Osmanoğlu düğünü  

Son birkaç gündür bir düğünle fazlası ile meşgul olduk.

Osmanoğlu ailesinin en yaşlı üyesi Harun Osmanoğlu’nun Şam doğumlu oğlu Orhan Osmanoğlu’nun kızı, yani Harun Efendi’nin torunu Berna Osmanoğlu’nun düğünü ile.

Düğün, katılımcıları, katılanlar arasındaki tartışmalı kişiler, eski bir milletvekilinin Cumhuriyet’in kurucularına ve TBMM’ye ettiği hakaretler ile hafızalara kazındı.

Bu arada düğüne davetli olarak katılan İlber Ortaylı da, düğündeki bu rezalete seyirci olduğu için bazıları tarafından eleştirildi.

Geniş bir kesim ise “Bu muymuş Osmanoğlu ailesi, böyle mi olurmuş düğünleri?” diyerek şaşkınlıklarını dile getirdiler.

Gerçekten de düğün, bir Osmanoğlu ailesi düğününden daha çok televizyonlardaki evlilik programlarını, binlerce bölümdür yayınlanan gelin evi programlarını andırıyordu.

Önce şunu hatırlatarak başlayayım.

2. Abdülhamit’in 3. kuşak torunu olan Harun Osmanoğlu Şam doğumlu ve üç çocuğundan ikisi Orhan ve Nurhan da Şam doğumlular.

Düğün de ve düğüne katılanlar da Osmanoğlu ailesinin Şam kolunun kültür ve çevresini anlatıyor aslında. 

Şu an ailenin en yaşlı üyesi Harun Osmanoğlu ise şimdilerde oldukça rahatsız ve ağır bir Alzheimer.

Bu nedenle de şu anda aslında ailenin en büyüğü görevi Osman Selahaddin Osmanoğlu’nda ve kendisini merak edenler geçen yıl Selahaddin Efendi ile yaptığım televizyon programını izleyebilirler. (https://www.youtube.com/watch?v=f2pnYzmRzUs)

Düğündeki “kalite” benim için de oldukça şaşırtıcı idi ve bu yüzden Murat Bardakçı’yı aradım ve kendisinden Osmanoğlu ailesinin eski düğünlerinden bazı fotoğraflar istedim.

O da sağ olsun, arşivinden birkaç fotoğrafı benimle paylaştı.

Çünkü benim hatırladığım ailenin düğünleri böyle değildi ve ailenin bilip tanıdığım üyeleri de Harun Efendi’nin torunlarına hiç ama hiç benzemiyordu.

Buyrun size Osmanoğlu ailesinin farklı düğünlerde, farklı zamanlarda çekilmiş düğün fotoğrafları.

Bu düğünlerde ne o “tipleri” görebilirsiniz, ne de bu ülkenin kurucularına hakaret edilir.

Peki “gerçek” Osmanoğulları Atatürk hakkında ne düşünürdü diye soracak olursanız, aşağıdaki yazıda bir örnek anlatacağım.


Neslişah Sultan ve Atatürk 

Hanzade Sultan, son halife Abdülmecit Efendi’nin torunu ve Neslişah Sultan’ın kardeşi idi.

1998 yılında Paris’te hayatını kaybetti ve İstanbul’da defnedildi.

Anlatacağım olay, Murat Bardakçı’nın tanıklığında gerçekleşmiştir.

Hanzade Sultan’ın defninden sonra Neslişah Sultan’ın evinde dua okunacaktır.

Murat Bardakçı da duayı okuması için ünlü hafız, muhteşem ses Kani Karaca’yı evinden alır getirir.

Rahmetli Kani Karaca gözleri görmediği için biraz yüksek sesle konuşurdu.

Eve girerlerken Kani Bey Murat’ın kulağına eğilir, sözde fısıldayarak ama aslında hayli yüksek bir sesle “Muratcım, biz her duanın sonunda duayı Mustafa Kemal Atatürk’ün ve şehitlerimizin de ruhlarına hediye ederiz ama herhalde burada Mustafa Kemal Atatürk dersek bozulabilirler. Onun adını anmamak mı gerekir?” diye sorar.

Daha Murat cevap veremeden, onları karşılamak için yanlarına gelmekte olan Neslişah Sultan bu sözleri işitir ve hemen atılır, “Aman Kani Bey, öyle şey olur mu! Elbette Mustafa Kemal Atatürk’ün de ruhuna hediye edeceksiniz, hep birlikte edeceğiz. Atatürk’ün ailemizin yaşantısına zararı olmuş olabilir ama önemli değildir. Vatanı kurtarmıştır. Millete vatan armağan etmiştir. O olmasa idi bugün biz de burada duamızı edemiyor olurduk!”

Bunu Murat Bardakçı’dan defalarca dinledim.

Osmanoğlu ailesinin, Saray’da doğan son ferdi ve “Benim ölümümle beraber Hanedan sona ermiş olacak. Bundan sonra Osmanoğlu sadece bir ailedir.” diyen Neslişah Sultan’ın ve ailenin genelinin Mustafa Kemal Atatürk hakkında fikirleri buydu.

Çünkü onlar Atatürk’e hakaret edecek kadar “soysuz nankörler” değil, “soylu” bir ailenin mensubu idiler.

Gerek Neslişah Sultan, gerek ailenin başka fertlerinin ağzından bir gün bile bu ülkenin kurucusuna yönelik tek bir saygısızca laf, bir hakaret duyan olmadı.

Belki içten içe sevmezlerdi, bilinmez.

Ama vatanı kurtardığı için her zaman saygı gösterirlerdi.

Kesin.


Yalan rüzgarı mı cehalet mi!

Şevki Yılmaz Atatürk’e, TBMM’ye ettiği hakaretlerden sonra dün kendine yakışır bir şekilde kıvırdı ve “Bun onu kastetmedim. Selanik’teki masonları kastettim” demeye başladı.

Yani İttihat ve Terakki’yi kastediyormuş.

Sözde, yersen!

İttihat ve Terakki’nin Selanikli kurucuları dediği, Abdülhamit’i tahttan indirmekle suçladığı, olsa olsa Enver Paşa ve Talat Paşa olabilir.

Dünya alem biliyor ki, Vahideddin’i sürgünü gönderen ne Enver, ne de Talat.

Tam aksine Enver Paşa’nın eşi Naciye Sultan da sürgün edilenler arasında. Yani Enver Paşa kendi eşini de sürgün etmiş. Yersen. 

Kıvırıyor ama cehaletin pençesinden kurtulamıyor.

Bir de ekliyor yine aynı cehaletle.

“Hiçbir ülkede hanedan ailesi sürgün edilmemiştir” diyerek bir kez daha bilgisizliğini sergiliyor.

Fransa’da devrimin ardından hanedan ailesi sürgün edilmedi çünkü giyotinle idam edildi.

Öldürdükleri Kral ve Kraliçe’yi mi sürgün edeceklerdi!

Rusya’da da Çar ailesinin, yani Romanoff’ların sürgün edilmediği doğru.

Çünkü izleri bulunamadı. Tüm aile fertleri çoluk çocuk demeden bir ormana götürülüp katledildiler ve ölüleri bir çukura toplu halde atıldı. Ailenin yaşayan tek bir ferdi bırakılmadı ki, sürgün edilsin.

Tabii sürgün edilen bir aile de yok değil.

Avusturya’da Habsburg Hanedanı 1918 kasımında sona erdikten sonra ailenin tüm üyeleri sürgüne gönderildi ve Hanedan’ın son üyeleri ancak ölümlerinden sonra gömülmek üzere özel izinle ülkelerine dönebildiler.

Yani anlayacağınız Şevki Yılmaz’ın sözlerinin o bölümü de doğru değil.

Ya bilmiyor ya uyduruyor.


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Başkaları adına utanmak zorunda kalmadığımız zaman.

Erişilebilirlik Araçları