Eğer seçimde Kılıçdaroğlu seçilmiş olsa idi ve dün bu ziyareti yapan Kılıçdaroğlu olsa idi iktidar yanlısı basın ve hâlâ varsa AKP sözcüleri kimbilir neler söyler, Kılıçdaroğlu’na ne hakaretler ederlerdi.

Gazetelerine boy boy Mursi ve Rabia katliamı fotoğrafları basılır, idam edilen babaların çocuklarına yazdığı mektuplar tefrika edilirdi.

Bu söylediklerimin olacağından hiç şüpheniz var mı!

Aynı şeyi İsveç’in NATO üyeliği için de düşünebilirsiniz.

“Kılıçdaroğlu gelirse İsveç NATO’ya girer, Kur’an yakan İsveç Kılıçdaroğlu’nu istiyor” dedikten sonra İsveç’i apar topar NATO’ya sokan iktidarı eleştiren oldu mu hiç!

Sonuçta doğru olan yapıldı ve Mısır ile barışıldı.

Garip olan Mursi aşıklarının Mursi’nin adını ağızlarına bile almamaları.

E haklılar tabii.

Ölenle ölünmüyor ki!

Ne diyeyim, buradan çıkarılması gereken ders “Büyük lokma ye, büyük laf söyleme” olmalı diyeceğim ama o da boş.

Büyük laf da, büyük lokma da boğaza katılmıyorsa, ve ne yaparsan yap kitlen seni destekliyorsa büyük lokma da yemek mubahtır, büyük laf etmek de!

Sadece 11 yıllık arada kaybedilen zamanın, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de kaybedilen onca şeyin hesabını kim verecek onu merak ederim.

Muhtemelen orada da fatura CHP’ye çıkacaktır.

Ne de olsa Ahmet Davutoğlu ile seçim işbirliğini CHP yapmadı mı!


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Radyasyonlu çay içerek Çernobil’in bir tehlike yaratmadığını savunan Bakan Cahit Aral’ı unutmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları