Önce kaza, sonra cinayet

Belgrad Ormanı içinde, Sarıyer ile Kemerburgaz’ı birbirine bağlayan orman yolunda meydana gelen “kaza”yı 5 gündür konuşuyoruz.

16 yaşında, henüz otomobil kullanma ehliyeti olmayan bir genç, babasına ait Porsche marka araçla, arıza yapan küçük arazi araçları ile yol kenarında, emniyet şeridinde duran bir gruba hızla çarpmış, bir kişinin ölümüne birkaç kişinin de ağır biçimde yaralanmasına yol açmıştı.

Bir kaza idi.

16 yaşındaki çocuk ehliyetsizdi ve kazada “taksir” unsuru vardı.

Yine de Türkiye’nin yasal koşullarında, suçlu olmasına rağmen, taksirle ölüme sebebiyet vermesine rağmen en fazla bir iki sene hapis yatar, sonrasında çıkar ölen öldüğü ile kalırdı.

Olay olsa olsa bir iki günlük haber olur geçerdi.

Önümüzde yaşanmış bir örnek vardı.

2017 yılında alkollü biçimde araç kullanırken Çeşme yolunda kaza yapan Emrah Serbes isimli yazar, bir aileyi tümden yok etmiş, o da taksir sonucu ölüme sebebiyet vermekten yargılanmış ve 2020 yılında Corona tedbirleri kapsamında serbest bırakılmıştı.

Aldığı can başına hapiste geçirdiği süre 1 yıldı.

Serbest bırakılması haber bile olmamıştı.

Eylem Tok’un oğlu da bir bilemedin en geç 1,5 yıl sonra serbest kalırdı.

Sorumlu, düzgün, iyi bir ailenin yapması gereken çocuklarını adalete teslim etmek ve yaptığı eylemin sonuçlarına katlanması gerektiğini öğretmekti.

Ancak yazar Eylem Tok böyle yapmadı.

Olay yerine geldi.

Oğlunu aldı ve yurt dışına kaçırdı.

Ve biz önce bunu bir annenin panik ile yaptığı bir hata zannettik.

Meğer durum bu değilmiş.

Çocuğun yaptığı kaza, annenin işlediği ise çok açık bir cinayet.

Eylem Tok adlı yaratık oğlunu kurtarmak için olay yerine geldiğinde çocuğun çarptığı insanlar hâlâ hayatta.

Bir ambulans çağrılsa belki ölen kişi de kurtulacak. Hadi çocuk panikle ambulans çağırmadı diyelim.

Eylem Tok da çağırmıyor.

Dahası “canavar” kadın yaralıların telefonlarını da ellerinden alıyor.

Yardım çağıramasınlar ve kendisi ile oğlu kaçacak zaman bulsun diye yaralıları ölüme terk ediyor.

Uzaklaştıktan sonra bile yardım çağırmıyor.

Telefonları atıp kaçıyor.

Yaralıları olay yerinden çok sonra geçen bir araç fark ediyor ve yardım ancak bundan sonra geliyor.

Bu, çok açık bir cinayettir.

Bu “canavar” kadının ABD’den iadesi mutlaka sağlanmalı ve “cinayet” suçuyla yargılanmalıdır.

Bu öyle annelik içgüdüsü ile açıklanabilecek bir şey değildir.

Buradaki içgüdünün annelik ile alakası yoktur.

Kaza elbette herkesin başına gelebilir.

Ama burada mesele kaza değil, kazadan sonra işlenen cinayettir.

Rahip Brunson’ı ABD’ye iade edenler, bu cinayet zanlısı kadını da ABD’den iade almak zorundadır. 


İmamoğlu: Kanal İstanbul varsa İstanbul yok demektir

Bugün Youtube kanalımda İstanbul Büyükşehir belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile yaptığım röportajı izleyebilirsiniz.

İmamoğlu, “5 yıl boyunca ne yaptın?” sorusuna geniş yanıtlar verdi.

AKP’li 25 yılda ve hatta onun öncesindeki dönemde yapılan toplam metronun yüzde 50’si kadar metro yaptığını, 25 yılda yapılan 130 kilometreye karşın, kendi döneminde belediyenin 65 kilometre metro inşa ettiğini anlattı.

Ulaştırma Bakanlığı’nın yaptığı metroları belediyeye devrettikten sonra eskiden 16 yılda tahsil ettiği bedeli kendi döneminde 10 ayda tahsil ederek belediyeyi mali açıdan iş yapamaz hale getirmeye çalıştığını iddia etti.

“Temel Atmama Töreni” düzenleyerek iptal ettiği “arıtma” projesi için “Bu proje yapılmasın” diye kendisini uyaranın AK Partili iki ilçe belediye başkanı olduğunu söyleyen İmamoğlu, “Sağ olsunlar, bu konuda beni uyaran iki belediye başkanı sayesinde o projeyi iptal ettik. O proje hem yüzlerce dönüm yeşil alanı betona dönüştürecek, hem Haliç’e hiçbir fayda sağlamayıp tam aksine zarar verecek, hem de şartnamedeki şartı yerine getirebilen tek firmaya yüzlerce milyon dolar vermemize neden olacak bir işti” iddiasında bulundu.

Kendi döneminde belediyenin yaptığı sosyal yardım miktarının AKP dönemine göre 6 katına çıktığını, AKP döneminde sadece 1 öğrenciye yüzbinlerce dolar burs verilirken kendi dönemlerinde binlerce öğrenciye burs ve binlerce öğrenciye hem yurt hem de yemek verildiğini anlattı.

Rakibi Kurum için ise “İzin almadan tek bir imza bile atamaz. Tek bir iş bile yapamaz” dedi.

İmamoğlu’nun en hassas göründüğü konu ise Kanal İstanbul’du.

“Eğer Kanal İstanbul yapılırsa, İstanbul ile ilgili başka bir şey konuşmaya gerek yok. Kent biter. O zaman İstanbul’u unutun” dedi.

Rakibinin yapmayı vadettiği 650 bin konut için ise “Şimdiye kadar İstanbul’da yaptıkları ortada. 25 yılda Kiptaş dahil yapamadıklarının 10 katını 4 yılda mı yapacaklar? Önce söz verdiği konutları bitirsin.” dedi.

Bu arada düşük gelirli emeklilerin kentsel dönüşüme sokacakları konutlarının imalat bedelinin yüzde 75’ini belediye olarak karşılayacaklarını ve dönüşüm sırasındaki kiralarını da ödeyeceklerini anlattı.

“Ablanız sizi terk etti, ne düşünüyorsunuz?” dedim.

Güldü. Yanıt vermeme hakkını kullardı.

Sandık güvenliği ile ilgili endişelere ise “Merak etmeyin. Geçen sefer tüm sandıkların başında idik. Bu sefer de en az geçen dönemki kadar hazırlıklıyız” yanıtını verdi.  

Uzun ama iyi bir röportaj oldu.

İzlemenizi tavsiye ederim.


Şengör’den MEB eleştirisi

Milli Eğitim Bakanı’na yönelik eleştirim ve Türkiye’de üniversitelerin giderek daha kötü bir hale gelmesi ile ilgili yazımdan sonra Prof. Celal Şengör de bir yazı kaleme aldı.

Evrim teorisinin müfredattan çıkarılıp, yerine “Yaradılış Teorisi”nin koyulması ile ilgili bir eleştiri yazısı.

Açıkçası ben “Yaratılış Teorisi” diye bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Yaratılış bir teori değil, bir inanç meselesidir.

Teori, bilimde bir olgunun sürekli olarak doğrulanmış gözlem ve deneyler temel alınarak yapılmış açıklamasına denir.

Yaratılışın deneyler ile kanıtlanmasını isterseniz bu yapılamaz.

Bu bir inançtır, inanabilirsiniz. Ama bir inancı teoriye çevirmek için kanıt gerekir.

İnançtan kanıt istemek, inancı inanç olmaktan çıkarır ve inanca hakarettir.

Celal ise meseleye bambaşka bir boyuttan bakmış.

İşte Celal Şengör’ün bu konu ile ilgili olarak Milli Eğitim Bakanı’na yazdıkları.

“Sevgili Fatih,

Bugün Millî Eğitim Bakanı’nı yazmışsın. Ne kadar hafif bir tenkid! O zat milletine karşı suç işlemektedir ve eğer dokunulmazlık kalkanı olmasaydı kendisi hakkında suç duyurusunda bulunacaktım: Milletimizi bilerek yanlış bilgilendirdiği, yeni nesillerimizi bilerek zehirlediği için. 

Bir örnek: Yeni programı gereği, liselerimizde evrim teorisi yanında yaradılış teorisi de öğretilecekmiş ve bu Kur’an’dan ayetlerle desteklenecekmiş!! 

1) Yaradılış “teorisi” diye bir teori yoktur. Bu bir inançtır ve inançları bilimsel eleştiriye tabi tutumayız. Teoriler ise bilimin işidir. Bana ciddî bilimsel bir dergide yaradılış teorisi diye bir şeyin ele alındığını göstersin, diplomalarımı yerim. Ha, Amerika’da yaradılış teorisi diye saçmalıklar bilimle alakası olmayan yerlerde, orada burada yayımlanmakta, zır cahil politikacılar tarafından savunulmaktadır. Nature ve Science gibi ciddî dergiler ise bu tür bilim dışı yaklaşımlara yayımladıkları makale, not ve mektuplarda dikkat çekmekte, insanları uyarmaya çalışmaktadırlar. Dünyanın şu anda en meşhur ve en büyük jeolojik bilim derneği olan Amerikan Jeoloji Derneği 2009 yılı ödül töreninde, Pensilvanya Eyaleti Orta Bölge mahkemesi federal hakimi John E. Jones, III’ü yaradılışın okullarda öğretilmesini yasakladığı için bir Başkanlık Madalyası ile ödüllendirmiştir https://www.geosociety.org/awards/09speeches/presMedal.htm

2) Yaradılış aslında Sümer kökenli bir mitolojidir. Sümer mitolojisinde Atâbba ve Kâva topraktan tanrı En-Ki’nin nefesiyle insanlar üzerinde hüküm sürsünler diye yaratılmışlardır. Unutmayalım ki En-Ki Sümer panteonunun, yani tanrılar topluluğunun, önemli, ama sadece bir üyesidir. Bu Sümer inanışı Suriye üzerinden Yeni Krallığın 18. sülalesinin 10. firavunu, adını sonra Akhenaton (Aton’un tatbikcisi) olarak değiştirecek olan IV. Amenophis’in M. Ö. 14. yüzyılda icat ettiği tek tanrı (Aton=Güneş) fikrini kabul etmiş ve Hiksos’ların Mısır’dan kovulmasını kendilerine “Mısır’dan Çıkış” = Exodus olarak adapte etmiş olan İsrailoğullarının mitolojisine dâhil olarak Tevrat’a girmiştir. Mâlum Tevrat İsrailoğularının, yani Yahudilerin, millî destanıdır ve ancak MÖ 8. yüzyılda, hattâ az bir kısmı daha sonra, toparlanmıştır. Yahudiler Mezopotamya efsanelerini esas olarak Nabukadnazar’ın onları M.Ö. 582’de Kudüs’ü yakıp yıktıktan sonra Babil’e sürdüğü “Babil esareti” döneminde öğrenmişlerdir; ancak bu tarihten önce de bu tür bir öykünün Orta Doğu’da yaygın olduğu malûmdur. Oradan da hem diğer inançlara geçmiştir. Bu konuda bilhassa zamanımızın en büyük Egiptolog ve din tarihçilerinden biri olan Heidelberg Üniversitesi Egiptoloji ordinaryüs profesörü, çok yakında vefat etmiş olan (19 Şubat 2024) Jan Assmann’ın Mose, der Egypter yani Mısırlı Musa adlı eserinin okunmasını hararetle tavsiye ederim (benzer şekilde eski Bedevî öykülerinin inançlara nasıl sirayet ettiğini Werner Daum’un Ursemitische Religion (1985, Kohlhammer) adlı önemli eserinden öğrenebiliriz). 

İlk Çağın hattâ Yunan Aydınlanmasından bile çok önceleri inançlara girmiş efsanelere inanmak elbette serbesttir, niye buna inanıyorsun diye sormak haddimiz değildir ama bunları çocuklarımıza ‘teori’ adı altında öğretmek alenen suçtur. Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Bey bu suçu tüm milletimizin gözü önünde işlemiştir ve muhakkak bir mahkeme önünde yargılanmalıdır. Biyoloji öğretmeni tüm meslekdaşlarımın ve öğrenci velilerinin bu yazıyı okumalarını ve öğrencilerini ve çocuklarını yalandan bulabildikleri en uygun şekilde korumalarını istirham ederim. Ya bunu yaparız, ya da kaçırdığımız sanayi devrimi gibi, bilgi devrimini de kaçırır, Afganistanlaşırız, Atatürk ve arkadaşlarının tüm emeklerini çöpe atmış oluruz.

Ülkemizin son yirmi senede ne hâle geldiğini görüp her gün kahroluyorum, sevgili arkadaşım. Herkes bilsin ki bu mektubun tüm mes’uliyeti bana aittir.

Sevgi ve saygıyla,

Celâl


NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

Geleceğin söz konusu olduğu yerde siyasete küsme hakkımız olmadığını anladığımız zaman. 

Erişilebilirlik Araçları